Selin: Kadın Bürosu olarak kongreye sunduğumuz metnin yanısıra, kongreyi önceleyen yıl içerisinde hazırladığımız bir başka metin var önümüzde. Bu metinlerde önemli bazı değerlendirmeler ve tespitler var. Öte yandan VI. Parti Kongresi’nde yapılan değerlendirmeler ve saptanan görevler büyük oranda geçerliliğini koruyor.
Bunların da ışığında güncel tabloyu gözden geçirmek gerekirse:
Hemen her değerlendirmede vurguladığımız gibi, kadın hareketi halen toplumsal hareketin en diri ve aktif kesimini oluşturmaya devam ediyor. Hareket feminist bir çizgide, feminist hareketin sürükleyiciliğinde ilerliyor. Bu açıdan bir değişiklik yok.
Yine de yaşanan belli gelişmeler kadın hareketini de etkilemiş durumda. Gezi Direnişi’nin ardından yükselen bir kadın hareketinden bahsediyorduk. Gezi sürecinde kadınlar, özellikle genç kadınlar direnişin en aktif bileşeniydi. Sonrasında da kadın hareketi, feminist gece yürüyüşleri en kitlesel dönemlerini yaşadı. 2016’daki darbe girişimi ile bir süre sekteye uğrasa da ardından hızlıca toparlandı ve kesintisiz olarak kadın mücadelesi devam etmiş oldu. Özellikle 8 Martlar’da ve 25 Kasımlar’da, yasaklı olmasına rağmen eylemler gerçekleştirildi.
Bunların dışında kadın cinayetlerine ve çocuk istismarına karşı toplumsal tepkiye konu olan eylemler devam etti. Özgecan Aslan’ın katledilmesi toplumsal planda büyük bir patlama yaratmıştı. Ardından başka bazı kadın cinayetleri de büyük bir öfke patlamasına dönüştü. Kadın hareketinin çağrısıyla pek çok yerde eylemler yapıldı. Özgecan eylemlerinde olduğu gibi, erkek katılımın da olduğu kitlesel eylemli süreçler yaşandı.
15 Temmuz 2016 darbe girişimi süreci kadın hareketini etkileyerek belli bir sınıra çekilmesine yol açtı. Ardından pandemi süreci yaşandı. Pandemideki uzun süreli kapanma tüm toplumsal muhalefet gibi kadın hareketini de etkiledi. Belli bir geri çekilme yaşandı.
AKP iktidarı gerici müttefikleri ile birlikte çok özel tarzda yükleniyor kadınlara. Daha özelinde de mücadeleyi örgütleyen dinamik kesimlere yönelimi var. Her fırsatta hem söylemleriyle hem de pratikte kadın hareketini ezmeye çalışıyor. Kadınların kazanılmış hakları hedef haline getiriliyor. Uygulanmayan İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edilmesi örneğinde olduğu gibi, kadınların zaten sınırlı olan kazanımları hepten tırpanlanmaya çalışılıyor.
Uzun bir dönemdir iktidarın çok yönlü saldırılarının öncelikli hedeflerinden biri kadınlar. Bunun gerisinde kadın hareketinin dinamizminden korkmaları var. Çünkü tüm saldırılara rağmen kadınlar mücadeleden vazgeçmiyorlar. Bu direncin ortaya çıkardığı ve beslediği bir kadın hareketi gerçekliği var.
Kadın hareketinin tablosuna baktığımızda, feministlerin ön planda olduğunu görüyoruz. Ama parçalı bir tabloları var. Daha önceki değerlendirmelerimizde hareketin tablosunu ayrıntılı olarak sunmuştuk. Bu parçalı tabloya rağmen aralarında ideolojik temelli ayrımlar yok. Kadın hareketinin tüm bileşenleri feminizm ortak paydasında birleşiyorlar. Bunlar aynı zamanda reformist sol hareketin de bir parçası, onun kadın hareketi içindeki uzantıları durumundalar.
Reformist akımlardan bağımsız olan feministler farklı bir bileşeni oluşturuyor. Bunlar Kürt hareketi ile birlikte hareket ediyorlar, ondan güç ve destek alıyorlar.
Yanısıra, kendince bir odak olarak öne çıkan, EHP’nin örgütleyicisi olduğu, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ve Kadın Meclisleri var.
Sınıf çalışması içindeki reformist sol akımların kadın çalışmasına gelince... Burada ön planda EMEP’e bağlı “Ekmek ve Gül” çalışması var. Yanısıra UİDDER ve DİP’in çalışmaları var. Sınıf çalışması yürüten bu akımlar kadın işçilere yönelik daha sistematik bir yönelim içindeler. Özellikle sendikalarda temsilcilik vb. üzerinden somut bağlantılar yakalayabiliyor, yer yer etkili olabiliyorlar. Sendikalar cephesinde ise Birleşik Metal ile Petrol-İş’in kadın çalışmaları var.
Değerlendirmelerimizde de vurguladığımız gibi, feministlerin denetimindeki kadın hareketi artık bir sınıra dayanmış durumda. Hareket iktidarın saldırılarıyla, yaratılan baskı ve korku atmosferiyle bir ölçüde dizginlenmiş sayılır. Kadın hareketine öncülük edenlerin tablosu, feminist hareketin yapısal olarak sınırlı konumu bu gerilemede etkili oldu. Zira Gece Yürüyüşlerine öncülük eden bağımsız feministlerin hareketi alıp daha ileriye taşımak, daha örgütlü bir forma sokmak, daha da militanlaştırmak, hareketi toplumsallaştırmak gibi hedef ve kaygıları yok. Tam tersine, kadın hareketini kendi dar sınırlarında ve böylece denetimlerinde tutmak için özel bir çaba sarf ediyorlar.
