Kaşıkçı davası ve Suudi Arabistan'a açık mesaj

Siyasi ve diplomatik gelişmelerin hız kesmediği Arap dünyasında, geçtiğimiz hafta Türkiye, Yemen ve Tunus’ta etkisi yadsınamayacak olan üç ana gelişme yaşandı.

  • Çeviri
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 04 Nisan 2022
  • 08:30

Türkiye’den başlayalım. Adalet Bakanlığı, Washington Post Yazarı Suudi Gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın, Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğunda öldürülmesine ilişkin 26 sanığın yargılandığı davanın Suudi Arabistan adli makamlarına devrini uygun gördü. Şüphesiz ki yaşanan bu gelişme, Erdoğan yönetiminin Arap dünyasında karşı karşıya geldiği ülkelerle ilişkileri yenileme yöneliminden bağımsız değil. Kuşkusuz iktidarın Katar dışında diğer Körfez ülkeleriyle ve özellikle daha önce birçok konuda hedef tahtasına koyduğu Suudi Arabistan ve BAE’yle ilişkileri yeniden kurmak istemesi, bölgede Amerikan stratejisine yeniden bağlanma konusunda gösterdiği çabanın bir parçası. Lakin ülkenin yaşadığı ekonomik buhranın ortaya çıkardığı “acil para ihtiyacı” bu değişimde belirleyici bir faktör olarak orta yerde duruyor.

BAE’den sonra Suudi Arabistan

Kaşıkçı davasının Suudi mahkemelerine bütün delillerle beraber devrine girmeden önce bölgenin son dönemdeki resmini kısaca bir hatırlayalım. Katar’ın Erdoğan yönetiminin dış politikasında önemli bir yere sahip olduğu herkesin malumu. Mısır ve Libya dosyaları başta olmak üzere birçok noktada ortak tutum takındılar. Lakin BAE ve Suudi Arabistan birçok meselede karşı karşıya gelinen iki önemli bölgesel aktör oldu. Şüphesiz ki Abu Dabi Veliaht Prensi Şeyh Muhammed bin Zayed’in Türkiye ziyareti ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la görüşmesi ilişkilerin normalleşmesi bakımından bir dönüm noktasıydı. Geçtiğimiz yılın kasım ayının sonlarında gerçekleşen bu ziyareti, şubat ayının ortalarında Erdoğan’ın iki günlük BAE ziyareti takip etti.

Resmi olarak doğrulanmasa bile Erdoğan’ın bu ziyaret esnasında Veliaht Prens bin Selman ile görüşmek istediği haberi Arap basınında birçok gazetede yer aldı. BAE son dönemde yürüttüğü diplomasiyle hem İsrail’le imzalanan İbrahim Barışı’nın hem de başlıca hedefi İran olan Arap-İsrail ittifakının temellerinin atılmasının mimarı. 

İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog’un Ankara’ya resmi bir ziyarette bulunması, İsrail’le normalleşme hatta ittifak girişimlerine bir nevi dahil olmuş oldu. Daha düne kadar özellikle BAE’nin başlattığı İsrail’le normalleşme adımlarını eleştirirken, Herzog’u ağırlayarak eleştirdiği bu sürece çok daha ileri bir noktadan katılmış oldu. İşte bu atmosferde, daha önce Kaşıkçı cinayetine çok sert tepki veren iktidar, Suudi Arabistan’la bozulan ilişkileri yeniden onarmada mahkemenin devrini kullanmada herhangi bir beis görmedi.

Arap dünyasının tanınmış yazarı Abdulbari Atwan konuya ilişkin kaleme aldığı makalede “Gazeteci Cemal Kaşıkçı’ya yönelik suikast dosyası; iki ülke arasındaki ilişkilerin iyileştirilmesi ve Türk malları üzerindeki ‘gayriresmi’ yasağın kaldırılması karşılığında davanın ve belgelerinin Suudi yargısına devredilmesi isteği kabul edilerek Adalet Bakanının onayıyla kapatıldı” İfadelerini kullanarak verilmek istenen mesajı vurguladı.

