Türkiye’nin Afrin’e yönelik Zeytin Dalı adı verilen sınır ötesi operasyonu hatırlayan var mı? Ben detayları magazin programlarında gördüğümde dehşete düşmüştüm. Seda Sayan’dan İbrahim Tatlıses’e, Ajda Pekkan’dan Yavuz Bingöl’e magazin dünyası sahadaydı. Ellerinde kamera, dillerinde olayla uzaktan yakından alakaları olmadığını aşikar eden sloganlarla magazin dünyasının ünlüleri Afrin seferini unutulmaz kılacak tarihi bir harekata şahitlik ediyordu!
Afrin düşeli birkaç hafta oldu, magazin dünyası sessiz!
Öncesi sonrası, en önemlisi de amacı belirsiz ve fetih havasına sokulan sınır ötesi operasyonların parıltısının ömrü de kısa oluyor demek ki!
Üstelik Afrin’i El Kaide’nin Suriye kolu olan cihatçılar ele geçirdi.
Peki bu nasıl mümkün oldu? Türkiye içinde birçok hayati gelişme gibi bu gelişme de zorunlu tartışmaları, sorgulamaları başlatamadı ancak sahayı yakından izleyenler açısından spekülasyonların önünü açan en önemli sebep Türkiye’nin sessizliği oldu. Türkiye cihatçıların yolunu mu açtı? ÖSO’cuları cihatçıların önüne sürüp sorumluluğundan mı kurtulmak istedi? Temel amaç Suriye’nin kuzeyinin en ucunda bulunan cihatçıları, şeridin diğer ucundaki Kürtlerin üzerine salmak mıydı? Soru çok haliyle spekülasyonların da sonu gelmiyor.
Olanı ve olacakları anlayabilmek için biraz geriye, 2018 yılına gitmek gerekiyor;
Suriye sahasında vekalet savaşı sürüyordu. Ayaklanmanın başından itibaren vekalet savaşına dahil olan ülkelerin çoğu IŞİD gibi radikal yapıların yükselişi, diğer taraftan Mısır gibi ülkelerde Müslüman Kardeşler örgütünün aleyhine esmeye başlayan rüzgarla birlikte politikalarını yenilemeye başlayalı çok olmuştu; bu ülkelerin önemli bir kısmı Suriye sahasından çekilmişti.
Ancak ısrarla Şam’da bir yönetim değişikliği, bunun üzerinden bütün bölgede oyun kurucu olma idealine sıkı sıkıya sarılan, hem sahadaki somut gelişmelere hem de diplomasi koridorlarındaki değişimlere gözünü kapatan tek ülke Türkiye’ydi. Ne olursa olsun Suriye sahasında kalmalıydı, bedeli ne olursa olsun!
Bunun önünü açan da Rusya’nın girişimleri ile İdlip’te bir ateşkes sürecinin başlatılması oldu. Elbette Rusya da cihatçıların kontrolündeki İdlip’te on binlerce militanın kontrol altına alınamayacağını biliyordu. Ancak o dönemin şartları farklıydı ve Türkiye’nin en azından desteklediği silahlı gruplar üzerinden çatışmaların devamını sağlamasının önüne geçmesi sağlanmalıydı Rusya’ya göre!
Nihayetinde imkansız olduğunu herkesin bildiği ateşkes süreci başladı ve Türkiye buna dayanarak İdlip içinde, kırsalında askeri gözlem noktaları oluşturmaya başladı. Başlarda 15-20 ile sınırlı olan bu gözlem noktalarının sayıları yıllar içinde birkaç yüze ulaştı. Üstelik yerleri de sabit değildi; bazen Suriye ordusunun bazen de cihatçıların saldırılarına uğruyordu.
Bu arada şartlar da değişiyordu sürekli ve Suriye içindeki sıcak çatışmalar azalmaya, Rusya İdlip’i daha sık vurmaya, Türkiye’ye çekilmesi için baskı yapmaya başladı.
İdlip’in yanı başındaki Afrin o dönem sadece YPG olan ve ağırlıklı olarak bölge Kürtlerinden müteşekkil yapının kontrolündeydi ve Afrin’in Türkiye’nin sınır ve milli güvenliğine ne kadar büyük bir tehdit olduğu fark edildi! Resmi söylemler bunu söylüyordu ancak Ankara’nın temel amacının İdlip’teki statüsünü güvenceye almak olduğu gerçeğin kendisiydi.
2018’ten bu yana Türkiye kendi isteğiyle Suriye’deki bataklığa daha bir battı, battıkça daha da derine inebilmek için hamle üstüne hamle yaptı.
Eski adı ÖSO olan silahlı grupları tek çatı altında toplayabilmek, biraz da hizaya getirebilmek üstüne defalarca girişimlerde bulundu. Ancak nihayetinde TSK’nın Suriye’de iş birliği yaptığı bu silahlı grupların disiplinden uzak, ideali amacı, ahlakı olmayan, karanlık sicilleri ayyukka çıkmış yapılar olduğu gerçeğini değiştiremedi. Nihayetinde Suriye’nin kuzeyi yani Türkiye’nin desteklediği, Kuvva-i Milliye’ye benzetip adını Milli Ordu yaptığı silahlı güruh kontrol ettikleri bölgeleri yağmanın, tecavüzün, insandan uyuşturucuya her türlü kaçakçılığın yapıldığı kocaman bir kanunsuzlar bölgesine çevirdi kısa sürede.
Bu arada İdlip’teki cihatçılara uluslararası destek de para akışı da kesildikçe kesildi; kontrol ettiği bölgelerdeki öğretmenlerin, çalışanların maaşlarını ödeyemez hale geldi. Üstüne bir de Ankara’nın Şam ile normalleşme niyetini duyurması ile beka kaygısı had safhaya ulaştı.