Bu noktada, bağımsız feministlerle birlikte hareket eden örgütlü reformist kesimlerin onların yedeğine düştüğüne, çok da farklı bir inisiyatif göstermediklerine, yaşanan eylemli süreçlerde tanık oluyoruz.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun devletin kolluk kuvvetleriyle karşı karşıya gelen bir duruşu zaten yok. Polisle karşı karşıya gelenlerin tablosu ise açık. Özellikle son dönemde 8 Mart eylemlerinde şunu gözlemledik. Polisle bir pazarlık sürecine giriliyor ve bir noktada uzlaşılıyor. Bu çerçevede önden belirlenmiş bir yere, Cihangir’e yönlendiriliyor insanlar. Orada megafonlar vb. her şey önden hazır, program yapılıyor ve eylem sonlandırılıyor.
Katılımda geçmiş senelere göre azalma var. Yoğun polis önlemleri nedeniyle bir kısım alana ulaşamıyor. Öte yandan baskı atmosferi insanları etkiliyor. Buna rağmen gene de önemli bir kesim eylemlere katılıyor. Katılanların profiline baktığımızda, özellikle küçük burjuva katmanlara mensup genç kadınların yoğunlukta olduğunu görüyoruz. Elbette her sınıftan ve yaştan kadınlar da katılıyor eylemlere.
İçerik olarak kendini AKP karşıtlığı üzerinden ifade eden, onun baskıcı, gerici, kadın düşmanı politikalarına ve gündemleşen sorunlara duyulan öfkeyle kadınların sokağa çıktığı eylemler bunlar. Eylemlerde politik şiarlar da yükseltiliyor. Kürsüden okunan metinlerde ise feministlerin bakış açısıyla kadın mücadelesi, “kadın devrimi”, patriarkaya karşı mücadele vb. ortaya konuluyor. AKP iktidarına karşı mücadele izlenen hattın eksenini oluşturuyor.
Kadın hareketinin genel tablosu böyle. Bu konuda VI. Parti Kongresi’nde önemli tartışmalar yürütülmüş, feministlerin denetimindeki kadın hareketiyle ilişkiler konusunda önemli tespitler yapılmıştı. Böylesine toplumsallaşan bir harekete elbette ilgisiz kalamazdık. Eylemlere katılım sağlıyoruz ve kendi bağımsız politikamızı daha güçlü şekilde hayata geçirmeye çalışıyoruz.
Kadın sorununu devrimci bakış açısıyla ele alan tek hareketiz. Gelinen yerde solda bu konuda artık neredeyse yalnız kaldığımız söyleyebiliriz. Bir dizi çevreyle yaptığımız tartışmalarda bunu daha net görebiliyoruz. Bu yalnızlığa aldırmayarak kadın hareketine devrimci açıdan müdahale etmeye çalışıyoruz. Çalışmamızı güçlendirmemiz, kadın hareketine politik müdahalenin imkanlarını da artırıyor.
Bağımsız çalışmamız ve eylem hattımız, çevremizi de motive ediyor. 25 Kasım, 8 Mart eylemlerimizi İstanbul merkezli yaptık. Politik etki alanımızı genişletmek için, bağımsız çalışmamızı daha da güçlendirmemiz gerekiyor.
Kadın çalışmamızda bizim için aslolan, genel siyasal çalışmamız içinde yerini ve anlamını bulan, dolayısıyla sınıf çalışmamızın temel bir unsuru olarak ele alınan bir çalışmadır. Bu çerçevede işçi kadın çalışmamızı güçlendirmeyi hedefliyoruz. Bugün yaşadığımız zayıflık sınıf çalışmamızın güncel tablosu ile bağlantılı. Doğallığında zayıf bir işçi kadın çalışmamız var. Değerlendirmelerimizde de sürekli vurgulandığı gibi, bizim kadın hareketinde bir taraflaşma yaratmamızı sağlayacak olan, sınıf hareketi içerisinde güç olabilmemiz, böylece de işçi kadınlar üzerinden etkili bir taraflaşmayı başarabilmemizdir.
Bu önemli noktayı gözden kaçırmıyoruz. Ama bunun beklemeci bir tutuma yol açmaması gerektiğinin de bilincindeyiz. Mevcut güç ve olanaklarımızla kendi bağımsız çalışmamızı görünür kılmak, buradan aldığımız güçle kadın hareketine müdahale etmek ve işçi kadınlar içerisinde bir güç olabilmek, bunun yol ve yöntemlerini geliştirebilmek gerekiyor.
Sonuçta hala da sınırlı deneyimlerimiz var. Greif Direnişi başlı başına başarılı bir deneyimdi. Greif’daki kadın komisyonu önemli bir deneyim oldu. VI. Kongre’yi izleyen dönemde de sınırlı ama anlamlı deneyimlerimiz var. Sinbo, SML, Alba direnişleri bize kadın çalışmamızda dayanmamız gereken ekseni gösteriyor. Buralarda bir şeyler yaratabildiğimiz ölçüde, böylece genel kadın hareketi üzerinde de daha etkili olabildiğimizi, taraflaşma yaratabildiğimizi, bu sınırlı deneyimler üzerinden bile gözlemleyebiliyoruz.
