Türkiye’de milyonlarca kez dinlenen Tarkan’ın “Geççek” şarkısına gösterilen ilgi Arap dünyasının da öncelikli gündemlerinden biri oldu. Erdoğan’ın özellikle son on yılda billurlaşan Neoosmanlıcı politikaları yüzünden Ortadoğu’da Katar hariç hemen hemen bütün ülkelerle krizler yaşamış olması, Türkiye’nin iç politikasına da ilgiyi arttırmış durumda.
Suudi basınının en önemli gazetelerinden biri olan al Arap gazetesi, birinci sayfadan verdiği haberde “Erdoğan’ın sonunu öngören Türk şarkısı YouTube’da milyonlarca izlenme aldı” başlığını kullandı. Haberin devamını gazeteden okuyalım; “Cuma günü, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan rejimine karşı çıkanlar, Türk yıldız Tarkan’ın yeni şarkısını, yayımlanmasından sadece saatler sonra sosyal ağlar aracılığıyla geniş kitlelere ileterek Erdoğan’ın adını anmadan ‘ıstırabın’ yakında sona ereceğini müjdelediler. Tarkan’ın şarkısının bu denli paylaşılması, Türk muhalefetinin 2023 seçimlerinde Erdoğan’ı yenmek için tüm yeteneklerini topladığı ve Erdoğan’ın ülkedeki ekonomik krizi yönetememekten, özellikle de lirayı düşmekten kurtarmaktaki başarısızlığından yararlandığı bir zamanda geldi. Geççek şarkısının sözleri, enflasyonun yüzde 50’lere ulaştığı ve gençlerin çıkmaz sokaklarla karşı karşıya olduğu Türkiye’deki ekonomik krize gönderme olarak yorumlandı” denildi.
"Muhalef şarkıya sahip çıktı"
Irak’ta yayın yapan al Hurra televizyonu ve internet sitesi, “GEÇÇEK…. Türk muhalefeti, yıldız Tarkan’ın yeni şarkısına sahip çıktı” başlığını tercih etti. Haberde “çilenin” yakında biteceğini müjdeleyen şarkının sosyal medyada geniş çapta paylaşıldığına dikkat çekildi.
Benzer bir şekilde Arabdown sitesi de Asem al Kamil imzasını taşıyan haberde Tarkan’ın seslendirdiği şarkının sosyal medyada yangın gibi yayıldığına vurgu yapıldı. Haberde “Türkiye’nin ekonomik kriz yaşadığı, enflasyonun yüzde 50’ye yaklaştığı ve özellikle gençlerin karamsar olduğu bir dönemde şarkının sözleri etkili oldu” yorumuna yer verildi. “Geççek” şarkısı birçok site ve gazeteye haber konusu oldu. Ancak yorumlar birbirine benzediği için bu kadarla yetinelim.
BAE basınında Erdoğan-Modi farkı
Erdoğan’ın Bileşik Arap Emirlikleri (BAE) ziyareti Türkiye medyasında geniş bir yankı buldu. Birçok manşetin ve tartışma konusunun gündemi oldu. Lakin aynı şeyi BAE basını için söylemek mümkün değil. BAE basınının amiral gemisi al Halic gazetesinde; “Muhammed bin Raşid ve Erdoğan: BAE-Türkiye iş birliği istikrarı pekiştiriyor” başlıklı haber dışında ciddi bir makalede ziyarete yer verilmedi. BAE’nin politikalarının ifadesi olan başyazıda konu detaylı işlenmedi. Ancak Erdoğan’dan sonra BAE’yi ziyaret eden Hindistan Başbakanı Narendra Modi’nin ziyareti ile ilgili başyazıda kullanılan başlığa ve ifadelere bir bakalım; “BAE ve Hindistan… başarı ve gelecek” başlıklı makalede; “BAE, Hindistan Cumhuriyeti ile onlarca yıllık stratejik ilişkilerinden gurur duymaktadır. İki dost ülke arasındaki ortaklık geniş ve derindir. Enerji, gıda, modern teknoloji ve altyapıdan yapay zeka ve uzaya kadar çeşitli alanlarda ticaret ve yatırım faaliyetlerinin geliştirilmesinde ortak hedeflere ulaşmak için daha fazla alanda ortaklıkları hedeflemektedir. Bu zirve ve sonuçları, entegrasyonu ve yakın bağları pekiştirecek ve iki ülkenin bölgesel ve uluslararası iş birliği haritasındaki konumunu güçlendirecektir” denildi.
