Arap dünyasının 2022’ye bıraktığı bakiye

Arap dünyasının yaşadığı vaziyeti anlamak için 2021'in yerini 2022’ye bıraktığı şu günlerde basında işlenen konulara bir göz atmak bir sonraki yıla devreden bakiyeyi anlamaya yeterli olacaktır.

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 03 Ocak 2022
  • 08:46

Her sene bittiğinde geride bıraktıklarını anımsamak adettendir.  Aslında bir yazıdan beklenen geride kalan yılın bakiyesinin okura yaşananlar bakımından olduğu gibi aktarılmasıdır. Lakin Arap dünyasının yaşadığı vaziyeti anlamak için 2021 bitip yerini 2022’ye bıraktığı şu günlerde basında işlenen konular üzerinden bir göz atmak bir sonraki yıla devreden bakiyeyi anlamaya yeterli olacaktır.

Afganistan ve ABD’nin hezimeti

Şüphesiz ki 2021 yılının en iz bırakan olayı ABD’nin arkasına bakmadan apar topar ülkeden çıkmasıydı. Yılın son günlerinde yaptığı açıklamada Taliban’ın Afganistan’a hakim olmasından sonra ülkeyi terk ederek Birleşik Arap Emirlikleri’ne (BAE) sığınan Eski Cumhurbaşkanı Eşref Gani, ülkeden kaçma kararını savundu ve bunu “Kabil’in yıkımını önlemek için” yaptığını iddia etti. Eşref Gani’nin açıklamalarını değerlendiren Arap Dünyasının tanınmış yazarı Abdulbari Atwan;, “Afganistan’ın firari cumhurbaşkanı Eşref Gani sessizliğini bozdu ve konuşmak için BBC televizyon kanalını seçti. Onun yönetimine ister askeri ister sivil olsun en önde gelen sadıklarının ‘büyük olmayan’ kaçışı ve terk edilmesi hikayesine bakış açısını dinlerken sessiz kalmasını dilerdim. Konuşmadan önce ve ardından İngiliz kanalının açıklamanın içeriğine ilişkin yayımladığı kısa özetini yorumlayacak olursak,  Kabil’in düşüşüne tanıklık eden 2021 15 Ağustos’u ABD ve NATO için Ortadoğu’da değil, tüm dünyada en büyük alçaltıcı yenilgidir. Afgan başkentindeki havaalanına akın ederek, pistine saldırarak ve Amerikan uçaklarının tekerleklerine bağlanarak hayatta kalmak isteyen Amerikan ajanlarının görüntüleri yürek parçalayıcıydı” diyerek ABD iş birlikçisi yönetimin düştüğü kepaze duruma dikkat çekti.

Hatırlanacağı üzere ABD, 11 Eylül 2001’de İkiz Kulelere ve Pentagon’a yapılan ve binlerce kişinin öldüğü saldırıları gerekçe göstererek Afganistan’ı işgal etmişti. Ekim ayında başlayan işgalin gerekçesi, saldırıyı üstlenen el Kaide’nin Lideri Usame bin Ladin’in Afganistan’da saklanıyor olmasıydı. Oysa Afganistan’ın yaşanan saldırılarda doğrudan bir sorumluluğu yoktu. İşgalden sonra Usame bin Ladin’in gevşek bir ittifak içerisinde olduğu Taliban yönetimi devrildi. Lakin Taliban kısa süre içerisinde toparlanarak ülkenin yine en önemli aktörü olmaya devam etti. Haklı olarak al Kuds al Arabi gazetesi konuyu işlediği başyazısında Taliban’ın devrilmesinin savaşı sona erdirmediğini, Afganistan’da istikrara yol açmadığını ve vatandaşlarına güvenliği, barışı ve kalkınmayı geri getirebilecek bir otorite üretmediğini yazmıştı. Makalede, “Bir intikam savaşı başlatmak ve ardından tüm bir ülkeyi yok edip halkını yirmi yıl boyunca cezalandırdıktan sonra oradan çekilmek dışında Amerikan işgalinden çıkarılabilecek tarihsel sonuç nedir?” cümlesiyle aslında vaziyet özetlenmişti.