Sinbo’da tek başına direnen genç bir kadın işçinin yarattığı etki çok farklı oldu. Türkiye’de olduğu kadar Avrupa’da da bir yankısı oldu. Bu direniş kadın işçilerin yaşadığı sorunlar temelli değil fakat sınıfın genelini ilgilendiren Kod 29’a karşı bir mücadeleydi. Ama genç bir kadın işçi olarak tacize, mobbinge karşı da verilen bir direnişti. Biz bunları direnişin temel gündemleri haline getirdik, böylece 25 Kasım ve 8 Mart’ı eylemlerine de mal ettik.
SML direnişiyle birlikte fabrika önünde etkinlikler yaptığımızda, kadın örgütlerinin bir kısmı üzerinden bir etki yaratıp karşılık görebildik. Çünkü bu kadın örgütleriyle başka koşullarda yan yana gelip ortak iş yapamıyoruz. Ama burada başardık. Bu da izlenmesi gereken çizgi konusunda anlamlı bir pratik deneyim oldu.
Cihan: Önümüzdeki dönem kadın sorunu, dolayısıyla kadın hareketi için çok daha önemli ve zor bir dönem olacak. Kadınlara yönelik bir dizi yeni saldırı gündeme gelecek. Mevcut aşırı gerici parlamento bileşimi sayesinde kadın düşmanı birtakım düzenlemeler çok daha rahat bir şekilde gerçekleşebilecek. CHP kontenjanından meclise giren partilerin bir kısmı, belki de tümü, anayasal düzeydeki belli düzenlemelere bile destek verebilecek. Bu kuşkusuz beraberinde kadınların tepkisini ve direnişini de getirecek.
Kadın hareketi belli bir düzeyde kendini bulmuş bulunuyor. Bir kimliği, kişiliği var. Bizim bakış açımızla elbette çok tartışmalı yönleri var. Ama toplamda toplum içinde bir ağırlığı, bir meşruiyeti de var. Dinci-faşist iktidarca üzerine en zor gidilebilen toplumsal muhalefet hareketi aynı zamanda. Gece yürüyüşleri vb. zorbalıkla bir ölçüde engelleniyor ama kadınların tepkisinin toplumda bir meşruluğu var. Gerici iktidar bildiğini okuyor ama hareketi kabaca bastırmak yoluna da gidemiyor. Zira zorbalıkla bastırılabilecek türden değil bu hareket.
Demokratik bir muhtevaya sahip ilerici kadın hareketinin bu çerçevede taşıdığı anlamı ve önemi görmek ve gözetmek durumdayız. Fakat öte yandan, bizim için önemli olanın, kadın sorununa ve dolayısıyla kadın çalışmasına sınıf sorununun ve sınıf çalışmasının bir parçası olarak bakmak olduğunu da bir an bile unutmamalıyız.
Sunumu yapan yoldaş sınıf alanından bizimle bağlantılı belli örnekler verdi. Bu alandaki gelişmeler ve dolayısıyla açıklayıcı örneklere salt bizim faaliyetimizin somut sonuçları üzerinden de bakmamak gerekir. Sınıf hareketi son zamanlarda bizden öteye çok anlamlı örnekler yaşadı bu alanda. Yakın geçmişte Flormar direnişini, daha yakın zamanlarda Farplas direnişini yaşadık. Gencecik kadın işçiler bu direnişin içinde, dahası en önünde idiler. Direniş boyunca militan ve sürükleyici bir tutum içindeydiler. Erkek işçilerle birlikte, onlarla omuz omuza direniyorlardı. Sınıflar mücadelesinin gerçek alanı işte tam da bu. Sınıfsal zeminde işler ve ilişkiler işte böyle kendini gösteriyor.
Kadınlara indirgenmiş feminist bakış açısı ise dar anlamda bir yaşam tarzı ve tercihi mücadelesi veriyor. Kendi kişisel yaşamı konusunda özgürce davranabilme talebi var orada. Oysa burada, örneklenen işçi direnişleri şahsında, sınıfsal bir sorun, dolayısıyla gerçek sınıflar mücadelesine açılan son derece anlamlı ve verimli bir alan var. Öte yandan, mobbing, taciz vb. gibi, ezilen cins konumuyla bağlantılı sorunların da, yani dikey kadın hareketini özellikle ilgilendiren sorunların da en anlamlı biçimde gündeme getirilebildiği bir alan burası.
Seçimleri izleyen yeni dönemde işçi sınıfına yönelik yeni kapsamlı saldırılar gündeme getirilecektir. Doğal olarak işçi sınıfı saflarında buna karşı tepkiler gelişecek, yeni direnişler patlak verecektir. Bu tepki ve direnişler içerisinde kadın ağırlıklı işkollarında kadın sorunu bu biçimiyle de kendisini gösterecektir.
Kuşkusuz genel kadın hareketi sınıf içindeki kadın kitlelerini de etkiliyor. Ama sınıf alanındaki bir hareketlilik, salt kadın işçi sorunundan öte genel bir sınıfsal muhteva taşır. Burada feministlerin yaptıkları bir takım sorunlu tartışmalar olmaz, olamaz. Burada sorunları kadın kimliğine daraltmak olanağı yapısal olarak yoktur. Feminist darlaştırmalardan gelen zaafiyet alanları burada doğallığında oluşmaz, oluşamaz. Burada kadın-erkek işçi doğallığında iç içedir, birliktedir. Örgütlenme ve mücadele süreçlerinde el ele, omuz omuzadır. Burası doğası gereği, cinsiyet ayrımları değil fakat sınıflar mücadelesi alanıdır. Kadın sorunu ve çalışması sözkonusu olduğunda bizim gerçek alanımız işte tam olarak burasıdır.
