Güncel boyutlarıyla kadro sorunu

Kadroların gelişimi sorunu, içinde bulunduğu nesnel koşullardan bağımsız ele alınamaz. Zira dönem ve koşullar, devrimci kadronun ideolojik, politik, örgütsel ve kültürel gelişiminin şekillendiği nesnel zemini oluşturmaktadır.

  • Değerlendirmeler
  • |
  • Güncel
  • |
  • 11 Haziran 2024
  • 08:00

“… Habip Gül ‘87’den beri, yani hareketin başlangıcından itibaren saflarımızdadır. Fakat ‘90’ların başındaki ilk tutuklanmasına kadar, örgütün çeperinde sempatizan bir fabrika işçisidir. Kendini bulması ilk zindan yaşamı ile başlamıştır ve bu da sözünü ettiğim yeni tasfiyeci dalgaya denk gelmektedir. Ümit ile Hatice yoldaşın örgütlü yaşama geçişleri de tamı tamına bu döneme denk geliyor.

“Dikkate değer olgu da işte buradadır. Yeni bir tasfiyeci dalganın yaşandığı bu dönemde, sonradan örnek devrimci yaşamlarıyla tanıyacağımız genç devrimciler hareketimizin saflarında örgütlü yaşama başlıyorlar. Yani dünyada gerici rüzgarların estirildiği ve Türkiye’de sosyal mücadelenin gerilediği, bu ikisinin birleşik etkisi altında solda yeni bir tasfiyeci cereyanın yaşandığı bir evrede, devrimci mücadeleyi seçen ve bunun gerektirdiği davranış çizgisini her alanda gösteren bir devrimcilik örneğiyle karşı karşıyayız. Böyle bir dönemde devrimcilik sağlam bir bilinç, sarsılmaz bir inanç ve mücadeleye soluklu bir bakış gerektirmektedir. Bu üç yoldaşımızı kesen ortak özellikler de zaten bunlardır ve biz zor bir dönemde, yeni bir hareketi tam da bu türden devrimcilerin omuzları üzerinden, onların açık bir bilince ve sağlam bir inanca dayalı emekleri sayesinde inşa etmeyi başarabildik.” (Zor Dönem Devrimcileri / Habip ve Ümits.136-137, Eksen Yayıncılık)

Habip, Ümit ve Hatice yoldaşlar şahsında ortaya konulan bu özlü değerlendirme, güncel boyutlarıyla kadro sorununun hangi başlıklar üzerinden ele alınması gerektiğini de güçlü bir şekilde ortaya koymaktadır. Zira kadro sorununu ele alırken, içinden geçilen sürecin koşullarına (demek oluyor ki, o anki sınıflar mücadelesinin verili durumuna), kadroların marksist dünya görüşü temelinde gelişimine-donanımına ve nihayet bütünlüğü üzerinden davayla-mücadeleyle kurdukları somut bağlara dikkatle bakmak gerekmektedir. Kadro sorununu güncel boyutlarıyla yerli yerine oturtmanın, bu bağlamda yakalanması gereken halkayı isabetli bir şekilde tanımlamanın yolu, bu üç temel etken üzerinden objektif bir değerlendirmeye sahip olmaktan geçmektedir.

Zor dönemin ağırlaşan koşulları

Türkiye toplumu 12 Eylül’den bugüne, demek oluyor ki kırk yılı aşkın bir süredir, iktisadi, siyasal, kültürel ve ideolojik boyutları olan ağır bir gericilik döneminden geçiyor. Bu kırk yıl içerisinde, 12 Eylül askeri faşist darbesinin önünü düzlediği neo-liberal saldırı süreci, bunu tamamlayan ideolojik-kültürel kuşatma ve nihayet toplumsal mücadeleyi hedef alan faşist baskı ve saldırılar, tümü bir arada toplumsal yaşamda muazzam yıkımlar yarattı. Öte yandan, 12 Eylül’de ağır bir yenilgi alan ve ‘89 çöküşüyle birlikte ideolojik ve moral dayanaklarını büyük oranda kaybeden ‘70’li yılların devrimci parti ve örgütleri, birbirini takip eden kırılmalar ve tasfiyeci savrulmalar içinde büyük bir kimlik erozyonuna uğradılar. ‘70’li yılların en güçlü örgütleri, bu örgütlerin saflarında mücadele eden yüzlerce kadro, bu aynı dönemde devrimden ve devrimci mücadeleden koptu. Darbeyle birlikte dizginlenen işçi sınıfı hareketi ise, zaman zaman çıkış arayışları üzerinden varlığını hissettirse de toplumsal mücadele sahnesine belirleyici bir odak olarak çıkmayı bugüne kadar başaramadı.