Libya, ırak ve emperyalist müdahale

Emperyalist dış müdahalelerin ülkelerin bünyesini nasıl paramparça ettiğinin yakın tarihteki en iyi örneği olan Libya’da 24 Aralık’ta yapılması planlanan cumhurbaşkanlığı seçimi yapılamadı. İşin tuhaf tarafı seçimlerin yapılamamasının hiç kimseyi hayrete düşürmemiş olması. Onun için konuyu değerlendiren al Arap gazetesinden Osama Ramadani, makalesinin başlığını “Libya’daki seçim sürecinin sonucu kimseyi şaşırtmadı” olarak koyarak ve giriş paragrafında, “Libya’da hüküm süren kaosun ortasında, hiç kimse cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yirmi dört aralık için belirlenen tarihte düzenlenmesi olasılığına büyük umut bağlamadı. Avrupalı bir uzman, ‘Harap bir yolda yavaş çekimde bir tren kazasının videosunu izlemek’ olarak tanımladı” diyerek beklenenin gerçekleştiği belirtmiş oldu.

Ramadani seçimlerin gerçekleşmemesinin en önemli gerekçelerini “Ocak 2020’deki Berlin zirvesi açıkça “Libya’daki silahlı grupların ve milislerin dağıtılması ve silahsızlandırılması” çağrısında bulunmasına rağmen, seçimlerden önce yabancı savaşçıları ihraç etmeyi ve Libya milislerini dizginlemeyi başaramadı. Sonuç olarak, başkent Trablus da dahil olmak üzere Libya şehirlerinin sokaklarında dolaşan binlerce yabancı paralı asker ve yerel milis üyesiyle seçim yapmakta ısrar etmek ciddi bir yanlış hesaptı. Aralık ayı sonlarında Trablus’taki resmi binaların çevresine çeşitli hiziplere bağlı silahlı adamların yayılması, bir çekişme ve gerilim atmosferi yarattı. Seçim krizini daha da körükleyen şey, en tartışmalı olarak kabul edilen bir dizi siyasi şahsiyetin aday gösterilmesi ve Batı ile Doğu arasındaki çatlağı kapatmaya katkıda bulunabilecek herhangi bir yüzün olmamasıydı. Tartışmalı adaylardan herhangi birinin zaferi, yeni bir şiddet dalgasını tetiklemese bile rakipleri tarafından reddedileceği neredeyse kesindi. Mareşal Halife Hafter, Başbakan Abdül Hamid el Dibeybe ve Seyfülislam Kaddafi de dahil olmak üzere adaylar hakkında söylentiler ve adli kovuşturmalar yürütüldü. Seçim yarışına katılmaya devam etmelerine izin verilmeden önce mahkemelerde itirazlarla karşılaştılar” satırlarıyla özetledi. Aslında Libya’nın maruz kaldığı emperyalist müdahaleden sonra 2021’de geldiği nokta birçok sonuç çıkarmanın vesilesi de oldu. Irak’ta Libya’nın aksine erkene alınan seçimleri gerçekleştirmiş olmasına rağmen sonucu kaos ve belirsizliği ortadan kaldırmada etkili olamadı. Hatırlanacağı üzere Irak’ta merkezinde gençlerin yer aldığı ekim 2019 ayaklanması nedeniyle hükümet düşmüş ve seçimler tarihinden önce yapılmak durumunda kalmıştı.  Başkent Bağdat başta olmak üzere ülke genelinde “işsizlik, yolsuzluk ve kamu hizmeti yoksunluğu” gibi nedenlerle düzenlenen gösterilerde onlarca kişi ölmüş ve yaralanmıştı. Libya, Irak, Suriye ve Yemen’de yapılan müdahalelerin sonuçlarını şöyle özetlemek mümkün. Müdahalelerin ilk sonucu; halkın taleplerinin müdahalelerin yarattığı toz duman içinde kaybolmasıdır. Gerek bölge ülkelerinden gerekse emperyalist devletlerden gelen müdahalelerin, istisnasız bütün ülkelerde halkın haklı mücadelesinin üstünü örten ve gölgeleyen bir perde gibi kaplaması. Müdahale edilen hemen hemen bütün ülkelerde ortaya çıkan diğer bir sonuç “kaos” olarak ifade edilebilecek şekilde can ve mal güvenliğinin olmadığı bir siyasi ortam yaratılmasıdır. “Kaos”un boyutu ve niteliği ülkeden ülkeye değişkenlik gösteriyor ama neredeyse hepsinde halkın önemli bir bölümünün, göreceli istikrarın olduğu eski diktatörlükleri yıkmaktan pişmanlık duyacağı bir noktaya ulaşması. Belki de dış müdahalelerle ilgili ekleyeceğimiz son sonuç; müdahale edilen ülkeye hakim olabilmek için toplumsal ne kadar fay hattı varsa hepsinin harekete geçirilmesidir. Ülkeden ülkeye potansiyel noktalar farklılık gösterse de sonuç halkın birbirini kırdığı bir iç çatışma olmuştur. Örneğin Libya’da hâlâ çok önemli bir güce sahip kabileler birbiriyle çatıştırılırken, Suriye ve Yemen’de mezhepsel farklılıklar ön plan çıkarılmaya çalışılmıştır.

