Arap dünyasında tartışmasız bir öneme ve konuma sahip Mısır, tarihinin en derin ekonomik kriziyle boğuşuyor. Geçtiğimiz günlerde Birleşik Arap Emirlikleri’nin başkenti Abu Dabi’de Katar, Ürdün, Bahreyn, Umman, BAE ve Mısır liderlerinin katılımıyla “Bölgede istikrar ve refah ve ülkeler arasındaki iş birliğini pekiştirme istişareleri” başlığıyla mini bir zirve düzenlendi. Her ne kadar zirvede Mısır’ın adı geçmese de gözlemciler toplantının amacının “Mısır’ın ekonomik durumunu görüşmek olduğu” konusunda hemfikir. Al Kuds al Arabi’nin başyazısında ve Rai al Youm’dan Abdulbari Atwan’ın Mısır’ın ekonomik durumunu mercek altına alan makalesinde dikkat çeken noktaları şöyle özetlemek mümkün:
1. Mısır ordusu ülkenin en büyük işvereni konumunda. Ayrıca bütçenin önemli bölümü ordunun sahip olduğu işletmelere destek olarak gitmesinin yanı sıra bu işletmelerin vergiden muafiyeti ve imtiyazlı egemenliği mevcut. Ancak bu ekonomik yapı bütçe için “ekonomik bir kara delik” olarak tanımlanıyor. Çünkü orduya bağlı işletmelerin bütçeden taleplerinin sonu olmadığı fikriyatı hakim.
2. Mısır’ın dış borcu 200 milyar dolara yaklaşmış durumda ve geçtiğimiz kasım ayında IMF’nin vermeyi vadettiği 3 milyar dolar ödenmesi gereken borç tutarının çok aşağısında.
3. Bugüne kadar özellikle Körfez ülkeleri hibeler ve krediler yoluyla Mısır ekonomisinin ayakta kalması için kesenin ağzını açmışlardı. Ama görünen o ki başta Suudi Arabistan ve Kuveyt artık karşılığını almadan Mısır ekonomisine destek vermek istemiyor.
4. Yaşanan ekonomik buhranın esas mağduru Mısır halkı. Dolar 2015’ten bu yana Mısır lirası karşısında 7 liradan 32 liraya yükseldi. Enflasyon yüzde 20’lerde seyrederken 60 milyon kişi yoksulluk sınırının altında yaşıyor.
Suudi Arabistan ve Kuveyt Abu Dabi görüşmesinde niye bulunmadı?
al Kuds al Arabi
Başyazı
Geçtiğimiz günlerde Katar, Ürdün, Bahreyn, Umman, BAE ve Mısır liderleri Abu Dabi’de “Bölgede istikrar ve refah ve ülkeler arasındaki iş birliğini pekiştirme” istişareleri olarak özetlenebilecek genel bir başlık altında bir araya geldi. Bu konuların Körfez bölgesinin önde gelen iki ülkesi Suudi Arabistan ve Kuveyt’i de ilgilendirdiği için toplantıya katılmamaları bazı soru işaretlerine yol açtı.
Söz konusu toplantıdan bir hafta önce Uluslararası Para Fonu, Mısır’ın Körfez müttefiklerine yatırım taahhütlerini yerine getirmeleri ve Mısır’ın uluslararası ve bölgesel ortaklarına, özellikle Körfez ülkelerine 14 milyar dolar hibe vermeleri için çağrıda bulundu. Bu durum, birçok gözlemcinin Abu Dabi toplantısının bu konuyu tartışmak için olduğuna inanmasına neden oldu.
IMF, Mısır’a üç milyar dolarlık kredi vermeyi kabul etmişti. Ancak bu kredi, bu yıl ödenecek kamu borcunu karşılayamıyor. Ayrıca fon; Mısır devletinin kapsamlı yapısal reformlar gerçekleştirmesini ve bu yıl sonunda 200 milyar dolara ulaşacak olan borçlarını ödemek için kamu varlıklarının satışının şeffaflığı artırmasını istiyordu.
Suudi Arabistan’ın Maliye Bakanı Muhammed bin Abdullah al Jadaan’ın söz konusu zirveden bir gün sonra İsviçre’nin Davos kentinde yaptığı ve Krallığın müttefiklerine yardım sağlama şeklini değiştireceğini ifade etmesi aslında vaziyeti açıklıyor. Al Jadaan’ın, ilgili ülkelerin (adını vermediği) mali politikalarına yönelik üstü kapalı bir eleştiri olarak değerlendirilebilecek “Yardım istiyoruz ama sizin de rolünüzü oynamanızı istiyoruz” demesi dikkat çekiciydi.