Mısır basını ve BAE ziyareti
BAE basınının aksine Erdoğan’ın ziyareti Mısır’da çeşitli mecralarda gündeme geldi. Gazeteci Amr Edip Mısır’da yayın yapan MBC televizyonunun “al-Hikaye” programının sunumu sırasında, “Türkiye’nin yedi ay önce BAE’nin Ortadoğu’nun en büyük şeytanı olarak gördüğünü” ancak bugün Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan için BAE’de resmi bir resepsiyona tanık olunduğuna dikkat çekti. Amr Adib sözlerine şöyle devam etti: “Olanlar, çıkarlar doğrultusunda bölgede bir yeniden düzenlemedir. Devletin lideri birçok şeyi güvence altına almak ister ve bu nedenle çıkarları en önemlisidir”.
BAE ziyareti ve Suud’dan mesajlar
Erdoğan’ın ziyaretini en çok önemseyenin, bölgede liderliğe oynayan Suudi Arabistan’ın basını olduğunu söylersek abartmış olmayız. Al Arab gazetesinden Ali al Sarraf, BAE ile Erdoğan arasındaki yumuşamanın tarihsel köklerini irdeledi. İran’dan farklı olarak Türkiye ile Arap dünyasının Osmanlıdan itibaren ortak bir ruha sahip olduğunu belirtti. Benzer şekilde Katar’a yakınlığıyla bilinen al Arab al Cedid gazetesinden Semir Salaha, ise Körfez’de İran tehdidine karşı güvenlik konusunda daha ileri adımlar atılması gerektiğini savundu.
Erdoğan, BAE’ye yaptığı ziyaretin dönüşünde, ülkesiyle Suudi Arabistan’ın diyaloğu sürdürdüğünü ve önümüzdeki dönemde somut adımlar atarak ilerlemeyi beklediğini söyledi. Buna karşılık birçok gazetede “Türkiye’nin Suudi Arabistan ile ilişkilerinin, BAE ile olan ilişkisine kıyasla daha karmaşık olduğu; Ankara ve Riyad arasındaki krizin psikolojik boyutuyla siyasi boyutu örtüşmediği” yorumları yer aldı. Gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayetinde Erdoğan’ın ülkenin fiili hükümdarı Prens bin Selman’a karşı kampanyayı bizzat yönetmesi, “Normalleşmeyi engelleyen kişisel bir saik” olarak nitelendirildi.
Türkiye ve BAE, cesaret ve ötesi
Ali al SARRAF
al Arab
Türkiye düşman değil. Tarih boyunca kendisini Arap halklarının düşmanı olarak sunmamıştır. İran’dan tamamen farklı olarak. İslam imparatorluğunu devralmış, hilafet yönetimini ve fetihlerini yaklaşık bin yıl boyunca işgalci bir güç olarak görünmeden sürdürebilmiştir. En azından, hizipçi İslam’ı değil, kapsayıcı İslam’ı temsil ettiği için.
Osmanlı İmparatorluğu, bilgi ilerlemesini ve ekonomik ve siyasi modernleşmenin gereklerini yakalayamayan diğer imparatorluklar gibi zayıflamıştır. Biz fark etmeden önce Türkler bunun nedenini bir iç başarısızlık olarak anladılar. Türk ulusal projesinin Rönesans’ı, Arap ulusal projesinin Rönesans’ından önce geldi. Ancak İngiliz ve Fransız sömürgeciliği iki projenin çatışmasından galip ayrıldı.