Biz hâlihazırda dar feminist sınırlarda seyreden genel kadın hareketiyle kesişme noktalarını elbette önemsemeliyiz. Bu hareketi desteklemeli, olanaklı her durumda bizzat katılmalıyız. Yayınlarımızda bu hareketin anlamını ve önemini düzenli bir şekilde yansıtabilmeliyiz.
Ama biz, kadın sorununa ve ezilen cinsin özgürleşme mücadelesine kendi sınıfsal bakış açımızdan hareketle bakmalı, dolayısıyla da kadın hareketine katkımızı da kendi sınıfsal alanımızdan, kendi toplumsal zeminimizden giderek ortaya koyabilmeliyiz.
Genel kadın hareketine yönelmek bizim için işin doğası gereği öncelikli bir tercih değil. Bazı grup ve çevreler buna çok özel bir eğilim duyuyor, bunu kolay güç kazanmanın bir alanı olarak görüyor ve belli güçler de kazanıyorlar. Bu alanı ve buradan gelen başarıyı gönlü rahat bir biçimde onlara bırakabiliriz. Bizim esaslı rolümüz sınıf alanındadır, kadın hareketine katkımızı da buradan geliştirmeliyiz. Kadın hareketini sağlıklı bir zemine kavuşturacak olan da bu alandaki çabalar ve başarılardır. Her sınıf ve toplumsal katmandan oluşan dikey kadın hareketi doğası gereği yapısal zaaflarla yüz yüzedir.
Demin andığım direnişlerdeki deneyimleri daha yakından incelemek gerekir. Farplas, Flormar ya da Bursa Acarsoy sınıf eksenli kadın çalışmasında ne göstermiş oldu? Anılan direnişlere bu gözle de bakmalı ve sonuçlar çıkarmalıyız. Kadın Bürosu bu tür direnişler üzerinden de bu temayı basınımızda daha güçlü bir biçimde işleyebilmelidir. Feminist sınırlardaki kadın hareketiyle farkını buradan giderek ortaya koyabilmelidir. Hayatın içinde bu farklılık zaten belirgin biçimde ortaya çıkıyor.
Bunlar birbirine karşıt alternatifler değil kuşkusuz. Ama sonuçta iki farklı kadın hareketi örneği sözkonusu burada.
Biri toplumsal doğası gereği daha gevşek, sınıfsal yönden heterojen, burjuva katmanları da içerdiği için kendini ancak düzen sınırlarında, dolayısıyla reform sınırlarında ortaya koyabilen bir harekettir. Cinsel ezilmişlik ortak paydasına dayanan, bu yönüyle de daha çok yaşam tarzı mücadelesi sınırlarında seyreden bir harekettir.
Ötekisi ise temelde toplumsal nedenlere, dolayısıyla sınıfsal eksene dayalıdır. Kadın ezilmişliği burada kendini tam da sınıfsal nedenlere dayalı, dolayısıyla da sınıfsal mahiyetteki sorunlar üzerinden ortaya koyar. Buna ilişkin özgün istemler ortaya çıkarır. Böylece emekçi kadın hareketine güçlü, sağlıklı ve istikrarlı bir zemin sunar. Öteki emekçi katmanlara mensup kadın kitlelerinin burjuva feminist hareketin ardından sürüklenmesinin önüne geçecek olan da budur. Burada sınıfsal olan ile ezilen cinse özgü olan organik olarak iç içedir. Birbirinden beslenir, birbirini besler.
Birçok konuda olduğu gibi kadın sorununda da devrimci pusulasını yitirmiş ya da bundan zaten yoksun sol grupların feminist cereyana kendilerini kolaylıkla kaptırmış olmaları şaşırtıcı değildir. Bunun bir yanında nerede hareket orada bereket mantığı ve bu mantığın bir uzantısı olarak kolay güç ve etki alanı elde etme faydacılığı vardır. Bu yaklaşım bize göre değil. Feminist hareketi izleyelim ve haklı demokratik muhtevası üzerinden destekleyelim ama bu harekete ilişkin kolaycı heves ve hesaplardan özenle uzak duralım. Biz kendi gerçek sınıfsal alanımızda yoğunlaşmaya bakalım.
Feministlerin genel kadın hareketi üzerindeki hegemonyasında Kürt hareketinin verdiği desteğin çok özel bir rolü olduğunu biliyoruz. Yine de Kürt hareketinin kadın sorununda çok daha sağlıklı bir zeminde durduğunu görmek gerekir. Kürt hareketi on yılları bulan mücadelesi içinde kadın sorununda gerçekten büyük ilerlemeler kaydetti. Etkin, sahici, dinamik, dirençli kadın militanlar yetiştirdi. Gerilla mücadelesi içinde olduğu kadar açık siyasal mücadele alanında kadınların etkin ve ön planda olduğu bir Kürt ulusal hareketi ile yüz yüzeyiz. Bu gerçekten anlamlı bir başarıdır ve halen Kürt hareketinin en özgün ve güçlü yanlarından biridir. Ve o bu yönelimini Marksizmin etkisine ve bu alanda devrimler deneyiminden öğrenmesini bilmeye borçludur.
Kürt hareketinin kadın sorunu alanındaki başarılarından öğrenmeliyiz. Fakat bizim alanımızın ve dolayısıyla soruna bakışımızın temelden farklı olduğu gerçeğini bir an bile unutmamalıyız. Bizim başarımızın gerçek mahiyeti, devrimci bir sınıf hareketi geliştirme çabamızın sonuçlarına bağlı olarak kendi özgünlüğü içerisinde ortaya çıkacaktır. Partinin kadın sorununa bakışta baştan itibaren güçlü bir konumu var. Partinin mevcut kadrosal bileşimi bile kendi başına bu konuda bir fikir verebilir. Saflarımızda belirgin bir kadın ağırlığı var. Kadın yoldaşlar partide gözle görülür biçimde etkin konumdadırlar.