 

Sudan, Tunus, Mısır ve ordunun rejimi yeniden tesisi

Yılın son gününde hem Sudan’dan hem de Tunus’tan yaşanan siyasi gelişmelerin 2022’de devam edeceğinin habercisi olan iki gelişme Arap basınına yansıdı. Bunlardan ilki askerlerin bütün ağırlığıyla müdahale ettiği Sudan’dan geldi. Hatırlanacağı üzere 25 Ekim Pazartesi sabahı Orgeneral Abdulfettah Burhan; olağanüstü hal ilan ettiklerini, Egemenlik Konseyi ve kabinenin feshedildiğini ve Sudan’daki tüm kesimleri temsil edecek teknokrat bir hükümet kurulacağını duyurmuş ve Başbakan Abdullah Hamduk ile çok sayıda siyasetçi gözaltına alınmıştı. Halk bu tarihten itibaren askeri darbeyi protesto etmek için sokaklara inmiş ve birçok Sudanlı güvenlik güçlerinin kurşunuyla hayatını kaybetmişti. Yılın son gününde Sudan Merkezi Doktorlar Komitesi, 30 Aralık’taki gösterilerde karın bölgesine isabet eden kurşun nedeniyle yaralanan 23 yaşındaki Abdullah Abbas’ın yaşamını yitirdiğini duyurdu. Açıklamada, Abbas’ın ölümüyle 30 Aralık 2021 gösterilerinde öldürülenlerin sayısının 6’ya, 25 Ekim 2021’den bu yana teyit edilen ölü sayısının ise 54’e ulaştığı kaydedildi.

İkinci haber ise ülkenin bağımsızlık günü olan 25 Temmuz’da, Başbakan Hişam Meşişi ve İslamcı Ennahda Partisi destekli hükümetinin görevden alındığı ve parlamentonun kapatılıp dokunulmazlıkların kaldırıldığı Tunus’tan geldi. İslami Ennahda Hareketi cuma günü yaptığı açıklamada, Genel Başkan Yardımcısı Nureddin el Beheyri’nin tutuklandığını duyurdu. Beheyri Kays Said’in beş ay önce parlamentoyu feshetmesinden bu yana güvenlik güçleri tarafından gözaltına alınan hareketin en üst düzey yetkilisiydi. Bu adımla Cumhurbaşkanı Kays Sait 2022’de de “tek adam rejimini” inşa etmeye devam edeceğini ilan etmiş oldu.