Zaten Türkiye’nin desteklediği silahlı gruplarla cihatçılar arasında gerek ideolojik ve gerekse para sebebiyle sürekli etkileşim vardı.
Ve bu sebeplerin zamanla olgunlaşması ile birlikte beklenenler sırayla gerçekleşmeye başladı.
Tekrar başa dönelim; cihatçılar İdlip’i nasıl ve neden aldı?
Ankara’nın Şam ile normalleşme isteği ile birlikte beka kaygısına kapılan Türkiye’nin desteklediği gruplar hepten kontrolden çıktı. Öyle ki, maaşını Türkiye’den alan bir silahlı grup yani Hamza Tugayı diğer gruba yakın bir aktivisti infaz etti. Aktivistin ölmeden önce Hamza Tugayı’nın uyuşturucu kaçakçılığındaki rolünü araştırdığını belirtmeden geçmeyelim. Buna tepki gösteren yine Türkiye’nin desteklediği grup Hamza Tugayı’na saldırdı ve kontrol ettiği yerleri ele geçirdi.
Zaten para kaynakları kuruyan ve hepten unutulan İdlip’teki cihatçılar yani kısaca HTŞ bir taşla birkaç kuş vurabileceğini görüp harekete geçti. Hamza Tugayı’na destek için İdlip’ten Afrin’e kadar çatışarak Hamza Tugayı’nın kaybettiği yerleri geri alıp tugayı buralara tekrar yerleştirdi.
Yani Türkiye’nin yıllardır miktarını bilmediğimiz büyük kaynaklar aktardığı silahlı militanlar üzerinde kontrolünün ne kadar sınırlı hale geldiğini gösterebilecek bir örnek daha!
Desteklediği iki grup arasındaki çatışmayı durduramayan Türkiye bu defa çatışmaya karışmamış olan diğer birkaç grubu tek çatı altında toplayıp yeni bir grup oluşturdu ve çatışan tarafları yatıştırmasını istedi. Bu da işe yaramadı.
Nihayetinde HTŞ, Afrin’i de ele geçirip militanlarını, tanklarını, askeri araçlarını İdlip’e geri gönderdi. Görünüşte Afrin’i Hamza Tugayı ve yine Türkiye’nin desteklediği gruplardan biri yönetiyor. Ancak yerel kaynaklar öyle demiyor!
Peki HTŞ Afrin’i perde arkasından yönetebilmek için mi girişti bunca çatışmaya?
Hayır, HTŞ’nin öncelikli amacı Hamza Tugayı başta olmak üzere SDG’nin kontrol ettiği bölgeler dahil Suriye’nin kuzey şeridinin tamamını saran kaçakçılık hattı üzerinde söz sahibi olmak. Ki, bu amacı artık borcunu ödemesi gereken Hamza Tugayı üzerinden sağlanacak gibi görünüyor.
HTŞ’nin ikinci hedefi hem Türkiye’nin hem de ABD’nin tepkisini test etmekti. Türkiye, cihatçılarla doğrudan bir çatışmaya girmek istemedi. Sonuçta İdlip’te çok sayıda Türkiye’den giden asker ve sivil çalışan var. Ayrıca cihatçılar Türkiye sınırından gözle görülebilecek kadar yakın. Kaldı ki, olası bir çatışmada hayatını kaybedenler için Ankara ne diyecekti? Destekleyip, dolaylı da olsa gözlem noktaları ile kalkan olduğumuz cihatçılar vatandaşlarımızı katletti gibi bir açıklama yapılamayacağına göre… Hele de seçime aylar kala!
HTŞ de İdlip ve Afrin’deki Türkiye vatandaşlarına karışmadı. Çünkü onun için de Türkiye ile doğrudan bir husumet iyi olmazdı, nihayetinde HTŞ için de Türkiye’nin İdlip’teki varlığı cihatçıların durumlarını korumalarının garantisi!
HTŞ’nin amacı mıydı bilinmez ancak ortaya çıkan sonuçlardan biri de Türkiye’nin desteklediği silahlı grupları kontrol edemez halde olduğu. Yine bu grupların yolsuzluk, iç husumetler, yerel halkta tepki yaratan eylemleri sebebiyle kontrol ettikleri noktalardaki güçlerinin çok ama çok azalmış olduğu gerçeği. Bu vesileyle HTŞ Türkiye’ye, “Desteklediğin grupların hali bu ama biz öyle değiliz, buralarda kalmaya niyetliysen bizi yok sayamazsın, askeri kapasitemizi görmezden gelemezsin.”
Aslında bir faktör daha eklemek gerek; Ankara-Şam ilişkilerinin seyrine dair belirsizliğin sahadaki durumu hepten karmaşıklaştırdığı açık. Bu sebeple, Türkiye’nin sahadaki komutanları ÖSO içindeki çatışmalara dahil olup olmama ya da cihatçılarla doğrudan çatışıp çatışmama gibi kararları vermekte çok zorlanmış olabilir. Yine bu noktada HTŞ’nin hamlesinden şunu net olarak anlıyoruz; onlardan kolay kolay kurtulmak mümkün değil, hafife almak çok ama çok yanıltıcı olur.
Son olarak, Türkiye’nin HTŞ’yi Fırat’ın doğusundaki Kürt silahlı ve siyasi yapıları boğmak üzere sahaya sürmesi mevcut duruma bakılırsa pek olası değil.
Ankara şu anda elindeki on binlerce ÖSO’cu ve gövde gösterisi yapmış olan HTŞ ile nasıl baş edeceğini düşünüyor ya da düşünmek zorunda!
Artık ötelenecek, zamana yayacak, üstü kapatılacak sorunlar olmanın çok ötesine geçtiler!
Evrensel / 27.10.22