Ortadoğu, ABD ve İsrail’in birçok diplomatik adımına şahit olduğu bir haftayı geride bıraktı. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, İsrail ordusunun baskınları nedeniyle Filistin topraklarında tırmanan gerilimin ortasında Kahire, Tel Aviv ve Ramallah’ı kapsayan üç günlük bir gezi düzenledi. Blinken’ın ziyaretinin; Libya seçimi, Sudan’daki durum gibi bir dizi bölgesel konu gündeme gelmesine rağmen İsrail ordusunun Batı Şeria’da gerçekleştirdiği son 20 yılın en şiddetli kanlı baskınlarının gölgesinde gerçekleşmesi, bölgenin kanayan yarası Filistin’in öncelikli mesele olarak öne çıkmasına yol açtı. Blinken’ın ziyaretiyle aynı zamana denk gelen İsrailli bir heyetin Sudan’ı ziyareti de geçtiğimiz haftanın dikkat çeken diğer bir gelişmesi oldu. Bölgenin şekillenmesinde rol oynayabilecek gelişmelere adım adım bakalım
1. Blinken’in güvenlik planı
İsrail ordusunun yaptığı baskınlar sırasında 35 Filistinli hayatını kaybetti. Ardından Filistinliler tarafından düzenlenen saldırılarda 7 İsrailli öldü. Blinken’ın Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas ile görüşmesinde en ön plana çıkan konu “İsraillilerin güvenliği” için “güvenlik koordinasyonunun” yeniden tesis edilmesi oldu. Al Kuds al Arabi “Kurbandan cellatını korumasını istemek” başlıklı başyazısında Blinken’ın Mısır ve Ürdün’den de Filistin yönetimine bu konuda baskı yapmalarını istediğine dikkat çekti. İran’ın liderliğindeki “Direniş Ekseni”ne yakınlığıyla bilinen Rai al Youm gazetesi, Blinken’ın Batı Şeria’nın kuzeyindeki Cenin ve Nablus şehirlerini kontrol etmek için bir Amerikan güvenlik planını Başkan Abbas’ın önüne koyduğunu aktardı. “Başkan Abbas, Blinken’ın baskısına boyun eğecek ve (Filistinli silahlı direniş grupları) Aslan Yuvasını (Arinu’l Usud) ve Cenin Tugaylarını tasfiye etmeye yönelik Amerikan güvenlik planını kabul edecek mi?” sorusunu sordu. Gazete, planın omurgasını eğitilecek ve silahlandırılacak en az 5 bin kişilik özel bir Filistin kuvvetinin kurulması ve ardından mümkün olan en kısa sürede iki şehre gönderilmesi olduğunu vurguladı.
2. Libya’da seçim için çağrı
Dışişleri Bakanı Blinken, Mısır ziyareti esnasında “Libya’da seçimlerin yapılması için birleşik uluslararası desteğin önemine” değindi. Mısır’la uzun bir sınıra sahip Libya’da istikrarın sağlanması kendisi açısından da çok büyük bir öneme sahip. Bu yönüyle çağrıyı Mısır’da yapmasının anlamlı bir yönü var. Ancak al Arab gazetesinden konuyu ele alan Habib el Esved, Libya’nın bağımsızlık gününde yani 24 Aralık 2021’de düzenlemesi planlanan seçimin yapılamadığını ve ülkedeki kaosun ve milislerin varlığının devam ettiğini hatırlattı. El Esved, Blinken için, “Görünüşe göre ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken, Libya sahnesini dünyanın dışında başka bir gezegenden takip ediyor” ifadelerini kullandı.
3. Sudan-İsrail normalleşmesi
Bölgeyle ilgili aktaracağımız son gelişme bir İsrail heyetinin Sudan’ı ziyaret etmesi. Sudan Dışişleri Bakanlığı, ilişkilerin normalleştirilmesinde ilerlemek için Heyetin Lideri Eli Kohen ile anlaşmaya varıldığını açıkladı. Al Kuds al Arabi konuyu işlediği başyazısında anlaşmayla ilgili olarak “Dış güçlerle uzlaşmayı Sudanlılar arasındaki anlaşmadan daha önemli görüyor. Onları gerçekten temsil edebilen ve onlar adına konuşabilen ve dolayısıyla böyle bir kararın sorumluluğunu fiilen alabilecek bir hükümet kurmanın öneminden önce geliyor” ifadelerini kullandı.