Her iki ülkede de süreç farklı şekillerde ilerlese de varılan sonuç askerlerin eski rejimi yeni imkanlarla yeniden inşa etme girişimleri oldu ve bu noktada önemli bir yol katedildi. Sudan’da Egemenlik Konseyinde askerleri temsilen bulunan General Abdulfettah Burhan ve Hemeti lakabıyla bilinen Muhammed Hamdan Dagola ikilisinin Özgürlük ve Değişim Güçlerinin temsil ettiği sivil kanatla yaptıkları anlaşmaya göre kasım ayında yetkiyi sivillere devretmeleri gerekiyordu. Yetkiyi sivillere devretmemek için zaten darbe yapmaları bekleniyordu. Arap basınında yapılan değerlendirmelerde halk hareketine önderlik eden ve oluşturulan geçici yönetimin sivil kanadını temsil eden Özgürlük ve Değişim Güçlerinin liderleri kendilerine yakın ülkelerin deneyimlerini, özellikle de ordunun ülkenin ilk seçilmiş sivil başkanına karşı darbe yapan Mısır deneyimini iyi okumadıkları yönünde. Basında sivil önderlerin orduya güvenmesini büyük hata olarak nitelendirerek “Ordunun, daha doğrusu askeri darbenin liderlerinin yaptığı şey, rejimi kurtarmak ve iktidarı sürdürmek için o zamanın sembolü Ömer el Beşir’i feda etmekti” ifadelerine yer verdi. Benzer şekilde Arap dünyasında ve süreci izleyenlerce diktatörlüğün yıkılmasından sonra demokrasiyi tesis etmede attığı adımlarla diğer ülkelere nazaran hep ayrı bir yere sahip olan Tunus; eski rejimlerin yeni dinamiklerle yeniden inşası kaçınamadığı bir son oldu. Varılan aşamanın nedenlerini iki noktada özetlemek mümkün. Birincisi; halk hareketlerinin diktatörlüğü devirdiği hemen bütün ülkelerde ordu bazen doğrudan bazen dolaylı olarak totaliter rejimlerin yeniden inşasında ciddi bir rol oynadı. Tunus’ta da seçimlere bağımsız giren ve parlamentoda herhangi bir varlığı bulunmayan Kays Said’in arkasında duran en önemli güç ordu oldu. İkincisi; diktatörlükleri yıkan halk hareketleri ve örgütlü kesimler, halkçı bir rejim kurmada billurlaşmış program ve hedefler etrafında güçlü bir şekilde toplanamadı veya süreç içerisinde yaşanan kafa karışıklıkları ve bölünmeler nedeniyle gerici güçlere hamle yapma alanı açtı.

2021 Filistin davasına ihanetin yılı

Filistin, hem mayıs ayında siyonist rejimin saldırılar neticesinde yüzlerce evladını kaybetmesi, hem de İsrail iş birlikçisi Arap rejimlerinin gizliden kurdukları ilişkileri “Normalleşme” adıyla alenileştirerek davayı tümden tasfiyeye yönelik adımlar nedeniyle “En zor yılını yaşadı” denirse abartılmış olmaz.  BAE’nin eylül 2020’de başlattığı İsrail’le normalleşme süreci 2021 yılı boyunca da Körfez ülkelerinden Atlas Okyanusu kıyısında bulunan Fas’a kadar birçok Arap rejimi tarafından devam etti. Ancak Fas bu adımları atmada birçok ülkeden daha hızlı davrandı. İsrail Dışişleri Bakanı Yair Lapid ağustos ayında ülkeye resmi bir ziyarette bulundu. Kazablanka kentinde basına yaptığı açıklamada, Fas Dışişleri Bakanı Nasır Burita ile karşılıklı diplomatik temsil düzeyinin artırılması noktasında anlaşmaya vardıklarını ve karşılıklı olarak elçiliklerin 2 ay içinde açılmasının beklendiğini söyledi. Tabii Fas’ta iktidarda bulunan Adalet ve Kalkınma Partisine faturası, eylülde yapılan seçimlerde çoğunlukta olduğu parlamentoda artık grup kuramayacak kadar siyasetten silinmesi oldu.  Ama Filistin sadece dışarıda değil içeride de el Fetih’in merkezinde yer aldığı yönetim, izlediği politikalar nedeniyle eleştirilerin odağında yer aldı. Yılı bitirirken en son gelen haber, Devlet Başkanı Mahmut Abbas’ın İsrail Savunma Bakanı Benny Gantz ile görüşmesiydi. Bu görüşme hem destekleyenlerde hem de muhalefette Filistin siyasi seçkinlerinin saflarında geniş bir tartışma yarattı. Bir çok kesimde bu ziyaret eleştiri konusu oldu. Lakin Suudi Arabistan’a yakınlığıyla bilinen al Arab gazetesinden Hayrulla Hayrullah, “İsrailliler ve Filistinliler arasındaki barış sürecinin uzun süredir askıya alınmasına ve bu süreç için herhangi bir siyasi ufuk olmamasına rağmen Abu Mazen’in Gantz’a gitmekten başka seçeneği yoktu. Siyasi süreç, 2000 yazında Başkan Bill Clinton ile Yaser Arafat, Tanrı ona merhamet etsin ve o zamanki İsrail Başbakanı Ehud Barak arasındaki Camp David zirvesinin başarısızlığından bu yana durdu” diyerek görüşmeyi savundu.

