Bu hafta Arap dünyasını en çok meşgul eden konular arasında Filistin’deki gelişmeler vardı. Bir önceki hafta Filistinli ve İsrailli tarafların Amerika Birleşik Devletleri’nin öncülüğünde Ürdün’ün Akabe kentinde bir araya gelmesi, elle tutulan bir sonuç getirmedi.
Arap basınında, Netenyahu’nun aşırılık yanlısı kesimlerin yardımıyla kurduğu hükümet iş başında olduğu sürece Filistinlilere yönelik baskının toplu katliamlara dönüşmesinden duyulan endişelerin arttığı ifade ediliyor. Arap medyasındaki genel kanıya göre Netenyahu, hükümetin devamlılığı için hükümetin içerisindeki aşırı dinci ve ırkçı partilerin gönlünü hoş tutabilmek adına Filistinlilere yönelik baskılarını daha da artıracak.
'120 sene hapis yerine idam'
İsrail’deki aşırılık yanlısı hükümeti oluşturan unsurların son adımı, İsrail sınırları içerisinde ve Batı Şeria’da İsrail vatandaşlarının ölümüne neden olanların direkt idamla yargılanmasını öngören yasa tasarısının Kneseet içerisinde oylanması ve kabul edilmesi oldu.
Katar merkezli El Cezire Televizyonuna göre bu nihai oylama değil. Bu yasa tasarısının tam olarak uygulamaya geçmesi için birkaç adımdan daha geçmesi gerekiyor ve Knesset’teki son okumadan sonra tekrar onaylanıp kanun olarak yürürlüğe girecek.
Netenyahu hükümeti içerisindeki bir bakanın, son günlerde tansiyonun yüksek olduğu Huvvara kasabasını haritadan silme önerisinden sonra bu kanun tasarısının da kabul edilmesi İsrail’in gerilimi daha da tırmandıracağı yönündeki tahminleri de güçlendiriyor.
Filistinlilere yönelik idam tasarısıyla ilgili Arap medyasında yapılan yorumlara göre, İsrail, bundan sonra Filistinli direnişçilere 120 sene hapis cezası vermek yerine doğrudan idam ederek onları daha kolay tasfiye etmeyi amaçlıyor.
Arap gazetelerinin önemli gündem başlıklarından bir diğeri de, geçtiğimiz hafta başında Mısır Dışişleri Bakanının Suriye’yi ziyareti ve bu bağlamda Arap dünyasının Suriye ile normalleşme çabaları oldu. Birçok gazetede Mısır’ın bu adımının gerçek niyetinin Suriye ile normalleşeme mi yoksa Mısır’ın ilişkilerinin kötü olduğu Körfez ülkelerine blöf mü olduğu sorgulandı.
Başta ekonomi ve yönetim kriziyle boğulan Lübnan’da ise durum giderek daha da kötüye gidiyor. Lübnan basınında, halkın Lübnan’daki çöküşün planlı olduğuna ve Lübnan Devleti’ni tamamen çökertmeyi hedeflediğine inananların sayısının giderek arttığına dair haberler daha fazla yer almaya başladı.
'Filistin’deki katliamların doğrudan sorumlusu netenyahu'
Bünyamin Netenyahu'nun başkanlığındaki İsrail hükümetinin Filistinlileri yok etmeye yönelik kışkırtmalara yol açan katliam, saldırı ve kuşatmalara doğrudan müdahil olduğu artık kamuoyunun malumu oldu. Bunun son örneği hükümetteki aşırı ırkçı bakan Bezalel Smotrich’in Filistinli Huvvara kasabasının İsrail ordusu tarafından haritadan silinmesi çağrısı oldu ve bu çağrısını, İsrail devletinin yüzlerce yıkılmış köyün üzerine kurulduğu şeklinde gerekçelendirdi. Bu da yakın zamanda büyük bir katliam olabileceği konusunda uyarıların artmasına neden oldu.