Ama asıl başarı kendini devrimci sınıf çalışması alanında ortaya koymak durumundadır. Sınıf çalışmamızda bunun bazı anlamlı ilk örnekleri var ama henüz sınırlı. Hedef ve dolayısıyla görev, kadın sorununda parti bünyesinde sağlanan başarıyı sınıf saflarında ortaya çıkarabilmektir. Sınıf hareketi içinde başarılı örnekleri çoğaltabilmektir. Sunumu yapan yoldaşın verdiği örnekler kuşkusuz önemli ama bunlar henüz sınırlı örnekler. Farplas, Flormar türü direnişler önemli. Biz bunun iyi bir örneğini Greif Direnişi üzerinden gösterdik. Hedef, kadın sorunu ve dolayısıyla kadın işçi hareketi konusunda Greif Direnişi üzerinden ortaya çıkan türden örnekleri çoğaltabilmektir.
Yinelemiş olayım; özellikle kadın işçi ağırlıklı son dönem direnişlerinin deneyimlerini incelemeli ve bundan sonuçlar çıkarmalıyız.
Kadın hareketinde dikey ve yatay eksenler, buradan gelen yapısal farklılıklar üzerinde önemle durmalıyız. Halen feministlerin denetimindeki dikey kadın hareketi, temelde burjuva, küçük-burjuva ara katmanlara dayanıyor, dahası önderlik planında onların damgasını taşıyor.
Ama öte yandan sınıf hareketi üzerinden, emek hareketi üzerinden kendisini gösteren bir başka kadın hareketi damarı var. Son derece sağlıklı, sahici, sınıfsal açıdan homojen olmanın gücüne dayalı, kadın-erkek işçilerin birliğine, dayanışmasına, birlikte örgütlenmesine ve mücadelesine dayalı.
İki hareket arasındaki bu yapısal farklar üzerinde önemle duralım. Bu farkın gerisinde kuşkusuz sınıfsal konum ve kimlik var. İlki sınıfsal açıdan alabildiğine heterojen, dolayısıyla yapısı gereği sınıf uzlaşmasına dayalı bir hareket. İkincisi sınıfsal eksene dayalı ve dolayısıyla sınıflar mücadelesi ekseninde gelişen bir hareket. İlki heterojen toplumsal doğası gereği düzeni aşamayan reform sınırlarında bir hareket. İkincisi sınıfsal doğası gereği nesnel açıdan düzen sınırlarını aşabilecek, potansiyel açıdan devrimci bir toplumsal zemine dayalı bir hareket.
Selin: Farplas, Flormar, Acarsoy gibi bir dizi direnişte kadın işçiler en önde. Bu işçilerin profiline baktığımızda öncelikle genç olduklarını görüyoruz. Öte yandan belirgin bir türbanlı kadın işçi gerçeği göze çarpıyor. Dinsel gericiliğini özellikle son yirmi yılda toplum bünyesinde kazandığı ağırlığın bir yansıması bu.
Ama sonuçta bu kadınlar çalışıyorlar, işçi sınıfı saflarında yer alıyorlar. Bu kategorideki işçi kadınlar çoğu durumda genel kadın eylemlerine katılmazken, fabrika ve işletmelerdeki direnişlerin ön saflarında mücadeleye katılabiliyorlar.
Türbanlı-türbansız işçi kadınların birlikteliğine pek çok işçi direnişi üzerinden tanık olduk. Dahası bu birliktelik erkek sınıf kardeşleriyle de en doğal bir biçimde yaşanıyor. Sorun şu ki, mücadele zeminleri zayıfladığında, zaten dinsel gericiliğin etkisinde olan bu kadınlar, yerleşim alanları üzerinden yeniden aynı gericilik tarafından kuşatılıyorlar. Alba Direnişi sonrasında bunu somut olarak yaşadık. Direnişçi kadınlar kendi yaşam alanlarına döndüklerinde, gericilik, aile ve toplum baskısı, ataerkil anlayış onları yeniden çok çabuk kuşatabiliyor.
Daha tam bir sınıf bilinci kazanamadan, örgütlülüğünü oluşturamadan direnişler sönümlendiğinde, ne yazık ki kalıcı değişimler yaşanmadan bu kadın işçiler kendi geleneksel yaşantılarına geri dönebiliyorlar. Direniş sırasında daha canlı bir ilişki ortamı varken sonrasında bu sekteye uğrayabiliyor. Mücadeleye atıldıklarında bir adım öne çıkıyorlar. İşte o zaman güçlendirebilmek, bunun için özel müdahalelerde bulunmak gerekiyor.
Bir de, kadın hareketinin genel tablosunu anlatırken atladığım bir konuda kısa bir ekleme yapmak istiyorum. Kadın hareketi feministler tarafından LGBT hareketi ile birlikte anılır oldu. Bu da aslında orta sınıf dikey kadın hareketinin git gide sorunun özünden koptuğunu gösteriyor. Bu birliktelik kendini sürekli ortak vurgular ile çağrılar yapılmasında gösteriyor. Örneğin Gece Yürüyüşü’nün çağrı görselinde LGBT bayrağına yer verilerek, belirgin bir yan yana getirme çabası var.