Yemen’de iki aylık ateşkes

Daha önce sayfamızda Ukrayna krizinin sadece uluslararası ilişkiler alanında değil aynı zamanda bölgesel kurulan dengelerde ve özellikle Ortadoğu’da muazzam yansımaları olacağına dikkat çekmiştik. Onuncu yılına yaklaşan Yemen savaşının artık kangrenleştiği, konuya vakıf hemen herkesin ortak fikri. Bu nedenle özellikle son bir yıldır Suudi Arabistan Krallığının krizi sona erdirmek için çabaları yoğunlaşmış durumda. Krallık; geçen yıl mart ayında Yemen’in büyük bir bölümünü elinde tutan Husilere yönelik karşılık bulmayan müzakere çağrısını bu sefer Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) eliyle tekrarladı. Ukrayna krizinin gölgesinde gerçekleşen bu çağrıya Husiler bu sefer olumlu karşılık verdi. 1 Nisan-3 Haziran arasında taraflar arasında ateşkes sağlanacak ve savaşa katılmak için yeni birliklerin oluşturulması engellenecek. Limanların ve hava alanlarının kısmi olarak kullanılmasına izin verilecek. Anlaşmayı manşetten veren al Arap gazetesi yayımladığı haber analizde “Husilerin anlaşma hükümlerini ihlal etme” endişesine yer verdi.

Tunus; 14. Louis ya da Kays Said

Üzerinde duracağımız son gelişme Tunus’tan. Son cumhurbaşkanlığı seçimini kazanan Kays Said geçen yıl ülkenin bağımsızlık günü olan 25 Temmuz’da Başbakan Hişam Meşişi ve İslamcı Ennahda Partisi destekli hükümetini görevden almış ve parlamentoyu askıya alarak olağanüstü hal ilan etmişti. Oysa Tunus’ta, aralık 2010’da patlayan halk hareketi Zeynel Abidin bin Ali rejiminin devrilmesiyle sonuçlanmış  ve 2014’te  yapılan anayasa değişikliğiyle yetkiyi; cumhurbaşkanından parlamentoda mevcut bulunan parti ve gruplarla kurulan hükümetlere devretmişti. Said, attığı bu adımla tek adam rejimi inşa yoluna girmiş  oldu. Ancak askıya alınan parlamento online bir toplantı yaparak olağanüstü hali kaldırdığını açıkladı. Kays Said ise milletvekillerini, “Darbeye teşebbüs, devletin iç ve dış güvenliğine komplo kurmakla” suçlamasıyla “Terörle Mücadele Komitesinin” önüne çıkarma girişiminde bulundu. Al Kuds al Arabi gazetesi Said’i, “Devlet benim, ben devletim” diyen 14. Louis’e benzetti.

Kaşıkçı davasının Riyad’a dönüşü

Abdulbari ATWAN
Rai al Youm

Son olarak, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Suudi Arabistan’ın fiili hükümdarı Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın şartlarına razı oldu. Gazeteci Cemal Kaşıkçı’ya yönelik suikast dosyası; iki ülke arasındaki ilişkilerin iyileştirilmesi ve Türk malları üzerindeki “gayriresmi” yasağın kaldırılması karşılığında davanın ve belgelerinin Suudi yargısına devredilmesi isteği kabul edilerek Adalet Bakanının onayıyla kapatıldı.

