Son dönemlerde Avrupa siyasi iklimine damga vuran Yeşiller bu kez de Avrupa’da tarihi bir sıçrama yaptı. İbiza skandalının gölgesinde gidilen erken seçimde oyunu en çok artıran parti Yeşiller oldu. Oylarını yaklaşık 10 puan artırarak, yüzde 14 ile parlamentoya girdiler. İki yıl önceki seçimlerde yüzde 4 barajını aşamadıkları için parlamento dışında kaldıkları göz önüne alındığında yakaladıkları başarı ortada. Nürnberger Nachrichten gazetesine göre seçimin asıl galibi durumundaki Yeşiller sadece Parlamento’ya girmekle kalmadılar, koalisyon seçeneklerinin de kilit partisi konumuna geldiler. Yeşiller’in lideri Werner Kogler ise partisinin koalisyon görüşmelerine açık olduğunu belirtti.
Alman ve Avusturya gazeteleri Halk Partisi lideri Başbakan Sebastian Kurz’un yeniden sağ popülistlerle bir araya gelmektense Yeşiller ile koalisyona sıcak baktığını yazmaya başladı. Kurz, aşırı sağdansa Yeşillerle kurulacak bir koalisyonu, Avrupa’da çok daha kolay pazarlayabilir. Bu nedenle öncelik Yeşiller’de olacak. Kurz’un çok da seçeneği bulunmuyor açıkçası. Ya Almanya’daki gibi Sosyal Demokratlarla bir ‘büyük koalisyon’ kuracak ya da Yeşiller’le bir koalisyon.
Yeşil dalga
Yeşiller’in zaferi tekil bir örnek değil. Avrupa bir süredir ‘yeşil dalga’nın tesiri altında. Son dönemlerde dünya genelinde büyük etki yaratan iklim protestolarının beslediği mecra Yeşil Partiler. Greta Thunberg şahsında cisimleşen yeşil protestoların rüzgârını arkasına alan yeşil hareketler birçok ülkede iktidar alternatifi olacak konuma gelmek üzereler. Almanya’da Yeşiller tarihte ilk kez Sosyal Demokratları geride bırakarak ikinci parti durumuna geldiler. Olası bir seçimde ana muhalefete yükselecekler.
İklim krizi, çevre koruması, bireysel özgürlükler, kadına yaklaşım, militarizm gibi çeşitli politik alanlarda yenilikçi söylemler üreten Yeşiller, güç kazandıkça prensiplerinden tavizler verdiği görülüyor.
Yeşiller’in yükselişi önemli olsa da Almanya başta olmak üzere Avrupa solunda tartışılmıyor değiller. Kapitalizm karşıtı olmamakla suçlanan Yeşiller’in emek politikalarından ekonomi ve dış politikaya birçok alanda düzenden yana taraf olmaları başlı başına bir eleştiri konusu. İktidara bir şekilde dahil oldukları ya da parlamentoda yer aldıkları ülkelerde birçok militarist politikaya ‘insan hakları’ bahanesiyle sundukları destekler unutulmuş değil. Alman Yeşiller özellikle bu konuda oldukça mimli. Geçmişte SPD ile yaptıkları koalisyon dönemindeki icraatları da hâlâ tartışılıyor.
Yeşil kapitalizm mümkün mü?
Sermaye ile araya mesafe koymadan, kapitalizmi temelinden sarsmadan bir yeşil kurtuluş tasavvuru tabi ki bütün eleştirilerin merkezinde. Bir takım kısmi iyileştirmelerle bir ‘yeşil kapitalizm’ yaratma hevesi en büyük yanılgı olarak ortada duruyor. Ekolojinin kapitalist iyileştirmelerle korunabileceğini savunan Yeşillerin söz konusu tahribatın ve de krizin ana sorumlusunun kapitalizm olduğunu görmezden gelmesi haklı olarak eleştiri konusu.
Sorunu sermayenin yarattığı noktasında mutabık kalmadan çözüm bulmak mümkün değil. Bir şey yeni bir renge boyandığında mahiyetinde pek bir değişiklik olmaz. Kapitalizmi ‘yeşile’ boyamanın sadece ideolojik bulanıklık yaratmakla bir ilgisi olabilir. Kapitalizm dahilinde bir çözüm imkanı yok. Karbon salınımının düşürülmesi, sera gazının kontrol altında tutulması sadece bir adım.
İstikamet ekososyalizm
Kapitalizmin kendisi sorgulanmadan verilecek her mücadele sadece farkındalık yaratmaktan öteye geçmeyecektir. İşin temeline inilmediğinde, iklim krizinin politik ve sınıfsal boyutları görmezden gelinerek yapılacak her mücadele başarısızlığa mahkûm. Geçenlerde Hayri Kozanoğlu hoca da yazmıştı. Sorunun temeline inildiğinde kapitalizmin doymak bilmeyen kâr hırsının asıl sorumlu olduğu görülecektir. Militarizme, emperyalizme karşı net bir tavır ortaya koymayan ekolojik iddiaların anlam taşımayacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Çevre sorunlarının çözümünü düzen sınırlarının ötesine taşıyan bir mücadele hattına ihtiyaç var.
BirGün / 01.10.19