Suudi yetkilinin açıklamalarından bir hafta önce Kuveyt Ulusal Meclisi Sekreteri Usame Şahen’in açıklamaları gelmişti: IMF’nin Mısır’a genel bütçe açığını kapatmak için 14 milyar dolar mevduat ve kredi ödemesi talebine yanıt vermemesi konusunda uyarmıştı.
Suudi ve Kuveyt’in açıklamaları ve IMF’nin yaklaşımı, Mısır devletinin mali politikalarının para için bir kara delik olduğunu gösteriyor.
Körfez hibe ve kredileri ve hatta IMF’nin verdiği krediler ülkenin askeri teşkilatını (silah anlaşmaları) ve güvenlik servislerini (şirketleri televizyonculuğa kadar uzanan) finanse etmek için ülkenin geleceğinden yapılan ödemeler olarak görünmektedir. Ülkenin bütçesi; çölde şehirler inşa etme, özel sektörle rekabet eden lakin muafiyet ve imtiyazlardan yararlanan ordu şirketlerinin finanse etme gibi büyük projelere yapılan harcamalara gitmektedir. Ordu; geniş topraklara sahiptir ve benzin istasyonlarından tarıma, petrol, çimento ve gıda endüstrilerine kadar büyük endüstrileri kontrol etmektedir.
Bu denklemde en büyük eksik, enflasyonun yüzde 20’ye çıkması ve Mısır lirasının 2015’ten bu yana dört buçuk kattan fazla değer kaybetmesi (dolar başına 7 liradan 32 liraya) nedeniyle günlük geçim mücadelesi veren halkın büyük zorluk çekiyor olması. Ordunun korumalı, vergiden muaf ve imtiyazlı egemenliği ve ülkenin en büyük işvereni olması ve döviz açığından muzdarip özel sektörle şiddetli rekabeti altında Mısır ekonomisinin iyileşme umudu bulunmamaktadır. Yaklaşık 60 milyon Mısırlı yoksulluk sınırının altında sefalet çekerken, daha fazla sayıda Mısırlı yoksul sınıflara ekleniyor.
Cumhurbaşkanı Abdulfettah el Sisi, Mısır’daki büyük nüfus artışını defalarca eleştiriyor, Mısırlıları doğumları azaltmaya çağırıyor ve yetkililer evliliklere vergi koyuyor. Ancak nüfus artışı tek başına Mısır hükümetlerinin yanlış politikalarını açıklamıyor ve bozulmanın sorumluluğu kaynaklarla orantılı olmayan harcamalarla bütçe açığını genişleten maliye politikalarına bağlı. Ordunun ekonomi üzerindeki hakimiyetinin ekonomide bıraktığı büyük zararlara ve buna bağlı olarak özel sektöre verdiği büyük zarara ek olarak, dünyanın en yüksek olduğu kabul edilen faizli büyük uluslararası krediler alarak büyük projeler için harcanıyor. Sonrasında kredinin faizini karşılamak için yeniden borçlanılıyor.
Prens Bin Selman ve Kuveytli mevkidaşı zirveye neden katılmadı?
Abdulbari ATWAN
Rai al youm
Çarşamba günü BAE’nin başkenti Abu Dabi; alelacele düzenlenen bir mini istişare zirvesine ev sahipliği yaptı. Buluşma, Körfez İşbirliği Konseyine üye dört ülkenin (Umman Sultanlığı, Katar, Bahreyn ve BAE) liderlerinin yanı sıra Mısır Devlet Başkanı Abdulfettah el Sisi ve Ürdün Kralı II. Abdullah’ın katılımını içeriyordu. Suudi Arabistan Krallığı’nın fiili hükümdarı Prens Muhammed Bin Selman ile Kuveyt Devleti Emiri Şeyh Nawaf al Ahmed’in yokluğu kaydedildi. Bu yazının yazıldığı tarih itibarıyla, bu yokluğu haklı gösterecek veya nedenlerini açıklayacak hiçbir resmi açıklama veya basın sızıntısı yapılmadı.
Bu ani zirve, salı günü Kahire’de Başkan Sisi’nin yanı sıra Ürdün Kralı ve Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın da yer aldığı bir başka üçlü zirvenin ardından geldi. Bundan sonra Ürdün hükümdarı, Şeyh Muhammed bin Zayed’e bir mesaj taşıyarak Abu Dabi’ye uçtu. Onu mini istişare zirvesi çağrısında bulunarak derhal inisiyatif almaya teşvik etti, bu da onun toplanmasını gerektiren acil nedenler olduğu anlamına geliyor.