Bu kabullenme şaşırtıcı değildi çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan, Mısır’ın isteklerine muhalif İslami televizyon istasyonlarını kapatarak veya kısıtlayarak tam olarak yanıt verdi. Çin’in Uygur azınlığındaki  muhaliflerini hükümetlerine teslim etti. İranlı muhaliflerin ve Çeçenlerin hükümetlerinin istihbarat servisleri tarafından öldürülmesine göz yumdu. İsrail İşgal Devletinin Lideri Isaac Herzog’un bir ay önceki Ankara ziyaretinin ardından, bir sonraki adımın “Hamas” hareketinin liderlerinin ve unsurlarının çoğunun Türkiye topraklarından sınır dışı edilmesi olabileceğini de göz ardı etmiyoruz.

İslami ilke ve değerler, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önceliklerinde alt sıralarda yer alıyor. Kaşıkçı hayatta olsaydı, onu Suudi yetkililere teslim etmek için inisiyatif alabilirdi. Onun için önemli olan cumhurbaşkanlığı sarayında kalması, liranın toparlanması ve Türkiye ekonomisinin politikalarının başarısızlığı nedeniyle içinde bulunduğu sıkıntıları aşması.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “siyasal İslam’ı” ABD’nin ve onun Suriye, Irak, Libya ve Mısır gibi birçok Arap ve İslam ülkesine yönelik komplolarının hizmetinde kullanılabilen parlak bir aktördü. Ne yazık ki İslami hareketlerin bazı liderleri hâlâ halife ve müminlerin emiri olarak görülmekte ve şiddetle savunulmaktadır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Filistin davasına desteği sözlüydü ve Filistin direnişine ve özellikle Hamas’a bir miktar “sözlü” yardım dışında tek bir kurşun ya da tek bir dolar vermedi. Hiçbir zaman bağlarını kesmediği işgalci ülkenin gazabına uğramamak için, Gazze’ye yönelik saldırganlığında sadece büyükelçileri geri çekmekle yetindi. Yine de Hamas’ın kendisi de dahil olmak üzere bazı İslamcılar onu tanrılaştırmaya ve yüceltmeye devam ettiler ve ne yazık ki hâlâ yapıyorlar.

Cumhurbaşkanı Erdoğan sadece gücün dilinden anlıyor. Bu yüzden Suudi prensine ve ondan önce de Mısırlı yetkililere boyun eğdi. Amerikalı Rahip Brunson’ı serbest bıraktı. Suriye krizinin başlangıcında Türk hava sahasını ihlal ettiği söylenen bir Rus uçağının düşürüldüğü için Devlet Başkanı Putin’den  dilenen özür; hem Türkçe hem de Rusça dillerinde, sesli ve görüntülü olarak geldi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Suriye’deki yıkıcı rolünden dolayı özür dileyebileceğini göz ardı etmiyoruz. Suudi veliaht prensinin bu şartlara boyun eğmeyi kabul edip etmeyeceğini bilmiyoruz. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Mısır’a verdiği büyük tavizler tasavvur bile edilemezdi ve olmaya da devam ediyor. Ancak Mısır’ın buna tepkisi ılımlıydı ve şu ana kadar iki ülke arasındaki büyükelçiler geri dönmedi. Mısırlı yetkililerin Erdoğan’ı değişken olarak görüyorlar, pozisyonunu hızla değiştirmesi ve rüzgarlara göre yön değiştirmesi yüzünden güvenmiyorlar.

Sonuç olarak, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ülkesinin en büyük kenti İstanbul’daki konsolosluğunda Gazeteci Kaşıkçı’nın vahşice öldürülmesi meselesinde Prens Muhammed bin Selman’dan ilk özür dileyen değil ayrıca onu geleceğin Suudi Arabistan kralı ve İki kutsal caminin hizmetkarı olarak onaylayan da oluyor.

Tunus, helal siyasi tekel

Al Kuds al Arabi
Başyazı

Tunus Temsilciler Meclisi, dijital iletişim platformları aracılığıyla toplanmasını durdurmaya yönelik teknik girişimlerin ardından geçtiğimiz çarşamba günü, cumhurbaşkanının geçen 25 Temmuz’da açıkladığı “olağanüstü önlemleri” iptal etme kararı alarak başarılı oldu. Said, parlamentonun feshedildiğini ve oturuma katılan düzinelerce üyesinin yargılandığını duyurarak yanıt verdi.

