Geçtiğimiz hafta yayımlanan sayfamızda “Yemen’de bölgesel deniz savaşlarına doğru” başlığını kullanmış ve Yemen krizinin boyutlanacağına dikkat çekmiştik. Beklendiği gibi Arap basının geçen haftaki bir numaralı gündemi Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) müdahil olmasıyla oluşan yeni denge ve Husilerin bu ülkeye düzenlediği drone saldırılarıydı. Husilerin BAE’nin başkenti Abu Dabi’ye ilk kez düzenledikleri saldırı sonucunda Musaffah sanayi bölgesindeki petrol yüklü 3 tankerde patlama meydana geldi. Ayrıca Abu Dabi polisi, havalimanındaki inşaat alanını da hedef alan diğer bir saldırıda yangın çıktığını duyurdu. Yetkili makamların yaptığı açıklamada, 2’si Hindistanlı 1’i Pakistanlı 3 kişinin hayatını kaybettiği, 6 kişinin ise yaralandı belirtildi.
Hemen hatırlatalım Yemen’de 2014 başlayan iç savaşta bugüne kadar İran’ın desteklediği Husiler hep ilerleyen ve kontrol ettiği coğrafyayı sürekli büyüten taraf oldu. Ancak geçtiğimiz haftalarda kritik bir gelişme yaşandı. Suudi Koalisyonun desteklediği güçler ilk kez bir ilerleme sağladı. Arap basını bu değişimi iki nedene bağladı. Bunlardan ilki, gelişmiş savaş uçaklarına sahip Suudi hava kuvvetlerinin şiddetli bombardımanıydı. İkinci sebep ise BAE ve onun desteklediği güçlerin ve özellikle Devler Tugayının, Güney Geçiş Konseyi güçleri ve İslami Islah Partisine bağlı unsurların pozisyonlarını değiştirerek tümünün Husi güçlerine karşı birleşmesiydi. Bu birleşmenin arkasında Suud-BAE anlaşması olduğuna dikkat çekilmişti. Yemen krizinin önemli aktörlerinden BAE, 2019 yılından bu yana yazılı olmayan bir anlaşmayla Husilerle karşı karşıya gelmemeye özen göstermiş ve faaliyetlerini Güneydeki gruplar üzerinden devam ettirmişti.
Arap dünyasının tanınmış yazarı Abdulbari Atwan, Husilerin BAE topraklarına düzenlediği saldırıdan sonra iki sorunun öne çıktığını yazdı: “İlki, arkasındaki gerçek nedenlerle ilgili. İkincisi, BAE’nin bu saldırıya uzun vadeli tepkisi ile ilgili. Başka bir deyişle, üç yıllık bir yarım kesintinin ardından bu savaşa ‘güçlü’ dönüşünü sürdürecek mi yoksa potansiyel olarak yüksek maliyetlerden kaçınmak için 2019’da olduğu gibi tamamen çekilmeye mi karar verecek?”
Husilerin bu saldırısına karşılık doğal olarak BAE basını sert ifadeler kullandı. BAE basının amiral gemisi olarak nitelendirilebilecek olan al Halic gazetesi başyazısında Husileri “haydut” olarak niteledi. ABD’den Husileri terör listesine almasını istedi. Gazete ayrıca “Uluslararası yasaları ve Birleşmiş Milletler Şartı’nı hiçe sayan bu milislerin liderlerinin de suç teşkil eden uygulamaları ve insani değerlere ve savaş ahlakına değer vermeyen tutumları, terör listesinde yeniden sınıflandırılmayı dayatıyor” diyerek sadece hareketi değil hareketin liderlerinin de terör listesine alınması çağrısı yaptı.
Al Kuds al Arabi gazetesi, Husiler ile BAE arasında yaşanan son gerginliğin “münferit bir vaka” olmadığı ve iki kesim arasındaki angajman kurallarında “niteliksel bir değişimi” ifade ettiğini yazdı. Gazete ayrıca krizin bu niteliksel değişiminin İran, Suudi Arabistan gibi bölgesel aktörlerin ellerindeki pazarlık kartlarından bağımsız olmadığına dikkat çekti.
Muaviye’nin saç teli koptu mu?
