ABD’de Trump başkan olduğundan bu yana kitlesel (4 kişiden fazla) hedefli silahlı saldırılar içinde “yeni faşist” terörizm rolü belirgin biçimde arttı.
Trump’tan sonra...
Trump, 2016’da başkanlık seçimleri kampanyası boyunca, Latin Amerika kökenli (hispanik) göçmenlere, Müslümanlara yönelik bir nefret dili, ırkçı söylem kullandı; ırkçı beyaz üstünlüğü görüşlerini, duygularını körükledi. Bu zehirli ortamda, 2014 ve 2015’te sırasıyla 269 ve 335 silahlı kitlesel saldırı sayısı 2016’da 382’ye yükseldi. Trump’ın seçim konuşması yaptığı eyaletlerde nefret suçları 2016-2017 döneminde diğer eyaletlere kıyasla yüzde 226 arttı.
Trump’ın hispaniklerin, ülkeye uyuşturucu madde ve suç getirdiğini, tecavüzcü olduklarını iddia ettiği, Müslümanların ABD’ye girmesini önleyecek yasalar çıkarmaya çalıştığı, göçmenleri “işgalci” olarak nitelediği 2017 ve 2018 yıllarında da silahlı kitle saldırıları 346 ve 340 ile Trump öncesi dönemlerin üzerinde kaldı.
2017-18 döneminde, bir kiliseyle, sinagogu da hedef alan 6 saldırıda 133 kişi öldü, 503 kişi yaralandı. Biri hariç bütün saldırganların ırkçı ve beyaz üstünlüğünü savunan teröristler olduğu görülüyordu.
Bu yıl Trump, ırkçı dili daha yoğun kullanmaya başladı, en son, kongre üyesi siyah ve hispanik dört kadın temsilciyi hedef aldı. Trump, Kaliforniya’daki bir toplantıda kalabalığın, bu kadınlardan Müslüman Ilhan Omar için attığı “onugeri gönder” sloganlarını, konuşmasını durdurarak bir süre dinledi.
Kitleyi hedef alan silahlı olaylarda 2019 yılı daha şimdiden rekora koşuyor. Mayıs sonu itibarıyla sayısı 252’ye ulaşan kitle saldırılarında 281 kişi öldü, 1000’den fazla kişi yaralandı. Haziran sonunda, bir haftada, ikisi 24 saat içinde olmak üzere, silahlı kitle saldırılarında Kaliforniya’da Sarmısak Festivali’nde 4 kişi öldü, 25 kişi yaralandı. Teksas’ta Los Alamos Wall Mart süpermarketinde en az 22 ölü, 24 yaralı var. Ohio Dayton’da eğlence bölgesinde halka yönelik silahlı saldırıda faşist terörist 30 saniyede 9 kişiyi öldürdü, 16 kişiyi yaraladı.
Bu son üç saldırgan da beyaz üstünlüğünü savunuyordu, Los Alamos saldırısını düzenleyen militan, saldırıdan önce yayımladığı bir manifestoda, Trump’ın konuşmalarını anımsatan bir dille “saldırının hispanik işgaline bir tepki” olduğunu iddia ediyor.
Bu sırada Türkiye’de
Türkiye’de 4 milyon civarında Suriyeli göçmen var. Ülke nüfusunun yaklaşık yüzde 5’ine ulaşan bu göçmen nüfus, 5-6 yıl gibi çok kısa bir sürede oluştu. Bu olgunun herhangi bir ülkenin toplumsal dokusu üzerinde kolay kaldıramayacağı ekonomik ve kültürel basınç yaratması kaçınılmazdır. Ekonomik kriz, Kürt sorunu, siyasal İslamın büyük gerginlik yaratan toplumsal mühendislik projesi, talancı politikaları altında iyice kırılganlaşan Türkiye toplumu bu yükü bu haliyle taşıyamaz.
Bu nesnel gerçeklik karşısında paniğe, öfkeye kapılmadan önce en azından şu soruları sormak gerekir: Suriye savaşı neden başladı, Türkiye neden bunun bir parçası oldu? Bu göçmen nüfus bu kadar kısa sürede neden evlerini barklarını bırakıp sığınmacı oldular? AKP rejimi, bu insanlarla yerleşik nüfusun ekonomik çıkarlarının, kültürlerinin çatışmasını önlemek, bir entegrasyon süreci başlatmak için ne gibi önlemler aldı?
Bu soruların cevapları bizi, yüzey biçimlerine, sonuçlara, ırkçılığa tutsak olmaktan kurtaracak, bir felaketin kurbanlarını suçlayarak, ahlaki ve insani bir hataya düşmemizi engelleyecektir. Onların varlığının getirdiği sorunlardan olumsuz etkilenenler gibi, Suriyeliler de bu felaketin kurbanlarıdır; sorumlusu değil. Bu felaketin sorumlusu, “stratejik derinlik” saçmalığıyla, İhvancı hayallerle, Suriye macerasına atlayan AKP’de temsil edilen siyasal İslamın iktidarıdır. Suriyeliler konusunda, öfkeyi Suriyelilere değil, AKP rejimine yöneltmek gerekir.
Suriyelilere gelince, bir felaketin travma geçirmiş kurbanlarına nasıl davranılırsa öyle davranmaya çalışalım. Yoksa susup bir kenara çekilelim; Suriyelileri sınır dışı etmeye başlayarak, felakete felaket ekleyen, sorun çözücü taklidi yaparak “rıza” almaya çalışan “yeni faşizmin”, totaliter değirmenine su taşımayalım.
Cumhuriyet / 08.08.19