Dolayısıyla, bugünün Türkiye’sini kavrayabilmek ve verili toplum gerçekliğini yerli yerine oturtabilmek için, geride kalan kırk küsur yıla, özellikle de AKP’li döneme dikkatle bakmak ve sonuçlar çıkarmak büyük bir önem taşıyor. Aynı şey kadro sorununun güncel boyutlarını tanımlayabilmek açısından da geçerlidir.

AKP’nin işbaşına geçtiği dönem, devrimci harekette yeni bir tasfiyeci sürecin başladığı yıllara tekabül eder. Özellikle ‘90’lı yılların ortasından itibaren sermaye devletinin devrimci örgütlere dönük arkası gelmeyen çok yönlü saldırıları, ‘90’lı yılların sonunda PKK lideri Abdullah Öcalan’ın yakalanması ve böylece Kürt hareketinin İmralı çizgisine geçişi, 2000’li yılların başına denk gelen F tipi hücre saldırısı, bunu izleyen büyük zindan direnişleri ve katliamları, tümü bir arada, sol hareketin devrimci kanadında yer alan ve bulundukları konumda tutunmaya çalışan parti ve örgütlerde yeni kırılmalar yarattı. İdeolojik, politik ve iradi planda yaşanan bu kırılmalar, doğal olarak ideolojik-siyasal sonuçlarını da yaratacaktı. On yıllık bir zaman dilimi içerisinde devrimci konum ve mücadelede iyi kötü tutunmaya çabalayan parti ve örgütler, 2000’li yıllara dönülmesiyle birlikte hızla bir devrimci kimlik erozyonuna uğradılar. İdeolojik ve örgütsel planda devrimci konumlarını giderek yitirmeye başladılar. Bu tasfiyeci savrulmanın gerisinde elbette bu parti ve örgütlerin yapısal zaaf ve zayıflıkları vardı. Bu zaaf ve zayıflıklar, ‘90’lı yıllarda başlayan ve gelinen yerde pek az istisnayla geleneksel sol hareketin hemen tümünü içine alıp düzen içi bir konuma sürükleyen tasfiyeci eğilimlerin arka planını oluşturmaktadır.

Onca birikmiş soruna, her geçen gün ağırlaşan çalışma ve yaşam koşullarına, üst üste gelen yeni saldırı dalgalarına rağmen, AKP’li bu yıllar içerisinde, sınıf hareketi cephesinden de anlamlı bir karşı koyuş sergilenemedi. Sık sık mevzi direnişler yaşansa da, sınıfın belli bölükleri üzerinden zaman zaman “itirazlar” yükselse de, sınıf hareketindeki genel durgunluk tablosunda öze ilişkin bir değişim yaşanmadı. Dahası, başta grev hakkı olmak üzere, işçi sınıfı ve emekçilerin zaten son derece sınırlı olan hak ve özgürlükleri de parça parça gaspedildi. 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında startı verilen çok yönlü saldırı sürecinde ve ardından pandemi döneminde, işçi sınıfının kazanılmış hakları yeni bir düzeyde tırpanlandı. Darbe girişimini fırsat bilen AKP iktidarı, faşist tek adam rejiminin inşasına hız verdi ve beraberinde toplumsal mücadele güçlerine karşı kuralsız ve keyfi bir saldırı furyası başlattı. Kendi gerici-ırkçı ideolojisini toplumun tüm kesimlerine hoyratça dayatmaya başladı. Tüm bu açılardan denilebilir ki, bugün kırk yıllık gericilik döneminin belki de en karanlık günlerinden geçiyoruz.