Bunları LGBT’lerin verdiği mücadeleyi küçümsemek için söylemiyorum. Amacım, bu çabaların kadın sorununun gerçek mahiyetinin üstünü örtmesine, sorunu salt bir yaşam tarzı sorununa indirgenmesine dikkat çekmek. Öylesine ki, feminist hareketin temel tartışmasını neredeyse salt LGBT’lerle kurulacak ilişki belirleyebiliyor. Buradan doğru tartışmalar yürütüyorlar. Aslında mevcut düzeyi ve bakış açısını gösteriyor bu. Ama bu durumu o kadar içinden çıkılmaz bir hale getirdi ki, şimdilerde bu çıkmazdan kurtulabilmek için yeni bazı tartışmalar yürütüyorlar.
Öte yandan, İstanbul Sözleşmesi’ni iptali üzerinden kadınların kazanılmış haklarına saldırıldı. Bunlar yeni dönemde artarak devam edecek. Halen 6284 sayılı yasa gündemde. Bu saldırılar yeni boyutlar kazanacak. Bu süreçlere nasıl yaklaşmamız gerektiği konusunda açıklık yaratma ihtiyacı var.
Kadın Bürosu’nun bir yıl önceki raporunda ILO 190. Sözleşme ile ilgili tartışmaları yansıtmıştık. Bir dönem sendikaların gündemindeydi. Bizim de gündemimize girmiş oldu. Bu tarz gündemlerde nasıl tutum alacağımız, şiarlarımızı nasıl formüle edeceğimiz konusunda biraz daha tartışmamız, netliğe kavuşmamız bir ihtiyaç. Örneğin Mv yoldaş kongreye sunduğu değerlendirmede, “İstanbul Sözleşmesi uygulansın!” talebini kullanmak konusunda henüz bir açıklık sağlayamadık diyor.
ILO tartışmasını şu şekilde bağlamıştık: Tek başına ILO Sözleşmesi imzalansın demek güdük bir talep ileri sürmektir. ILO Sözleşmesi sınırlı birtakım haklar içeriyor. Kapitalist patronlar, sorunun çözümünü beraber tartışacak bir taraf olarak görülüyor.
Biz yaptığımız tartışmalar sonucu, “ILO 190 sözleşmesi imzalansın! Fabrikalarda, işyerlerinde şiddet, taciz ve mobbinge karşı etkin önlemler alınsın! Kadın işçilerin ağırlıkta olduğu denetleme mekanizmaları kurulsun!” türünden bir formülasyon ortaya koymak yoluna gitmiştik.
6284 sayılı yasaya saldırı gündeme geldiğinde bu tartışmalar yeniden karşımıza çıkacak. Bu konuda ne diyeceğiz? 6284 uygulansın, korunsun diyecek miyiz?
Cihan: “İstanbul Sözleşmesi”nin iptali, 6284 sayılı yasanın iptali vb. üzerinden, dinci-faşist iktidar topluma kendi gerici ölçü ve değerlerini dayatıyor. Toplumsal ve kamusal yaşamı buna göre yeniden şekillendirmeye çalışıyor. Feminist çizgideki dikey kadın hareketi ise bunun karşısında uluslararası planda da elde edilmiş sınırlı bazı kazanımları savunmak yoluna gidiyor. Reformları gasp etme ya da karşı yönden koruma mücadelesi bu.
Kazanımların korunması mücadelesi elbette önem taşır. Kadınların kazanılmış hakları elbette savunulmalıdır. Ama “İstanbul Sözleşmesi uygulansın!” demek, kadın hareketi için bir dönemin belirleyici mücadele şiarı, platformu ya da ekseni olabiliyor. Bunu kabul edemeyiz. Bu darlıklara düşemeyiz. Kadın sorununun alabildiğine geniş bir alanı var. İstanbul Sözleşmesi uluslararası burjuva hukukunun kadınlara sunduğu bir kırıntıdan öte bir şey değil. Biz kadın sorununu ve buna ilişkin istemleri kurulu kapitalist düzen ve burjuva sınıf iktidarı gerçeği üzerinden temellendiririz. Devrim ve reform kapsamındaki istemlerimizi de buradan giderek formüle ederiz.
“İstanbul Sözleşmesi uygulansın!” istemini temel eksen haline getirmek, kadın hareketini en dar, en sınırlı, en güdük istemlere endekslemek demektir. Meral Akşener gibi bir faşist bozuntusunun bu sözleşmeye sahip çıkması rastlantı olmak bir yana son derece açıklayıcıdır da. Sonuçta sözkonusu olan kapitalist-emperyalist dünyanın ikiyüzlü, aldatıcı, göz boyayıcı hukuku içinde bir uluslararası sözleşmedir. Bunu yüceltmek, bununla sorunların bir ölçüde olsun çözüldüğünü, hiç değilse hafiflediğini ileri sürmek, bizim işimiz olamaz. Bırakalım bunu doğası gereği burjuva sınırlar içinde hareket eden feminist ve reformist sol akımlar yapsınlar. Biz bu şiarı kullanamayız. Biz bu konuda, İstanbul Sözleşmesi’nin iptali kadınlara yönelik gerici saldırıların yeni bir adımıdır demekle yetiniriz. Ama “İstanbul Sözleşmesi uygulansın!” istemini ileri sürmeyiz, bu bizim işimiz değil. Bunu varsın uluslararası burjuva hukukunun aldatmacalarına derin anlamlar yükleyenler yapsın.