Bu gelişmeler, Netenyahu'nun Ben Gvir ve Smotrich'in temsil ettiği aşırı dinci ve ırkçı partileri daha fazla tatmin etmek ve desteklerini almak için atılan adımlar olarak değerlendirilebilir. Ancak diğer yandan hakkında bazı ithamlar olan Netenyahu’nun yargıyı şekillendirme çabalarında İsrail yargısıyla girdiği çekişmeyle de alakalı olabilir.
Gerek Arap gerekse de uluslararası kamuoyunda, giderek artan gerilimin Filistinlilere yönelik toplu şiddete doğru kayması ve bunun özellikle 1948 Arapları olarak bilinen Filistinliler üzerinde büyük etkilerinin olmasına dair korkular giderek artmaktadır. (Kuds El Arabi Gazetesi / Başyazı)
'Filistinliler’i ‘kanunen’ katletmek'
Geçen Çarşamba, Siyonist Knesset, Filistinli mahkumlar için ölüm cezasını yasallaştıran bir tasarıyı onayladı. Knesset’teki oylama ilk okuma içindi ve 9’a karşı 55 oyla kabul edildi. Eski Başbakan Yair Lapid liderliğindeki muhalefetin çoğunluğu ise protesto olarak oylamada çekimser kaldı.
Yahudi Gücü partisinden radikal Son Har Melech ve Itamar Ben Gvir tarafından hazırlanan yasa tasarısına göre, İsrail devletine zarar vermek ve Yahudilerin anavatanlarını terk etmesi amacıyla bir İsraillinin ölümüne kasten veya başka bir ihmalle neden olan herkes idamla cezalandırılacak.
İşin aslı bu tasarının yeni bir adım olarak görülmesi çok ilginç: Tıpkı sözde İsrail demokrasisinin şu anda yavaş yavaş solmakta olduğunu söylemek gibi. Şimdiye kadar Filistinliler yargısız olarak infaz ediliyordu. Hem de sadece var oluş suçlamasıyla. Zira bu, Filistin'deki Siyonist projesinin temel biçimlendirici unsurudur. Siyonist oluşumun kurulması için gerekli ilk adımlar, "Yahudi halkı için bir ulusal yurt oluşturulması" fikrine dayanıyordu. Bu da Filistinlilerin köy ve kasabalarını terk etmek için onlara yönelik toplu katliamlar gerçekleştirilmesiyle olurdu. Tabii doğrudan ölümden kurtulurlarsa. Filistinlilere yönelik infazlar bir an bile durmadı. Bu ister protestoculara yönelik ateş açmak şeklinde olsun, ister tekrarlanan Gazze savaşları gibi soykırım niteliğindeki savaşlar şeklinde olsun. Hatta çoğu durumda, zırhlı bir tanka küçük bir taş atan Filistinli bir çocuk terörist ilan edildi ve "devlet" için bir tehlike kabul edilerek infaz edildi.
Bu kanun tasarısıyla beraber yeni olan tek şey Siyonist oluşumun bir kibir noktasına ulaşmış olması ve Batı ve Arap dünyasının kendisine vermiş olduğu Filistinlileri öldürme ruhsatlarının keyfini çıkarmasıdır. Artık Filistinlileri tasfiye etme niyeti saklanmayacak ve masanın üstünde açıkça olacak.” (Alaaddin Ebu Zeyna / Ürdün El Ğad Gazetesi)
Mısır direniş eksenine mi yaklaşıyor?
Mısır Dışişleri Bakanı Sameh Şükri’nin uçağının 11 yıl aradan sonra Şam Uluslararası Havaalanı’na inmesinin ardından, Mısır Başbakanı Mustafa Medbuli yanında yaklaşık 5 bakanla birlikte Katar’ın başkenti Doha’ya uçtu ve orada Emirlik Divanı tarafından resmi törenle karşılandı.