Kadroların gelişim süreçlerinin üç temel ayağı

1. Dönem ve koşullar:

Kadroların gelişimi sorunu, içinde bulunduğu nesnel koşullardan bağımsız ele alınamaz. Zira dönem ve koşullar, devrimci kadronun ideolojik, politik, örgütsel ve kültürel gelişiminin şekillendiği nesnel zemini oluşturmaktadır. Dolayısıyla, partimiz açısından ideolojik ve ilkesel bağlamda kadro sorununa yaklaşım bütünlük ve süreklilik arz etse de kadro politikası verili koşullar üzerinden ele alınmalı, bağlanacağı temel eksen aynı olsa da güncel duruma uygun bir şekilde belirlenmelidir. Zira, rüzgârın sınıf mücadelelerinden yana estiği, kitlelerin dünyada ve Türkiye’de yüzünü devrimci mücadeleye döndüğü koşullarda devrimci parti ve kadroların gelişim temposu ile, uzun yıllara yayılan durgunluk ve gericilik yıllarında ortaya çıkan sorun alanları aynı olmayacaktır.

“Her dönemin devrimci kuşakları kendi dönemlerinin toplumsal-siyasal ortamı içerisinde şekillenirler. Her tarihi dönemde, ulusal ve uluslararası düzeyde, sınıflar mücadelesinin belirli bir durumu ve seyri, dönemin bu temel üzerinde kendini gösteren bir siyasal-moral atmosferi vardır. Dönemin devrimcileri de, son tahlilde, bu atmosfer içerisinde şekillenirler. Bu, dönemin devrimci tipini belirlemekle kalmaz; döneme özgü devrimciliğin anlamı ve değeri de ancak bu temel üzerinde tam olarak kavranıp yerli yerine oturtulabilir.” (Zor Dönem Devrimcileri…, s.118)

Dolayısıyla, parti olarak kadroların gelişimi sorununu içinde bulunduğumuz ağır gericilik koşulları üzerinden ele almalı, bu temelde somut politikalar belirleyebilmeliyiz. Bugünün Türkiye’sinde devrimci kadronun nefes alacağı, deneyim biriktireceği, moral değerlerini besleyeceği ve gelişip serpileceği alanlar alabildiğine daralmış durumdadır. Yukarıda altı çizildiği gibi, sınıf ve kitle hareketi uzun yıllardır geri ve parçalı bir tabloya sahiptir. Gelinen yerde ise en geri noktada seyrediyor. Gerici-faşist rejimin devrimci-ilerici birikim ve değerlere, toplumsal muhalefete, sınıf ve kitle hareketine dönük saldırıları ise zıvanadan çıkmış durumda. Gerici-faşist ideolojik-kültürel kuşatmanın sınıf ve emekçi kitlelerde yarattığı tahribat ise verili tabloyu kendi cephesinden daha da ağırlaştırıyor. Bütünlüğü üzerinden bu durum, devrimci kadro ve güçlerin çok yönlü gelişim süreçlerini de alabildiğine etkiliyor, kısıtlıyor ve temposunu yavaşlatıyor.

Toplumsal yaşamı belirleyen nesnel koşullar kendi başına öznenin iradi müdahaleleriyle aşılamaz. Fakat uzun bir sürece yayılsa da geçici olmaya mahkûm gericilik yıllarında devrimci parti ve kadroların kimliğini koruyarak ayakta durabilmesi, zorluklarla mücadele edebilme gücünü ve her türden saldırı karşısında direnme çizgisini koruyabilmesi, en nihayetinde kendi devrimci gelişim sürecini ağır ve sancılı da olsa ilerletebilmesi, son tahlilde öznel iradi bir çabayla mümkün olabilir. İradenin güçlü kurulabilmesi ve sürekliliğinin sağlanabilmesi, sürüp gitmekte gerçekliğe tarihsel bir çerçeveden bakabilmeyi, verili durumun tam olarak bilincine varabilmeyi gerektirir. Kimlik ve iradenin inşası, süreç içerisinde sarsılmaz kılınması ve sürekliliğinin sağlanması ise, temelleri sağlam atılmış bir dünya görüşü ile mümkün olabilir.

Dolayısıyla, partimizin kadro ve güçlerin gelişim süreçlerini doğrudan etkileyen nesnel koşullar üzerinden saflarını sistematik olarak bilinçlendirmesi, bilimsel dünya görüşü üzerinden eğitip donatması bugün çok daha kritik bir öneme sahiptir. Devrimci kadro ve güçlerin günün zorluklarıyla baş edebilmesi, tüm ağır koşullara rağmen kimliğini koruyup gelişim süreçlerini ilerletebilmesi, partimizin ortaya koyacağı bu yönlü özel bir çabayla mümkün olabilir ancak. (Dünya görüşü sorununu aşağıda ayrıca ele alacağız).

