ABD ambargosunun ekonomik krizi daha da derinleştirdiği İran’da benzin zamlarına karşı kitleler meydanlarda. Eylemler ülke geneline yayılmış durumda. Mollaların katı teokratik yönetiminin ekonomik krizle birlikte yaşamı daha da katlanılamaz hale getirdiği ülkedeki protesto dalgası Haziran 2009’daki Yeşil İsyan’dan bu yana en büyük eylem dalgası. On yıl önce de sokaklara çıkan İranlılar sadece ekonomiye değil, baskıcı, otoriter Ayetullahlar yönetimine isyan etmişlerdi.
2009’daki protestolarda ekonomik sorunlar görece ikincil planda kalmıştı. Ahmedinejad’ın yeniden seçildiği tartışmalı Cumhurbaşkanlığı seçimi ekseninde gelişen eylemler Yeşil Hareket’in söylemini de belirlemiş, reform talepleri ekonomi sorunlarını geri planda bırakmıştı. Krize rağmen siyaseti ekonomiye önceleyen hareket muazzam kitleselliğine rağmen bir süre sonra bastırılmıştı.
On yıl sonra ise bu kez protestoların merkezinde ekonomi var. Bu süre zarfında ABD’nin artan yaptırımlarının da etkisiyle İran on yıl öncesine oranla daha kötü durumda. Öncelik yoksulluk ve artan hayat pahalılığı. Hareketin lidersiz olması, ekonominin öncelenmesi, zamlara karşı doğallığında gelişen protestolar molla rejiminin hedef alan bir muhtevaya kavuşmuş değil. En azından şimdilik. Ülkenin içine düştüğü ekonomik sıkıntılar nedeniyle İranlılar daha öncekinden çok daha fazla krizin ağırlığını omuzlarında hissediyor.
Hapsedilen ‘yeşil dalga’
Nükleer kriz ve ABD ambargolarının gölgesinde başlayan eylemlerin nereye evrileceğini kestirmek güç. Haziran 2009’daki seçimler sırasında başlayan “Yeşil Devrim” olarak adlandırılan süreç yarım kalan bir hikâye olarak kayıtlara geçmişti. Milyonlarca göstericinin haftalar süren eylemleri yeni bir sürecin başlangıcı olabilirdi. Ancak kanlı bir şekilde bastırıldı. Hareketin doğal liderleri Mir Hüseyin Musavi ve Mehdi Kerrubi’nin yıllarca ev hapsine mahkûm edildiği hareket ağızlarda yarım bir tat bırakmıştı. Bugün hâlâ Yeşil Hareket liderleri tam bir izolasyon içinde hayatlarını gözlem altında sürdürüyor.
Zamlara, yoksulluğa, işsizliğe, geleceksizliğe ve kötü yönetime isyan sadece İran’la sınırlı değil. Neoliberal küresel sistemin yol açtığı yıkıma karşı dünyanın dört bir tarafında benzer protestolar var. Fransa’da Sarı Yelekliler’in kesintisiz şekilde sürdürdüğü eylemle birinci yılını geride bıraktı. Komşu Irak’ta ve Lübnan’da aylardır benzer nedenlerle kitleler sokaklarda. Şili’deki muazzam direnişi hatırlatmaya gerek yok.
Söz konusu İran olunca haliyle eylemler farklı bir ilgiye mazhar oluyor. Bunun iki nedeni var. Birincisi ABD ambargoları. İkincisi Molla rejimi. Her iki etken dolayısıyla mesele İran olunca iki kez düşünülmüyor değil. Burada da iki farklı bakış ortaya çıkıyor.
1) Amerikan ambargosu
Amerikan emperyalizminin kuşatması nedeniyle bu ülkedeki her türlü itirazı ABD’ye bağlamak gibi bir refleks gelişmiş durumda. Ne zaman iki İranlı sokağa çıksa hemen arkasında bir dış parmak bulmak kronik bir alışkanlığa dönüşmüş. Washington’ın İran’ı içerden çökertmeye çalıştığı bunun için her türlü seferberliği başlattığı bilinen bir gerçek. Ancak her itirazı ABD’ye bağlamak, bir “bit yeniği” aramak bu kadim halka yapılacak en büyük kötülük. Hem Amerikan emperyalizmine hem de kendi ülkelerindeki gerici yönetime başkaldıran İranlıların sayısı oldukça fazla.
2) Molla rejimi
79 İslam Devrimi’nden bu yana Mollaların katı tahakkümü altındaki ülkede bütün toplumsal ve siyasal yapı katı şeri kurallarla biçimlendirdiği için ülke adeta bir açık hava hapishanesi. Toplumsal yaşamdaki yerleri diğer İslam ülkelerine göre ileri düzeyde olsa da kadınların henüz yeni yeni stadyumlarda maç izleme şansını yakaladığı bir ülkeden bahsediyoruz. Molla rejiminin Amerikan karşıtlığını ülkedeki sorunların üstünü perdelemek için kullandığı, “milli birlik ve beraberlik” söylemleriyle sorunları ötelediği sır değil. Bu rejimin savunulacak bir tarafı yok.
Hem Amerikan emperyalizminin baskısına hem de Mollaların tahakkümüne karşı çıkmak, İranlıların özgürce yaşayabilecekleri bir ülke istemekten başka çıkar tolu yok.
BirGün / 19.11.19