Tartışma yaratan diğer bir konu da 15 yıl aradan sonra mayıs ayında yapılması planlanan parlamento ve devlet başkanlığı seçimlerinin iptal edilmesi.  Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın “İsrail’in Kudüs’te seçime izin vermemesini gerekçe göstererek seçimleri ertelemesi” yeni anlaşmazlıkları tetiklerken, davanın geleceğini de yeniden tartışmaya açtı.

Yer darlığı yüzünden değerlendiremediğimiz Suriye ve Yemen’deki durum birkaç cümleyle özetlenecek olursa Suriye bakımından en önemli gelişme yaşanan iç savaşın en önemli finansörlerinden biri olan BAE’nin Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayid Al Nahyan’ın kasım ayında on yıl aradan sonra Şam’a ziyarette bulunarak Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ile görüşmesiydi.  Şam Büyükelçiliğini 2011’in ilk aylarında kapatan ve şubat 2012’de Suriye ile diplomatik ilişkilerini kesen BAE, 2018 yılının sonlarında elçiliği yeniden açmıştı. Daha sonra BAE’yi Suudi Arabistan başta olmak üzere diğer ülkeler takip etmiş ve Suriye’nin yeniden Arap ligine alınması tartışılmaya başlanmıştı.

Arap dünyasının savaşlarla anılan ülkesi Yemen’de 2021, çatışmaların şiddetlenerek devam ettiği bir yıl oldu. Bölgesel aktörler olan İran ile Suudi Arabistan’ın bilek güreşinin devam ettiği ülkede Husilerin ilerleyişi şartına bağlanan barış anlaşması girişimleri başarısızlığa uğrarken, Suud’un müttefiki Yemen İhvanı Islah Partisinin Husilerin safına geçmesi dengelerde önemli bir değişikliğe neden oldu. Yemen savaşının bölge ülkelerine ve özellikle, ekonomik krizin pençesindeki Lübnan’a olumsuz yansıması oldu.  Enformasyon Bakanı George Kardahi’nin Yemen savaşı üzerine yaptığı açıklama Körfez ülkeleriyle ve özellikle Suudi Arabistan’la diplomatik krize neden oldu. Kardahi, “Husilerin silahlı bir örgüt olarak kendi toprağını savunduğunu düşünüp düşünmediğine” ilişkin bir soruya “Tabii ki toprağını koruyor. Şahsi görüşüm, Yemen’de bu savaşın sona ermesi gerekiyor. Savaş uçaklarıyla evler, binalar, köyler ve şehirler saldırılara maruz kalıyor” yanıtını vermişti. Yapılan analizlerde sürecin arkasında bölgesel çekişmelerin olduğuna dikkat çekilmişti.

Evrensel / 03.02.21