Bu tarih, Türkiye ile Arap ülkeleri arasındaki ortaklık ve iş birliği ilişkilerinin zemininin şimdiden hazırlanmakta olduğunu gösteriyor. Kapsayıcı İslam anlayışı bunun bir parçasıdır. Sürekli var olan ortaklık ruhu; iki tarafı birbirine İran’dan daha yakın kılmaktadır. Ne olursa olsun İran’ın ne bölücü İslam’ı ne de bölge ile olan ilişkilerinin tarihi, ortak bir şey inşa etmeye yardımcı olmayacak.
Türkiye ile komşuları arasında devam eden ortaklık ruhu, İran’la olan düşmanlık ruhuyla hâlâ eşleşebiliyordu. Bu temelde, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sadece BAE ile değil, bölgedeki diğer tüm ülkelerle karşıtlıktan uzlaşmaya geçmesi, yeni bir sayfa açması kolay. Gerekli düzeltmeleri bulursa tarih onun lehinedir.
BAE’nin Türkiye ile arasındaki çatlakları iyileştirme hamlesi, cesareti nedeniyle boyun eğmesini gerektiriyordu. İkincisi, zamanlaması önemliydi ve üçüncüsü bunu tarihsel bir temele oturtması gerekiyordu.
Cesaret, başlangıçların düğümünü ortadan kaldırdı. Zamanlama, Türkiye’nin Mısır’la farklılıklarını çözme arzusuyla, Avrupa ile ilişkilerde bir krizle ve içerde yaşanan bir ekonomik buhranla aynı zamana denk geldi. Tarihe gelince; siyasi, ekonomik ve toplumsal değişkenlerle dolu bir tablonun arka planını oluşturuyordu.
Bu değişkenleri tanımak, güçlü ilişkiler kurmak için çok önemlidir. Daha da önemlisi, Osmanlı emellerinin modası geçmiş olmasıdır. Ayrıca mahallede herhangi biriyle ideolojik bir temelde ilgilenmenin zamanı geçmiş durumda.
Erdoğan’ın ihraç etmeye çalıştığı Neoosmanlıcılık iki kez başarısız oldu. Birincisi, sömürge sonrası Avrupa ile çarpışması nedeniyle, farklı bir şekilde de olsa Ankara farklı bir şekilde de olsa hâlâ sömürgeci bir güç olduğunu yeniden keşfetti. İkincisi, Arap ülkelerinin artık Erdoğan’ın Libya’da olduğu gibi Osmanlı vilayetleri olmaya uygun olmadığını anlamadı.
Bu, Türkiye’nin bölgesel bir güç olma konumunu ancak Suudi Arabistan, Mısır ve BAE gibi diğer güçlerle eşitlik, ortaklık ve eşitlik temelinde anlaşmaya hazır olduğunda koruyabileceği anlamına gelir.
İhvan ideolojisine gelince; parti içi rekabet için bir araç olabilir. Ancak devletler arası ilişkiler için bir temel olarak uygun değildir. Ayrıca ihracat için bir meta olmaya da, onun vasıtasıyla nüfuz kazanmaya da uygun değildir.
Siyasi Erdoğanizm, Katar’ın da aynısını yapmaya çalıştığı gibi, İhvan projesini genişleme bahanesi olarak kullanmaya çalıştı. Ancak proje, tozu göğe yükselecek şekilde çöktü. Ama Mısırlılar, Tunuslular ve Sudanlılar ona sırt çevirdiği için değil. Ama diğer iki nedenden dolayı:
Birincisi, toplumlarına yıkım, yoksullaşma ve idari başarısızlıktan başka bir şey sağlamayan bir proje olduğu için.