Parlamento üyeleri, seçilmiş yasa koyucular olarak olağanüstü halin kaldırılması ve siyasi diyalog çağrısı yapılması gerekliliği konusundaki görüşlerini açıkladıkları için, Cumhurbaşkanının aldığı yeni bir kararla halkın seçtiği temsilcilerden, “Darbeye teşebbüs, devletin iç ve dış güvenliğine komplo kurmakla” suçlamasıyla “Terörle Mücadele Komitesinin” önüne çıkarılmak istenen kişilere dönüştüler.

Parlamentoyu feshetme kararı, hükümetten başlayarak Tunus devlet kurumlarının bağımsızlığını fiilen sona erdiriyor. Yerini öğrenciler gibi görevi cumhurbaşkanının derslerini dinlemek ve taleplerini yerine getirmek olan kişiler aldı. Hakimler  Yüksek Kurulu feshedildi ve yerine itaatkar bir “geçici” kurul yargıya getirildi. Medya evcilleştirilerek Başkanın “sesini” iletmek için kullanılan bir araca dönüştü.

Said, sözlerinde ve eylemleri, kişiliği ve devlet kavramına yüklediği anlamla, “Devlet benim ve ben devletim” diyen Fransız Kralı 14. Louis’in tavrıyla örtüşmektedir. Diğer tüm devlet kurumlarını cumhurbaşkanlığı lehine iptal etmesi ve profesörü  olduğu anayasayı 22 Eylül’de bir “cumhurbaşkanlığı kararnamesi” yorumu yoluyla maniple etmesi çok garip.

Tunus’taki bu durumda ortaya çıkan paradokslar arasında, cumhurbaşkanının kısa süre önce yaptığı açıklamada “siyasetteki tekelciliğe karşı savaş” açtığını ilan etmesiydi. Başbakan Necla Boden ile farkında olmadan “tekelciliğin tezahürleriyle mücadele” konusunu tartıştı.

Said’in kararları Tunus’taki siyasi krize katkıda bulunuyor. Ancak gerçek şu ki, ordunun ve polisin desteği ve Tunuslu siyasi seçkinlerin bir kısmının suç ortaklığı olmasaydı, tek adam yönetime giden bu yolda yürüyemezdi. Özellikle, devlet kurumlarına yönelik bu darbenin temel siyasi dayanağı olan Tunus Genel İşçi Sendikası. Bir de tabii ki, Meclisin feshedilmesinden aldığı zarara rağmen, Nahda’dan kurtulmak dışında bu siyasi krizi umursamayan eski sisteme dönüş çağrısı yapan Hür Meşrutiyet Partisi. El Nahda, bu partinin İdeolojik olarak rakibi. Kendince bu tutumunda yanlış bir şey yok. Öte yandan demokrasinin, sivil yönetimin ve modern devletin kurumlarının canı cehenneme!

Yemen’de ateşkesin başarısı husilerin kararlılığına bağlı

Al Arab

Konuya hakim siyasi kaynaklar, al Arab’ a iki aylık ateşkesin, Sana Havaalanının kısmen açılmasının ve Hudeyde Limanına uygulanan kısıtlamaların hafifletilmesini içeren Birleşmiş Milletler (BM) girişiminin Yemen partileri tarafından onaylandığını söyledi. Bu planın yeni bir içerik taşımadığı ve Suudi hükümetinin daha önce Husi milisleri tarafından reddedilenle aynı olduğu belirtildi.

Kaynaklar, Husilerin girişimi kabul etmesinin, İran destekli Husilerin Suudi Arabistan’daki petrol ve sivil tesislere saldırmasının ardından artan uluslararası baskıları hafifletme girişimlerine ek olarak, kötüleşen hizmet ve geçim kaynaklarının çökmesi sonucunda kontrol alanlarında artan halk baskılarının ışığında geldiğini belirtti.