2. Siyasal çalışma ve pratik:

Kadro ve güçlerin gelişim süreçlerini belirleyen bir diğer alan ise siyasal çalışma ve pratik süreçlerdir. Bugün partinin ve dolayısıyla kadroların kendisini üretip geliştireceği siyasal faaliyet zeminleri, toplumsal mücadelenin bugünkü gerçekliği üzerinden alabildiğine daralmış durumda. Kitle içerisinde sürdürülen faaliyetin ve ortaya konulan emeğin geri dönüşü de verili koşullar nedeniyle alabildiğine sınırlı. Bu olgu kadroların gelişim tempolarında olduğu kadar “algıları” ve moral-motivasyonları üzerinde de negatif sonuçlar doğurabiliyor. Sınıf mücadelesinin geriliğinden kaynaklanan “rutin” siyasal pratik, kadro ve güçlerin siyasal mücadele içerisindeki gelişim süreçlerinin tek yanlı kalmasına yol açabiliyor.

Tam da bu nedenle, günümüz koşullarında siyasal sınıf çalışmasının nasıl kurulduğu, güçlerin nasıl konumlandırıldığı, hedeflerin ve buna bağlı olarak araçların nasıl seçildiği çok daha önem kazanmış bulunuyor. Bu noktada çözücü olan, çeşitli basınçlar altında kalarak “yapay” birtakım biçimler oluşturmak ya da gerçeklikten kopuk “önlemler” almak değildir. Tam tersine, yapılması gereken, verili koşulları bilimsel temelleri üzerinden kavrayarak nesnelliğin çizdiği sınırları zorlayacak bir bakış açısıyla hareket etmek, siyasal pratiği her alanda ve her açıdan açık politik hedeflere bağlamak, en nihayetinde kadro ve güçleri bu temelde konumlandırmaktır. Gerisi, siyasal pratiğin ve saptanan politikaların sonuç yaratması için kullanılacak araçları yaratıcı bir şekilde seçmeye, çeşitlendirmeye ve amaca uygun bir şekilde kullanmaya bakıyor.

Devrimcilik son tahlilde somuttur ve pratik olarak kendisini yaşamın her alanında var eder, üretir, geliştirir. Dolayısıyla siyasal mücadele ve pratik, dar anlamda kendini tekrar eden “araçların kullanımı” ile sınırlandırılamaz. Bunu içermekle birlikte, devrimci kadro açısından siyasal pratik, toplumsal yaşama ve mücadeleye katıldığı tüm süreçleri ve alanları kapsar. Gündelik yaşamda sınıf ve emekçi kitlelerle çok yönlü bağlar kurmak için ortaya konulan çabadan ideolojik donanımın güçlendirilmesi için verilen uğraşa, parti politikalarını sınıfa ve emekçilere taşıyan araçları kullanmaktan yayınlara düzenli olarak katkı sunmaya kadar... Tüm bunlar siyasal pratiğin birer unsurudur.

Partimiz adına günümüz koşullarında devrimci siyasal pratiği bu bütünlük üzerinden ve amaca uygun bir şekilde kurabilmek, kadrolarımızın gelişip serpilmesi, deneyim ve birikimlerini güçlendirmesi açısından büyük bir önem taşımaktadır. Açıktır ki, siyasal sınıf mücadelesinden ve bu mücadelenin pratik süreçlerinden kopuk bir devrimci gelişimden bahsedemeyiz. Hele ki içinde bulunduğumuz gericilik yıllarında... Dolayısıyla, başta parti merkezi olmak üzere tüm temel parti örgütleri, gündelik olarak süregiden siyasal pratiği eleştirel bir yaklaşımla ve dikkatle izlemeli, somut sonuçlar çıkarabilmelidir. Siyasal faaliyetin kısır kalan ve üretken olmayan, çalışmanın ve güçlerin gelişim süreçlerini negatif yönde etkileyen yanlarına düzenli olarak müdahalelerde bulunmak; tersinden canlı, gelişime açık, üretken ve dinamik olan örnek pratikleri güçlendirip çoğaltarak toplama mal etmek, bu zor dönemde hem partimizin siyasal etkisini güçlendirecek, hem de kadroların gelişim süreçlerini bugünün nesnelliği üzerinden sağlıklı bir temele oturtacaktır.