Abdulbari Atwan
Rai al Youm
Husi hareketi “Ensarullah” tarafından Abu Dabi ve Dubai havaalanları ile bir rafineri ve yakıt depolarına insansız hava araçları ve balistik füzelerle başlatılan saldırının ardından, iki soru şiddetle ortaya çıkıyor: İlki, arkasındaki gerçek nedenler ne. İkincisi, BAE’nin bu saldırıya uzun vadeli tepkisi ne olacak. Başka bir deyişle, üç yıllık bir kesintinin ardından bu savaşa ‘güçlü’ dönüşünü sürdürecek mi yoksa potansiyel olarak yüksek maliyetlerden kaçınmak için 2019’da olduğu gibi tamamen çekilmeye mi karar verecek?
Geçtiğimiz yıllarda insansız hava araçları ve balistik füzelerle Suudi Arabistan derinliğinde vurulmadık hedef bırakmayan Husiler, Suudi Veliaht Prensi Prens Muhammed bin Selman tarafından Mart 2015’te başlatılan ve başkent Sana’ya fatih olarak girme sözü verdiği Kararlılık Fırtınası operasyonunda, Arap Koalisyonu’nun bir bileşeni olan BAE’yi hedef almaktan kaçınmıştı. Kendilerine yakın kaynaklara, BAE ile karşı karşıya gelmemeyi nasıl yorumladıklarını sorduğumuzda, aşağıdaki noktalarda özetlediğimiz birkaç neden olduğunu söylediler:
Birincisi: Islah Partisi (Yemen İhvanı), Güney Geçiş Konseyi ve “Meşruiyet ordusu” ile iç cephelere ek olarak, aynı anda iki cephe, yani Suudi Arabistan ile birlikte ve BAE ile yeni bir cephe açma isteksizliği.
İkincisi: BAE ile varılan örtülü ve yazılı olmayan anlaşma birkaç kelimeyle özetlenebilir; “Biz Güney Yemen’i size bıraktık, siz Kuzeyi bize bırakın; siyasi ve askeri müdahalede bulunmayın. Böylece de güvende olun!”
Üçüncüsü: Müttefik İran’ın, BAE ile “Muaviye’nin saç telini”* elinde tutma arzusu. Özellikle birinci Irak savaşından bu yana İran’a yönelik Amerikan kuşatmasını kırmanın ana kapısı olan Dubai Emirliğiyle. Resmi çevreler, iki ülke (BAE ve İran) arasındaki ticaret alışverişinin hacminin yılda 14 milyar dolardan fazla olduğunu tahmin ediyor.
Dördüncüsü: BAE’nin 2019’da 150’den fazla askerinin öldürülmesi ve yüzlercesinin yaralanmasının ardından aniden verdiği bir kararla Yemen’den kademeli olarak askerlerini çekmesi.
BAE’nin özellikle Şabva, Marib ve Al Bayda savaşlarında Yemen dosyasına güçlü dönüşü ve son Yemen Devlet Başkanı’nın yeğeni General Tarık Afaş başkanlığındaki Devler Tugayı aracılığıyla Husilere karşı vekalet savaşı yürütmesi, sahadaki tüm denklemleri alt üst etti. Husi Ensarullah kuvvetlerinin bu cephelerdeki ilerleyişinin durmasına ve petrol zengini Şabva Valiliği üzerindeki kontrollerini kaybetmelerine yol açtı. Saflarında büyük insani kayıplara neden oldu.
Tahran ve Beyrut’taki müttefikleri ile müttefik Yemen kabilelerinin liderleriyle istişarelerden sonra Husiler, BAE’yi topraklarının derinliklerinde bombalayarak karşılık vermeye karar verdi. Ancak BAE’yi uyarma amaçlı olduğu için kasıtlı olarak Suudi topraklarında gerçekleşen saldırılardan çok daha zayıf bir şekilde gerçekleşti. Bu uyarıda “Savaş meydanına dönersen döneriz, uyarılan da bunu mazur görmüş olur” denilmiş oldu. Buradaki alıntı, yukarıda bahsedilen aynı Husi kaynağından alındı.