Selin: Biz kendi içinde İstanbul Sözleşmesi’ne değil fakat ona yüklenen aldatıcı ve abartılı anlama karşıyız, bu yeterince açık. Ama şöyle bir soru işareti doğabiliyor: Buna karşı gösterilen tepkilerin haklılığını ve meşruluğunu kabul ediyorsak eğer, ki buna ilişkin eylemlere katılıyoruz, o zaman neden “İstanbul Sözleşmesi uygulansın” demiyoruz sorusu sorulabiliyor.
Cihan: Kafa karışıklığı, İstanbul Sözleşmesi’ni eksen haline getirmekten çıkıyor. İstanbul Sözleşmesi’ni kaldırmak, gericilik için daha genel bir saldırının yalnızca sembolik bir bahanesidir. Sorun İstanbul Sözleşmesi’nden, onun somut içeriğinden öteyedir. Tersinden de kadın hareketinin buna tepkisi, basitçe İstanbul Sözleşmesi uygulansın değil aslında. Dikey feminist kadın hareketi konuyu bu eksenden ele alarak kadına yönelik genel gericilik karşısında kendince bir savunma hattı, bir direnme hattı oluşturmaya çalışıyor. Gerçekte her iki taraf için de sorun İstanbul Sözleşmesi’nin ötesindedir.
Feminist hareketin yarattığı olur olmaz tartışmaların mümkün mertebe dışında kalmalı, yürüttükleri her tartışmaya özel bir önem yüklemekten kaçınmalıyız.
Biz daha çok emek hareketi içerisindeki daha özgün feminist unsurlarla ilgilenelim. Zira onlar dosdoğru bizim alanımızda. Çoğu sendikalar bünyesinde uzman olarak çalışan ilerici insanlar bunlar. Sınıf gerçeğini gözeterek ister istemez sorunu kadın-erkek bütünlüğü içinde ele almak durumunda kalıyorlar. Kadın ve erkeğin birlikte örgütlü olduğu bu mücadelede kadınların özgün istemlerini, sorunlarını, giderek hareketini vurgulamaya, ona ilişkin sorunları ve talepleri formüle etmeye çalışıyorlar. Bunlardan öğrenilebilecek ve yararlanılabilecek şeyler kuşkusuz var. Ama burjuva ara katmanlara dayanan ve onlarla soluk alıp veren feminist harekete mesafeli duralım. Bu sınıfsal doğası gereği ciddi yapısal zaaflar barındıran bir harekettir. Meral Akşener’i “kız kardeş” olarak görecek denli gevşek ve liberal bir ideolojik dokusu var. Bu, gerçekte kadın sorununun reformcu istemleri üzerinden gerçekleşen bir sınıf uzlaşması, giderek sınıf işbirliği platformudur.
Bugünkü güçsüzlüğümüze takılmamalıyız. Biz kadın yoldaşlarımız üzerinden bir sınıfın devrimci kadın temsilcileriyiz aynı zamanda. Bu bakış açısıyla sesimiz feminist unsurlardan çok daha tok ve güvenli çıkabilmeli. Feminist saflardaki çoğu anlamsız tartışma ve çekişmelere ilgisiz kalmayı başarabilmeliyiz. Feminist hareket kurulu düzenin içinde bir harekettir, kadın sorununda reformcu sınırlardaki kararlılığına rağmen temel toplumsal sorunlarda egemen sınıf etkisine fazlasıyla açıktır, bunu da unutmamalıyız.
Burjuvazinin uluslararası çapta, ki bu İstanbul Sözleşmesi de öyledir, aldatıcı, göz boyayıcı, sınırlı düzenlemeleri var. Bir yandan da bunu teşhir etmeliyiz. Burjuva düzen altında ve özellikle burjuvazinin kendi inisiyatifi ile gündeme getirilmiş birtakım reformlar aldatmacadan başka bir şey değildir. İstanbul Sözleşmesi de bu kapsamdadır. Emekçilerin gerçek mücadelesi ile kazanılmış haklar, bu çerçevede dişe diş mücadeleyle elde edilmiş kazanımlar yapısal olarak farklıdır. Burjuvazi her toplumsal muhalefeti, onun ürünü şu veya bu hareketi ehlileştirmek, kendi kabul edilebilir sınırları içine çekmek için bin bir yola başvurmaktadır. Bunu yalnızca kadın sorununda değil her alanda, örneğin çevre, barış vb. türden sorunlarda da yapmaktadır. Çevre yıkımına ve militarizme karşı bir barış hareketi olarak doğan Alman Yeşillerinin bugünkü militarizm yanlısı ve savaş kışkırtıcısı konumuna bakınız, burjuvazinin bu alandaki başarısının düzeyini görmüş olursunuz.
Kadın sorunu kökü tarihin derinliklerinde olan bir ezilen cins sorunu olduğu için bu konuda apayrı bir hassasiyetimiz var. Ama bu bize, bu sorundan hareketle varlık nedeni kazanan feminist hareketin gerçek sınıfsal konumunu ve sınırlarını da hiçbir biçimde unutturmamalıdır. Katı bir sınıfsal mantık var feminist tutum ve davranışlarının gerisinde. Sınıfsal olanı basitçe hiçe sayabiliyor, en azından geri plana itebiliyorlar. Lütfedip arada bazı direnişlerle dayanışma içerisine giriyorlar. Varsanız baksanız o da oradaki dikey kadın hareketindeki en ilerici kesimlerin bir tutumu olarak ortaya çıkıyor. Burjuva öğelerin işçi kadın direnişleriyle ilgilendiğini de çok zannetmiyorum.