3. Devrimci örgüt yaşamı:

Devrimci kadroların gelişim süreçlerini dolaysız olarak belirleyen, moral ve manevi değerlerini titizlikle korumasını ve güçlendirmesini sağlayan bir diğer temel alan ise, devrimci örgüt yaşamıdır. Öyle ki, belli koşullar altında devrimci örgüt yaşamı, kadro ve güçlerin gelişimi ve geleceği açısından diğer birçok etkenden daha yaşamsal bir rol oynayabilmektedir.

Devrimci siyasal yaşamda her türden pratiğin ve mücadelenin taşıyıcısı ve güvencesi devrimci örgüttür. Bu olgu devrimci kadro konusunu, birbiriyle bağı üzerinden iki yönlü ve diyalektik bir şekilde önümüze getirir. Şöyle ki; devrimci parti ve örgütler, siyasal-örgütsel sürekliliğini ve geleceğini kadrolar şahsında güvenceler. Bu açıdan kadrolar, devrimci parti ve örgütlerin taşıyıcı kolonlarıdır. Öte yandan devrimci kadro ise, kendi sürekliliğini ve gelişimini devrimci örgüt zemininde var edip güvenceler, kendi devrimci geleceğini devrimci örgütün geleceği ile bağ içerisinde şekillendirir. Özetle kadro ve örgüt karşılıklı olarak kendi varlığını ve geleceğini birbirinde arar.

Bu karşılıklı diyalektik bağ şu ya da bu nedenle zayıfladığında, bunun sonuçları kaçınılmaz olarak hem kadronun gelişim süreçlerini, hem de devrimci örgütü olumsuz yönde etkiler. Dolayısıyla devrimci örgüt yaşamı, onu oluşturan kadroların gelişimi ve geleceği açısından kritik bir öneme sahiptir. Özellikle de içinde bulunduğumuz ağır ve zorlu koşullarda...

Tam da buradan hareketle parti örgütleri, kadroların sağlıklı gelişiminin, partide ideolojik, örgütsel ve manevi açıdan birliğin güçlü bir temelde kurulmasına, parti yaşamı ve işleyişine parti norm ve ilkelerinin yön vermesine sıkı bir şekilde bağlı olduğunu asla akıldan çıkarmamalıdır. Parti ve organ yaşamında ortaya çıkacak herhangi bir zayıflamanın, zaafiyetin ya da parti çizgisi ve normlarından uzaklaşmanın, zor dönemin ağır koşullarında kadrolar şahsında düşünülenden de öteye tahribatlar yaratabileceğini de...

Kritik halka: Mücadeleyle bağ ve dünya görüşü sorunu

İnsanlar devrimci mücadeleye şu ya da bu koşul altında, birbirinden farklı etkilenmelerle adım atarlar. Yeri gelir sosyal mücadelelerin etkisi, yeri gelir devrimci öznenin politik müdahalesi, yeri gelir tamamen kendine özgü durumlar (ideolojik-kültürel yakınlık, duygusal etkiler, çevresel koşullar vb.), insanların devrimci mücadeleye yüzünü dönmesine ve giderek örgütlü bağlar kurmasına vesile olur. Fakat bu, kişinin devrimci geleceğine uzanan gelişim süreçlerinin sadece ilk halkasıdır.

Öte yandan, mücadeleyle bağların şekillenmesine ebelik eden o ilk nesnel etkenler değişkendir. Süreç içerisinde koşullar olumlu ya da olumsuz yönde, bazen de çelişik biçimler alarak farklılaşırlar. Sınıf mücadelelerinin diyalektik seyri içerisinde sosyal hareketler zayıflayıp gerileyebilir, çevresel koşullar farklılaşır, şartlar ağırlaşabilir, konjonktürde sarsıcı değişimler yaşanabilir vb... Dolayısıyla, davayla bağı sadece andaki durum ya da dönemin koşulları üzerinden kurmak ve bu sınırlarda tutmak, insanlığın kurtuluşunu hedef alan uzun soluklu bir maratonda tutunmak ve giderek onun taşıyıcı bir öznesi olmak için asla yeterli olmayacaktır. Türkiye devrimci hareketinin tarihine bakıldığında, bu uzun yolculukta kapaklanıp kalan ya da keskin virajlarda savrulup giden sayısız insana rastlamak, tam da bu nedenle hiç de rastlantı değildir.