Abu Dabi zirvesine katılan ülkelerin bu hızlı hamlesinin arkasında, aşağıdaki noktalarda özetlenebilecek birkaç olasılık olması muhtemeldir:
Birincisi; Mısır poundunun tarihin en düşük seviyesine (dolar karşısında 32 pound) düşmesinin ardından Mısır’ın ekonomik durumunun bozulması. Yüksek enflasyon oranları ve IMF’nin zorlu koşulları. Özellikle ulusal para biriminin dalgalanması ve Mısır ordusuna bağlı özel şirketlerin müteahhitlik ve ticaret alanındaki çalışmalarının asgari düzeye indirilmesi talebi. Ayrıca IMF’nin Körfez ülkelerinden Mısır’a acilen 40 milyar yardım sağlamasını istediği, aksi takdirde çöküşün yakın ve kaçınılmaz olduğu yönünde haberleri mevcut.
İkincisi: Benyamin Netanyahu’nun faşist İsrail hükümetinin alabileceği tehlikeli kararlar, özellikle de Mescid-i Aksa’nın basılması, Haşimi vesayetinin fiili olarak ortadan kaldırılması, Batı Şeria’nın ilhakı ve yüz binlerce sakininin Ürdün’e sürülmesi gibi noktalarda artan korkular.
Üçüncüsü: Katar Eski Başbakanı Şeyh Hamad bin Jassim’in birkaç gün önce Körfez ülkelerine ABD-İsrail saldırganlığının İran’a karşı bir saldırının güvenliği sarsabileceği ve istikrarsızlaştırabileceği uyarısı.
Mısır’ın karşı karşıya olduğu ekonomik çöküş tehdidi, istişare zirvesinin gündemindeki belki de en önemli ve acil faktördü. Körfez mali yardımları tamamen durmuştur, devam etse bile artık karşılıksız hibe ve karşılıksız mevduat şeklinde olmayacaktır. Körfez mali yardımları tamamen durmuş durumda. Suudi Maliye Bakanı Sayın Muhammed bin Jadaan’ın çarşamba günü Davos Ekonomik Forumunda yaptığı konuşmada söylediği üzere devam etse bile artık iade edilmeyen hibeler, koşulu olmayan mevduatlar gibi yaklaşımlar değişmiş durumda. Cumhurbaşkanı Sisi daha önceki açıklamalarında Körfez ülkelerinin yardımlarını tamamen durdurduğunu söylediğinde bu duraksamayı teyit etmişti.
Bazı açılardan Kuveyt Emiri’nin istişare zirvesine katılmaması anlaşılabilir olabilir. Bu tutumun nedeni; Kuveyt Ulusal Meclisinin (parlamento) ülkesinin hükümetinin Mısır’a bir dolarlık yardım yapmasını engelleme kararı alması ve bugünlerde hükümet ile parlamento arasında şiddetlenen bir iç krizin varlığı.
Ancak Mısır-Suudi ilişkilerine dönecek olursak, yıllardır benzeri görülmemiş bir gerilim içindeler ve bu, Batı basınına Mısır makamlarının Tiran ve Sanafir adalarının mülkiyetini devretmek için pratik önlemleri durdurduğuna dair gelen haberlere yansıdı.
Ekonomik yönlere, anlaşmazlıklara ve bu eksendeki ülkeler arasındaki “dalgalı” ilişkilere odaklanmamız, diğer büyük tehlike konularını görmezden gelmek anlamına gelmiyor. En önemlisi, faşist Netanyahu hükümetinin uygulama ve planlarından kaynaklanan gerginlik ve Haşimi vesayetinin kaldırılmasının ilk adımı olarak Ürdün büyükelçisinin Mescid-i Aksa’yı ziyaret yasağıdır.
Abu Dabi’deki acil durum mini zirvesi sadece birkaç saat sürdü. Ancak bu zirve özellikle Arap ve Körfez ihtilaflarının yoğunluğunu azalttı mı yoksa şiddetlendirdi mi? Mali krizinden (Körfez ülkeleri Mısır’a Ocak 2011 devriminden bu yana 92 milyar dolar sağladı) kurtulmak için milyarlar Mısır’a mı akacak yoksa Ebu Süfyan’ın evi aynı mı kalacak? Önümüzdeki birkaç gün bu soruları ve sonuçlarını yanıtlayacak ve bizim sadece beklememiz gerekiyor.