İzleyelim, tanıyalım, yansıtalım ama tartışmasını da bilelim, karşısına alternatif koyalım. Kadın Bürosu’ndaki yoldaşlardan birinin basınımızda feministlere yönelttiği eleştiri son derece anlamlıdır. Durmadan sözde sınıf indirgemeciliğini eleştirip duruyorsunuz da, tersinden sizler de, sınıfsal olanı ve alanı tümden gözden kaçırıyor olmayasınız, diye soruyordu yoldaş. Kritik önemde açıklayıcı bir sorudur bu.
Feministlerin çoğu anlamsız tartışma konularına tutum yetiştirmeye çalışmak yerine, kendi sınıfsal konumumuz üzerinden onlara karşı etkili bir ideolojik mücadele vermeye bakalım. Bunun için de onlarla aramıza net ayrım çizgileri çekelim. Feminist hareketin karşısına kadın sorunundaki kendi devrimci sınıfsal konum ve tutumumuzla çıkalım. Onların öne çıkardığı önceliklerin karşısına kendi bakış açımızla, kendi önceliklerimizi çıkaralım. Bu bizi o hareketten koparabilir kaygısı da taşımayalım. İlkin bizim için öncelikli olan, sınıf hareketi bünyesinde geliştirilmesi gereken işçi kadın hareketidir. İkinci olarak, bunda başarı sağlayabildiğimiz ölçüde, böylece feminist çizgideki genel kadın hareketiyle en sağlıklı biçimde ilişkilenme zeminini de kazanmış olacağız.
Sezgin: Kadın Bürosu’nun özellikle belli gündemler üzerinden, 8 Mart’dır, 25 Kasım’dır vb., önemli katkıları oldu. Anlamlı bir iş de yapıyorlar. Fakat zaman zaman tek yanlılığa düşülebildiği görülüyor. Parti yayınlarına gelen yazı katkılarında da göze çarpıyor bu. Kadın sorunu ele alınırken, kadına yönelik şiddet, kadın cinayetleri gibi temalar çok belirgin bir yer tutuyor. Kadın sorununa ilişkin propaganda ve ajitasyon çalışmamıza da yansıyor bu tek yanlılık. Oysa AKP’nin sadece kadının cinsel kimliğine dönük saldırıları değil, aynı zamanda kadın emeğine dönük çok kapsamlı saldırılar var. Sorunun ele alınışında bu yön biraz zayıf ya da geri planda kalıyor.
Kadın Bürosu’nun bu tek yanlılığı aşan bir bakış açısı ile hareket edebilmesi gerekiyor. Az önce yoldaşın işaret ettiği bir nokta vardı; soruna kadın emeği üzerinden de bakabilen feminist unsurlar var, onlarla ilişkilenmeye bakalım demişti. Bunu ben de önemli ve gerekli görüyorum. Örneğin Kadın İşçi’nin bu çerçevede yaptığı birtakım çalışmalar var, bir vesileyle bunu görmüş oldum. Gerçekten de AKP iktidarı kadın emeğinin sömürüsünü daha da katmerleştiren çok özel politikaları izliyor. Sendikalardaki feminist kadın uzmanlar bunu çok özel bir tarzda inceliyorlar. Bizim incelememize bile gerek kalmıyor aslında. Bu yönüyle de bakarak sorunun bu yanını öne çıkararak işleyebilmemiz gerekiyor. Bizim pek çok bildirimizde, yazımızda kadın cinayetleri, kadına yönelik şiddet öne çıkıyor sürekli olarak. Kadının sınıfsal kimliğine dönük saldırılar ikinci planda kalıyor.
Aslında AKP döneminde daha çok kadın çalışmaya başladı. Ve kadın emeğine dönük saldırılar bu dönemde çok daha da boyutlanmış durumda. Taşeron sistemi, esnek çalışma, parça başı ücret uygulamaları vb.’nden en çok kadınlar etkileniyorlar. Nitekim yapılan araştırmalar da en korumasız alanlarda, en örgütsüz bir biçimde ve kayıt dışı çalıştıklarını gösteriyor. Kadın sorununu ele alırken sorunun özellikle bu yönlerine dikkat çekebilmemiz gerekiyor.
Cihan: Milyonlarca insan açlık sınırında çalıştırılıyor. Bunun acısını en çok kadınlar, onların içinde de kadın işçiler duyuyor. Kadın cinayetleri bu denli önemseniyor da, her gün yaşarken ölmek denilen de bir toplumsal-sınıfsal gerçeklik var. Tam da kadın sorunu olarak da kendini gösteren bir tarzda... Milyonların açlığa ve sefalete mahkûm edilmesi, bunun sonuçlarıyla en çok onların yüz yüze kalması demektir. Kadın sorununu ele alırken, bu temel önemde gerçeklik üzerine düşünmek durumundayız.
Berdan: Ben de sorunun bir başka yönüne işaret etmek istiyorum. Kadın hareketi son yıllarda önemli bir dinamik ve ilerici bir yön taşıyor. Öte yandan, kadın hareketi ideolojik olarak orta sınıf kimliğinin de ötesinde belirgin bir burjuva ton taşıyor. Bunun yarattığı bir basınç var ve bunu hep akılda tutmak gerekiyor. Genel planda Kürt hareketinin sol üzerindeki ağırlığı ve basıncı ne ise, aynı şey kadın hareketi için de geçerli. Sadece maddi güç olarak değil, ideolojik-politik olarak da...
EKİM, Sayı: 333, Nisan 2024
http://www.tkip.org/merkez-yayin-organi/sayi-333/yazilar/-/kadin-hareketi-ve-kadin-calismasi/