Tek tek insanlar ele alındığında, kişinin mücadele ile bağlarının hangi koşullar altında şekillendiği ve süreç içerisinde zayıflayıp koptuğu, bir dizi “özgün” ve kendince “nesnel” yanlar taşıyabilir: Sınıfsal köken, ideolojik-kültürel altyapı, düzenden kopuş ve kendini yenileme süreçlerinde yaşanan zaafiyetler vb... Fakat tümünün de gelip bağlandığı ana eksen, temel bir zayıflık alanı, belirleyici bir şekilde öne çıkmaktadır: Bilimsel temellere dayalı devrimci dünya görüşü planında yaşanan belirgin zayıflık!

Bilimsel temellere dayalı devrimci dünya görüşü, yani Marksizm, insanlığın kurtuluşunu hedefleyen tarihsel mücadelenin ve bunun gerektirdiği gündelik devrimci pratiğin kılavuz ipidir. Dolayısıyla gerek devrimci parti ya da örgütlerin, gerekse birer birey olarak devrimci kadroların mücadeleyle, toplumla, kendisiyle, doğayla, çevreyle ve yaşamı oluşturan diğer tüm alanlarla kurduğu bağlar, benimsedikleri dünya görüşü üzerinden şekillenir. Giderek toplumsal yaşamda bir konumlanışa, eyleme ve pratiğe dönüşür. Tam da bu nedenle, dünya görüşü ve tarihsel bilinç, devrimci parti ve kadroların toplumsal-siyasal pratiğine yön veren belirleyici halkadır. Zira devrimcilik, eylemini ve pratiğini bilince dayalı olarak hayata geçirmektir.

Siyasal mücadeleye ve toplumsal yaşama marksist dünya görüşünün sunduğu sağlam temelden yoksun olarak katılmak, parçası olduğu tarihsel davayı bütünsel olarak kavramayı güçleştirecektir. Eline aldığı kazmayı büyük bir emek ve çabayla toprağa sallayan bir işçi, kazdığı temelin üzerinde yükselecek yapının bilincinden yoksunsa eğer (ki bu açık bir yabancılaşma durumudur), yıllar içerisinde ortaya koyduğu bu çaba kendisi için giderek yorucu ve yıldırıcı bir hal alacaktır. Aynı durum marksist dünya görüşünden yoksun bir devrimci için de geçerlidir. Her türden gündelik çabayı ve faaliyeti, her türden gündelik zorluğu ve engeli, tarihsel bir bakış üzerinden ele alıp yerli yerine oturtamayan bir devrimcinin uzun soluklu olması beklenemez. Devrim mücadelesine içinden geçilen dönem üzerinden emeğini akıtır, koşullar değiştiğinde ise gerisin geri geldiği yere, düzene doğru yol almaya başlar.

Güne tarihin penceresinden bakabilmek ise her şeyden önce güçlü bir dünya görüşüne sahip olmayı gerektirir. Anda olanın tarihsel olanla bağını kurmak da, içinde bulunulan tarihsel-toplumsal dönemin andaki izlerini kavramak da, davayla bağını “verili koşullar” üzerinden değil tarihsel bilinç üzerinden kurabilmek de, esasta ve son tahlilde, devrimci dünya görüşü sorunudur.

Dava bellidir: İnsanlığın, doğanın, canlı yaşamın, bütünüyle gezegenimizin kurtuluşu! Bu uğurda yürünmesi gereken yolu Marksizm bilimsel temelleriyle ortaya koymuş, partimiz ise marksist dünya görüşü üzerinden bu topraklarda komünistlerin önünde duran sorumlulukları, stratejik ve taktik görevleri program nezdinden somutlamıştır. Partimizin program üzerinden ortaya koyduğu devrimci stratejiyi kavramak, günün görevlerine bu pencereden bakmak, zor dönemin güçlükleriyle mücadele edebilmenin bir diğer önemli halkasıdır.