Şam-Ankara arasındaki normalleşme nereye?
Muhammed NUREDDİN
al Halic
Türkiye’nin dış dünya ile uzlaşması birçok zorlukla karşı karşıya görünüyor. Ancak kesin olan şu ki, Türkiye birçok iç ve dış faktörün yönlendirdiği yeni bir dış politika peşinde.
Bazı Körfez ülkeleri ve İsrail ile bu uzlaşmaların kısmen başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Bu arada Mısır’la uzlaşma dosyası herkesten önce başlasa da hâlâ sallantıda. Son olarak dikkatler, Türkiye ile Suriye arasındaki uzlaşma girişimlerine çevrildi. Hiç şüphe yok ki Türkiye-Suriye dosyası, Türkiye’nin diğer ülkelerle olan ilişkilerine ilişkin dosyalardan en karmaşık olanı olarak ayrılıyor. Türkiye’nin Suriye’den çekilmesi, Türk bölgelerindeki militan dosyası ve Fırat’ın batısındaki bölgelerde Kürt fraksiyonlarıyla SDG güçleri gibi her biri sorunsuz bir yola ihtiyaç duyan büyük başlıklar taşıyor. Doğusunda, Amerikan askeri mevcudiyeti ile Rusya ve İran gibi kilit oyuncuların varlığı mevcut.
Gözlemciler, Türkiye’nin Şam ile yeni bir sayfa açma arzusu konusunda iyimserdi, özellikle de Türkiye Cumhurbaşkanının farklılıkları çözmek için yaklaşık iki ay önce bir “yol haritası” çizmesi vesilesiyle. Bu harita geçtiğimiz ay sonunda Moskova’da Türkiye, Suriye ve Rusya savunma bakanları düzeyinde yapılan toplantıyla başladı ve katılımcı ülkelerin savunma bakanlıkları hakkında olumlu yönleri yansıtan açıklamalar yapıldı.
Ancak yol haritasının ikinci ayağı olarak Türkiye, Suriye ve Rusya dışişleri bakanlarının Moskova’da muhtemelen ocak ayı ortalarında gerçekleşmesi beklenen bir araya gelmesi gerçekleşmedi. Ardından Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, şubat başı olarak yeni bir tarih belirledi. Ancak Cumhurbaşkanlığı Resmi Sözcüsü İbrahim Kalın, görüşmenin şubat ayı ortasında beklenebileceğini belirtti. Burada en önemli ihtimal, dışişleri bakanları toplantısı öncesinde Türkiye, Suriye ve tabii ki Rusya’nın savunma bakanlarının yeni bir toplantı yapması. Gerçeğin diliyle söyleyecek olursak bu durum, uzlaşma alanında hâlâ engellerin olduğunu göstermektedir. Kalın’ın bir kez daha ülkesi için bir kara askeri operasyonunun hâlâ masada bir seçenek olduğunu belirtmesi durumu daha da karmaşıklaştırıyor.
Bu sırada, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın Rus Elçisi Alexander Lermentiev ile görüşmesinin ardından ifadeleri, uzlaşmanın sendeleyen yoluna ilişkin şüpheleri doğruladı: Türk işgalinin sona ermesi, uzlaşmanın ilerlemesi için bir koşuldur. Bu, Türk işgalinin sona erdirilmesinin önceliğinden bahseden Dışişleri Bakanı Faysal Mikdad tarafından da doğrulandı. Son zamanlarda Kuzey Suriye’deki sahanın ısınması ve Türk ve Suriye ordularının ölüm ve yaralanmaların olması, uzlaşmanın ilk karesine dönüşün mesajlarıdır.
Aslında topun Türkiye’de olduğu söylenebilir. Çünkü Suriyelinin verecek hiçbir şeyi yok.
Bu nedenle, Türkiye’nin pratik bir plan sunması, geri çekilme, militanlarla mücadele, mültecilerin geri dönüşü, yeni bir güvenlik anlaşmasının imzalanması ve hızlı bir şekilde uygulamaya başlanması için bir takvim sunması öngörülüyor. Şu anda parlamento seçimlerinden önce ve Rusya, İran ve BAE’den oluşabilecek bölgesel ve uluslararası garantilerle atılması gereken adım budur. Aksi takdirde, Türkiye Cumhurbaşkanının beyan ettiği uzlaşma hedefi, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kullanacağı Suriye Cumhurbaşkanı ile bir “fotoğraf” olacaktı ve aklı başında hiç kimse Şam’ın bunu kabul etmesini bekleyemezdi.
Evrensel / 23.01.23