İkincisi, toplumlar arasındaki farklılıkları hafife alan bir proje olduğu için. Her toplumdaki çeşitliliği ve kültürel çoğulculuğu da hafife alıp, tek bir cetvel üzerinde sıraya koyamazsınız.
Erdoğan’ın Türkiye’deki başarısı, bu proje için modernist bir “imaj” sunma girişiminden geldi. Şimdi ise ekonomik ve politik başarısızlığa tanık oluyor. Ekonomik olarak başarısız çünkü; enflasyonun nedenleri ve borç temelinde ekonomik genişlemenin ekonominin koltuğunun altına nasıl saatli bomba koyduğuna karşı çıkıyor. Politik olarak çünkü; binlerce kişiyi hapse attığı, şüphe temelinde yüz binlerce kişiyi işten çıkardığı ve muhalifleri ve muhalif olmayanları kovalayan bir tiranlık projesine dönüştüğü için.
Arap bölgesi ülkeleri ile Türkiye arasındaki ekonomik ve stratejik ortaklığın ulaşabileceği ufukları tahayyül bile edilemez. Başka bir tarih dersi başlayabilir. Ve bu ortaklık için uluslararası düzeyde de zafer yazılabilir.
Körfezin güvenliği Türkiye’nin güvenliği mi?
Semir SALAHA
al Araby al Cedid
2002 yılında Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidara gelmesiyle birlikte Türk-Körfez ilişkileri geleneksel klasik ilişkilerin sınırlarını aştı. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Körfez medyasına yazdığı “Barış girişimleri ve bölgesel iş birliğinin zamanı geldi” başlıklı makalesinde, BAE’ye yaptığı son ziyaretin en önemli hedeflerini, bu ziyaretin daha fazla gelişmeye olanak sağlayacağını ifade etti. İki ülke arasındaki iş birliği ilişkilerinin geliştirilmesinin bölgeye olumlu etkilerinin olacağının altını çizdi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, muhalefetten haftalar önce başlayan ziyaretin ticari ve mali yönlerini vurgulayan eleştirilere maruz kaldı. Bununla birlikte Türkiye’deki birçok kişi ziyaretin anlaşmaların çok ötesinde hedeflerinin olduğuna inanıyor. Türkiye’nin BAE’ye yönelik yaklaşımı, Ankara’nın komşu ülkelerle ilişkilerini gerginleştiren dosyaları yeniden dizayn etme başlığı altında yeni bir Türkiye bölgesel politikasından ayrılamaz.
Adalet ve Kalkınma Partisi yirmi yıl önce iktidar gelmesiyle ve özellikle 2012 yılından sonra Körfez ülkeleriyle ekonomik ve siyasi ilişkilerinde ayrı bir üstünlük kazanmayı başardı.
Güvenlik çıkarlarının Körfez ülkeleriyle birleştirilmesinden bahsederken bugün Türkiye’yi bekleyen engel, kendi çıkarlarını ve diğer ülkelerin çıkarlarını dikkate alan dengeli bir şekilde gerçek bir atılım kaydetmesidir. Ardından İran’ın Körfez ve Arap politikası konusunda benimsediği Türk politikasına karşı açık ve kararlı bir duruş sergilemelidir. İran saldırısı karşısında Körfez rejimiyle doğrudan güvenlik anlaşmalarına girmeden Körfez bölgesinde tarafsız bir ortak rolü oynamaya çalışmak temelinde Ankara bunu yapabilir mi? Özellikle birçok Körfez başkenti Türkiye’nin İran’a karşı klasik duruşunu tekrarlamasından memnun olmayacağı bir durumda.
Körfez ülkeleri Türkiye ile olan farklılıklarını arkalarında bırakmayı kabul edebilirler. Ancak Türkiye’nin güvenlik konularında başarı elde etmesi için, bölgesel dinamikleri ve senaryoları birçok yönden dikkate alan bir Körfez uzlaşmasını gerektirir.
Evrensel / 21.02.22