BAE’nin askeri tepkisi, 24 saatten kısa bir süre içinde başkent Sana’nın kalbinde bulunan Hava Harb Okulu Müdürü, Emekli General Abdullah Kasım al Cunaid’in evinin havadan bombalanmasıyla geldi. Burada üç aile oturuyordu. Sonuç olarak yıllardır ilk kez 23 sivil öldü ve onlarca kişi yaralandı.
Son gelişmelerden sonra BAE için iki seçenek ortaya çıktı;
Birincisi: Husilerle 2019 “ateşkes anlaşmasını” yeniden canlandırmak. Bu tercih; ilk adım olarak kendisine bağlı güçleri Şabva, Marib ve al Bayda cephelerinden derhal çekilmeleri ve Hudeyde’nin güneyinde ve Bab el-Mendeb yakınlarındaki batı kıyısındaki eski üslerine dönmeleri için emir vermek anlamına geliyor.
İkincisi: Bu alanlarda “vekalet savaşı” ile ilerlemek ve yorgun Suudi müttefikinin konumunu güçlendirmek için tüm ağırlığını bir kez daha Yemen savaşına vermek. Böylece Prens Muhammed bin Selman’ın aralık ayı ortasındaki Körfez Zirvesi öncesi Abu Dabi ziyareti sırasında varılan mutabakatı uygulamak.
* “Muaviye’nin saç teli” halk dilinde yaygın kullanılan atasözlerinden biridir. Durumu ortada tutmak için diğer tarafın konumuna bağlı olarak yumuşak ve sert arasında değişen istikrarsız konumu ifade eder. Ebu Sufyan’ın oğlu Muaviye’ye, çalkantılı siyasi olaylara ve kargaşaya rağmen Şam’ı kırk yıl nasıl yönetildiği sorulduğunda, şunları söyledi: “İnsanlarla benim aramda bir saçın teli bile kopmadı. Saç telini gevşetirlerse ben çekerim. Çekerlerse ben gevşetirim”
Husiler uluslararası alanda aranıyor
al Halic
Başyazı
Husilerin, Abu Dabi’deki sivil tesislere yönelik ve sivil kayıplarla sonuçlanan acımasız saldırısı karşısında BAE ile dayanışma içinde verilen geniş küresel tepki, bu suçu kınama açıklamalarıyla sınırlı kalmayacak. Aksine, töreleri ve kanunları çiğnemekte ısrar etmelerine ve bölgesel güvenliği tehlikeye atmaya devam etmelerine rağmen, bu haydut grubu dizginlemek için sağlam pratik önlemler alacaktır. Kardeş Yemen halkını yıllarca istismar etmesine ek olarak, karanlık mezhep gündemini empoze etmek için sefil bir çaba içinde olmalarına karşın…
Ülkesi birden fazla açıklamayla Husileri kınayan ABD Başkanı Joe Biden, Husi milislerini uluslararası bir terör örgütü olarak yeniden sınıflandırmayı düşündüğünü duyurdu. BAE’nin saldırıdan hemen sonra yaptığı çağrı budur. Ayrıca uluslararası yasaları ve Birleşmiş Milletler Şartı’nı hiçe sayan bu milislerin liderlerinin de suç teşkil eden uygulamaları ve insani değerlere ve savaş ahlakına değer vermeyen tutumları, terör listesinin yeniden sınıflandırılmasını dayatıyor. Bu pervasız yaklaşım karşısında, maskaralığı sona erdirmek, tehdidi ortadan kaldırmak, Yemen halkını kronik trajediden kurtarmak ve uluslararası deniz ve hava yollarının korunması için pratik adımlar atmak gerekiyor. Abu Dabi Havalimanı’nı hedef almaya yönelik umutsuz girişimin öncesinde Kızıldeniz’de BAE bayrağı taşıyan sivil bir gemiye yönelik korsanlık yapıldı. Kardeş Suudi Arabistan Krallığı’nın topraklarında bulunan Cizan ve Necran’daki sivil tesisleri hedef alan ve masum insanların ölümüyle sonuçlanan sürekli saldırılara ek olarak, hayati önem taşıyan Bab’ül Mendeb Boğazı’na yüzlerce mayın yerleştirildi.