TKİP 30. Yıl Konferansı Belgeleri içinde verilen şu örnek, bu açıdan dikkate değerdir:

“Siyasal çalışmanın ‘sıradan’ işlerini bile stratejik hedefle/amaçla bağı içinde ele alabilmek, bu temelde anlamlandırmak, işlerin ‘zorluğu’nu hafifletir. Kadroya, yaptığı her işin önem/değer taşıdığını hatırlatır; gerçekleştirdiği her eylemiyle bir davanın temsilcisi olduğunu hissettirir, güç verir, motivasyon sağlar. Bazı yoldaşlarda görülen bir çeşit ‘bıkkınlık’ ruh hali, stratejik bakış açısındaki zayıflığın da yansımasıdır. Pek çok deneyim böyle bir ruh halinin yıpratıcı olduğunu, kişilerin bunu uzun süre kaldıramayıp sürecin dışında kaldıklarını gösteriyor.” (30 Yılın Birikimiyle!.. / TKİP 30. Yıl Konferansı Belgeleri, Eksen Yayıncılık, s.89)

Devrimci dünya görüşü, gündelik ve tarihsel bağlamda her türlü güçlükle baş etmenin asıl gücü ve vazgeçilmez kaynağıdır. İrade denilen olgu tam da bunu anlatır aslında. Zira, devrimci yaşamda irade, verili koşullar karşısında açık bilince dayalı pratik bir tutum geliştirebilmek sorunudur. Bir başka ifadeyle irade, her durumda devrimci kimlik ve tutumu koruyabilme, kendine dayatılan koşullar karşısında direnme ve mücadele etmeyi sürdürebilme gücüdür. Bu gücün sarsılmaz kılınması ise, devrimci dünya görüşüyle sistemli olarak beslenmesiyle mümkün olabilir. Uygun bir benzetmeyle, irade çelikse dünya görüşü onu sertleştiren ve güçlendiren sudur. Bu sonsuz kaynaktan yeterince beslenemeyen ya da yoksun kalan devrimcilerin, özellikle zor dönemlerde tökezleyip gerisin geri kurulu düzen bataklığına savrulması kaçınılmaz olacaktır.

Dolayısıyla içinde bulunduğumuz gericilik döneminde, devrimci kadro ve militanların devrimci dünya görüşüne dayalı olarak bilincini sürekli ve sistematik biçimde güçlendirebilmek yakıcı bir önem taşımaktadır. Zira, tarihin tekerleği dönmekte, toplumsal yaşam sınıf mücadelesinin yasaları üzerinden geleceğe doğru yol almaktadır. Bütünlüğü içerisinde bu gelişmeler değişimler yaratmakta, devrim davasının önüne gündelik ve tarihsel sorunlar, yeni birtakım zorluklar ve sorumluluklar çıkarmaktadır. Gelişmelerin seyrini tarihsel eylemle bağı içerisinde kavrayabilmek, değişen koşullara göre somut devrimci görev ve hedefler koyabilmek, marksist dünya görüşü üzerinden sistematik olarak donanmayı ve gelişimi zorunlu kılar. Zira devrimci gelişim hem tarihsel hareket bağlamında hem de devrimci partiler ve bireyler açısından sonu gelmez bir süreçtir.

İnsanlığın kurtuluşuna doğru yapılan bu büyük tarihsel yürüyüşün bilinçli, inançlı, soluklu ve kararlı savaşçıları olarak, kendi gerçekliğimize ve gelişim süreçlerimize döne döne bu gözle bakmasını bilebilmeliyiz. Çünkü biz komünistler geleceği temsil ediyoruz:

“Bugün biz küçük bir parti olabiliriz. Ama yarının patlamalarına hazırlanan, yarının ruhunu taşıyan bir partiyiz. Karanlık dönemlerde öncü tabii ki yalnız ve zayıf olur. Fakat böyle dönemlerde ayakta durmasını ve yol yürümesini bilenler, devrimci patlama dönemlerinde de bu işin sahipleridir. Bolşevikler yenilginin o karanlık döneminde bir avuç insan olarak tutunmayı başaramasalardı, 1912’nin devrimci yükselişini kucaklayabilirler miydi? 1914’ten sonra savaşın yarattığı şovenizm ortamında bir avuç insan olarak gene dayanmayı başaramasalardı, 1917 Şubat’ından sonra devrimin partisi olabilirler miydi? Biz zor dönemde var olduk, dayandık ve yaşadık. Biz geleceği temsil ediyoruz...” (Zor Dönem Devrimcileri..., s.107)

EKİM

(www.tkip.org)