Suriye’ye yönelik Arap ülkelerinin bu açılımlarının önemi kesinlikle tartışılmaz ve Şam’ı ziyaret eden Arap heyetiyle (Irak meclis başkanı liderliğindeki son ziyaret) daha da belirginleşmiştir. Ki bu heyetin içinde sadece Katar, Kuveyt ve Fas’ın temsilcileri yoktu. Ancak bu gelişmelerin ve diplomatik adımların en önemlisi Mısır’ın açılımı oldu ve bu açılım değişimin başladığını gösteriyor. Özellikle de Mısır’ın son dönemlerde başta Amerika Birleşik Devletleri, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve nispeten Kuveyt ile ilişkilerinde durgunluk yaşadığı bir dönemde “direniş eksenine” kademeli bir biçimde yaklaşması dikkat çekmektedir.
Mısır son günlerde büyük bir mali kriz yaşıyor ve acilen Uluslararası Para Fonu’na ve borç almış olduğu diğer ülkelere borcunu ödemek için 14 milyar dolara ihtiyacı var. (Mısır’ın toplam dış borcu 156 milyar dolardır.)
Başta Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri olmak üzere Körfez ülkeleri Mısır’ın bu acil taleplerini karşılamak için olumlu yanıt vermedi. Gelen bilgilere göre Mısır Devlet başkanı Sisi’nin BAE’ye, hükümetler toplantısına katılım adı altında yaptığı son ziyarette oradaki yetkililerle temasları pek bir şey değiştirmedi.
Bu gelişmeler ışığında asıl mesele Mısır’ın bu ziyaretinin ciddi bir dönüşümü mü temsil ettiği yoksa sadece Körfez ülkelerinin yardımlarının tekrar Mısır’a akması için onlara baskı kurmak için bir manevra mı olduğudur. (Rai Al Youm Gazetesi / Başyazı)
Lübnan’da çöküş kritik aşamada
Geçtiğimiz şubat ayının başlarında Lübnan’daki çöküş farklı bir boyut kazanmaya başladı. Birçoklarının bu çöküşün daha önce planlanmış ve üzerinde çalışılmış olduğuna inandığı bir ortamda ülkedeki gidişat daha fazla kaos ve şiddetle karakterize ediliyor. Bunun yanı sıra Lübnan’daki bu çöküşü hazırlayanların hedeflerine çok yaklaştıklarına inan kesimler de var. Ki onlara göre bunun hedefi de Lübnan’da devletin dağılmasını sağlamak.
Herkes için mevcut durumda ülke için yeni bir cumhurbaşkanı seçmenin öncelikli hedef olması oldukça doğaldır. Ancak cumhurbaşkanlığı konusundaki boşluk kamuoyunu yanıltmak için kullanılmaktadır. Zira deniliyor ki, yeni cumhurbaşkanı seçilmeden gerekli reformlar yapılamaz. Bu efsane Lübnan’da genellikle ülkenin içinde bulunduğu durumun bulanık görülmesi için pazarlanır. Halbuki iktidarın bileşenleri reform yapmak veya kurumları yeniden inşa etmek istemiyor. Üstelik her şeyden önce ülkeyi içine düştüğü durumdan kurtarma planlarıyla ilgilenmiyor ve bunun kanıtı açık.
Lübnan’daki mevcut ekonomik çöküş 17 Ekim 2019’da iş başında anayasal olarak yetkilerle donatılmış bir hükümet varken açığa çıktı. Bu hükümetin başbakanı da, ülkedeki en büyük Sünni bloğun temsilcisi Saad Hariri’ydi.
Diğer taraftan ülkedeki en büyük iki Hıristiyan oluşumdan birinin temsilcisi olan Mişel Avn ise cumhurbaşkanlığı görevinin 4 yılındaydı. Meclis başkanı Nebih Berri ise hâlihazırda olduğu gibi Şii bloğun en önemli iki temsilcisinden biriydi ve görevdeydi. Bu devletin içindeki hiçbir pozisyon veya makam boş değilken çöküşün geldiği anlamına gelmektedir.” (Toni İsa / Lübnan El Joumhoriya Gazetesi)
Gazete Duvar / 06.03.23