Kaynaklar BM’nin Yemen Elçisi Hans Grundberg’i  Husilerin daha fazla savaşçıyı seferber etmek ve Marib ve diğer cephelerde yeni saldırılar başlatmak için ilan edilen ateşkesten faydalanabileceği noktasında uyardı.

Yemen meselesi uzmanlarına göre, son zamanlardaki uluslararası çabaların başarısı, “evi meşruiyet içinde düzenlemek” ve bileşenlerini genişletmek için çalışacak olan Riyad’daki Yemen istişarelerinin sonuçlarına bağladılar. Aynı zamanda, Husi karşıtı partilerin savaş ve barış seçeneklerini belirlemedeki ciddiyetinin yanı sıra, Husilerin yedi yıllık savaşın ardından şiddet meydanını terk etmedeki ciddiyetini de gösterecek.

Yemen Enformasyon Bakanlığı Danışmanı ve Riyad İstişareleri Üyesi Fahd Talib al Şarafi, al-Arab’a yaptığı açıklamada, Husilerin ateşkesi kabul etmesinin yeni bir mesele olmadığını söyledi. “Ancak asıl sınav, bu ateşkese bağlılıklarında ve bunu bir sonraki savaş turlarını harekete geçirmek için kullanmamalarında yatmaktadır” ifadelerini kullandı.

Al Şarafi, Husilerin, öfke durumunu, iç ve dış gerilimi yatıştırmak amacıyla BM’nin Yemen elçisi tarafından sunulan ateşkesi kabul ettiğine dikkat çekti. Ancak, en sonuncusu 2018’de Birleşmiş Milletler tarafından desteklenen Stockholm  anlaşmasını devirdikleri  göz önüne alındığında, ateşkes şartlarına bağlılıklarının kapsamı şüpheli olmaya devam ediyor.

Uluslararası alanda tanınan Yemen hükümeti, Husi milisleri, Suudi Arabistan liderliğindeki Arap koalisyonu, Körfez İşbirliği Konseyi ve diğer bölgesel ve uluslararası taraflar, Yemen’deki çatışmanın taraflarının iki aylık bir ateşkesi içeren BM girişimine tepkisini memnuniyetle karşıladı.

Ateşkes 1 Nisan’da yürürlüğe girdi ve 3 Haziran’a kadar devam edecek ve uzatmaya tabi olabilecek. Birleşmiş Milletler, ateşkesin “Çatışmanın barışçıl bir şekilde çözülmesine elverişli bir ortam sağlamayı” amaçladığını ve “Herhangi bir tarafın gruplarını yeniden oluşturmasına veya askeri operasyonlara devam etmesine izin vermek için duraklama” niyetinde olmadığını söyledi. Husilerin daha fazla savaşçısını harekete geçirmek için ateşkesi istismar edeceğine dair korkulara atıfta bulunarak.

Girişim; Yemen içindeki ve dışındaki tüm kara, hava ve deniz operasyonlarının durdurulmasını, karadaki mevcut askeri mevzilerin dondurulmasını ve ateşkesin iki ayı boyunca 18 petrol tankerinin Hudeyde limanlarına girmesine izin verilmesini sağlıyor. Ateşkesin iki ayı boyunca Sana’ya ve oradan da Mısır ve Ürdün’e haftada iki ticari uçuş yapılmasına izin veriliyor. Girişim ayrıca, ateşkes yürürlüğe girer girmez tüm tarafları, sivillerin, erkeklerin, kadınların ve çocukların hareketini kolaylaştırmak için Taiz ve diğer illerde yolların açılması konusunda anlaşmaya varmak için özel elçi ile bir toplantıya davet etmeyi de içeriyor.

Evrensel / 04.04.22