Ortaya çıkabilecek bütün fırsatları çarçur eden Husi milislerinin BAE’ye yönelik saldırganlığı; uluslararası kırmızı çizgileri çoktan aştı. Ancak görünen o ki, suça ve insanlık onurunun en temel kurallarının ihlaline bağımlı olan bir kişi bu bağımlılığından vazgeçemez. Karanlık mağarasından çıkmaz. Yemen’de yürütülen barış çabalarına ortak olmaz. BAE bunu birden fazla vesileyle teşvik etti ve Meşru Yemen hükümeti tarafından verilen çeşitli tavizler bunu kanıtladı.
Darbeci Husiler, kendi kendisini köşeye sıkıştırdılar. “Uluslararası alanda aranmaları” bir talep haline geldiğinde onları savunacak kimseyi bulamayacaklar. Bu darbeci milislerin durumunu yeniden gözden geçirmek ve onları yalnızca ABD’nin terör listesinde değil, aynı zamanda suçla mücadeleye ilişkin tüm uluslararası listelerde yeniden sınıflandırmak için her yerden sesler yükseliyor.
Husilerin BAE’ye saldırıları ve uzun vadeli yansımaları
al Kuds
Başyazı
Abu Dabi polisi tarafından olayın hafifletilmesi, etkilerinin abartılması ve Yemenli Husilerin acı verici operasyonlarının tehdidi arasında; Musaffah Sanayi Bölgesi ve Abu Dabi Havaalanı civarının hedef alınması; genel olarak Yemen savaş sahnesinde ve özellikle Husiler ile BAE arasındaki angajman kurallarında niteliksel bir değişimi ifade ediyor. Bugün Sana ve Abu Dabi arasında değişen şey, istisnai bir zaman ve mekanda oluşan münferit bir gelişme değil. Yemen topraklarında bölgesel müdahalenin tüm unsurlarının; bir yanda İran’ın, diğer yanda Suudi-BAE ittifakının elindeki tüm zorbalık, baskı ve pazarlık kartlarından bağımsız olmaları mantıksız.
Mussafah bölgesine yapılan insansız hava aracı saldırılarının yol açtığı ölü ve yaralıların yarattığı akis; Yemen’in Şabva bölgesinde BAE’nin doğrudan desteklediği Devler Tugayının Husi grubuyla girdiği askeri çatışmaların doğrudan yankılarından daha az olmadığı doğrudur. Husilerin savaş alanında ve özellikle Marib’deki kayıplarına karşılık BAE’nin topraklarının derinliklerini hedef alan insansız hava araçlarıyla vurması manevi bir zafere dönüşebilir. Yemen toprakları üzerindeki herhangi bir ilerleme-gerilemenin; Tahran, Riyad ve Abu Dabi’den benzer şekilde benzer şekilde yankısının olacağının dışlanmaması gerektiği kesinlikle doğrudur.
Öte yandan, Husilerin BAE’nin derinliğini hedeflemesi, münferit bir adım değil. Husi kaynaklar, 2017 ve 2018’de Abu Dabi ve Dubai havaalanlarına, Şaybah sahasına ve Barakah nükleer santraline yapılan saldırılara atıfta bulunuyor.
BAE’nin 2019’da Yemen’deki askeri varlığını azaltacağını açıklaması kısa ömürlü bir aldatıcı manevraydı. Çünkü Abu Dabi’nin Yemen denkleminin kalbinde olmaya devam etmesi, doğu ve güney bölgelerinde yer alan Aden’nin Balhaf ve Mocha limanlarındaki sadık milisleri aracılığıyla devam etti.
Daha az önemli olmayan bir başka husus da son Husi saldırısının grubun saflarında bir kafa karışıklığını yansıtmasıdır. Bu karışıklık, toprak kayıplarıyla başlayıp kontrol edilen bölgelerin yönetilmesine kadar uzanıyor.
Bu bağlamda, İran’ın Irak, Suriye ve Lübnan’daki seçenekleri gibi Yemen’deki seçeneklerinin, İran nükleer programı konusunda yeni bir anlaşmaya varılması açısından Viyana Müzakerelerinin durgunlaşmasına veya gevşemesine esir kaldığı unutulmamalıdır.
Evrensel / 24.01.22