Blinken’in turu: Kurbandan cellatını korumasını istemek
al Kuds al Arabi
Başyazı
Üst düzey Amerikalı yetkililer; Batı Şeria’nın birçok bölgesi işgal ordusu tarafından gerçekleştirilen açık şiddet, infazlar, baskınlar ve ev yıkımlarında bir artışa tanık olurken, son günlerde İsrail’e desteklerini ifade etmek için yarıştı. Özellikle Cenin kampında, Filistinlilerin çeşitli direniş biçimleriyle karşı koyması doğaldı.
Körü körüne destekler silsilesi; bizzat ABD Başkanı Joe Biden, artık bir esamesi okunmayan medeniyetler savaşları sözlüğündeki en kaba kelimelere başvurmaktan çekinmeyerek Kudüs’teki yerleşimcileri hedef alan saldırıları “uygar dünyaya karşı saldırı” olarak nitelendirdi. Yaşlı bir kadın da dahil olmak üzere Cenin’in de on kişi şehit edilmişti. 20’si Cenin’den olmak üzere, yılın başından beri işgal kurşunlarıyla öldürülen 8’i çocuk 35 Filistinli mevcut.
ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken ve ondan önce CIA başkanı ve ulusal güvenlik danışmanının ziyaretleri, “İşgal altındaki Filistin’de sükuneti aramak” aldatıcı başlığıyla geldi. Yerleşimi genişletme politikalarını meşrulaştırması, ABD yönetiminin sıkı sıkıya bağlı olduğunu ilan ettiği iki devletli çözüme dair kalan yanılsamaları ortadan kaldırmış durumdadır.
İşgalci devlet lehine olan bu bariz Amerikan tutumu; Filistin halkının hakları ve Birleşmiş Milletlerin en temel kararları ve insan hakları ve uluslararası hukuk normlarına rağmen yeni değil. Mevcut ABD yönetiminin önceki yönetimleri örnek alarak Filistin yönetiminden işgale sahip çıkmasını talep etme tavrında da yeni bir şey bulunmamaktadır. Öldürürken, topraklara el koyarken, evleri yıkarken, yerleşirken ve katliamlar tarzında ırk ayrımcılığının en kötü biçimlerini uygularken bile celladını korumak sanki kurbanın göreviymiş gibi. Bu vaziyet artık ‘apartheid’in en karanlık dönemleriyle bile karşılaştırılamaz.
Bu nedenle, üst düzey Amerikalı yetkililerin işgalcilerle güvenlik koordinasyonunu yeniden tesis etmesi için Filistin Devlet Başkanını doğrudan zorlaması veya Mısır ile Ürdün istihbarat şeflerinin Blinken’ın Mahmud Abbas ile Ramallah’taki görüşmesine katılmaları için baskı yapılması şaşırtıcı değildi. Filistin yönetiminin bu baskılara cevap vermesi ve işgale karşı savaşmak için elindeki en nadide silahlardan birini gönüllü olarak bırakması elbette büyük bir hatadır.
Başkan Abbas ABD’nin direnişi tasfiye planını kabul edecek mi?
Rai al Youm
Başyazı
Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat, 2000 yılında Camp David müzakerelerinden şok içinde dönüşünden sonra ikinci silahlı intifadayı başlatarak ve şehitliği seçerek günahlarının çoğunu, özellikle de Oslo Anlaşmalarındakini sildi. Halefi Mahmud Abbas da aynı yolu izleyecek mi? Güvenlik koordinasyonunu tamamen terk edip şehit olarak mı ölecek; yoksa ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken’ın kendisiyle iki gün önce Ramallah’ta yaptığı görüşmede kendisine verdiği zehirli yemi mi yutacak? Üçüncü silahlı Filistin ayaklanmasını durdurmak ve bir hain olarak ölmek için güvenlik güçlerini mi kullanacak?
İsrail medyasında dolaşan haberden, Blinken’ın Batı Şeria’nın kuzeyindeki Cenin ve Nablus şehirlerini kontrol etmek için Amerikan güvenlik planını Başkan Abbas’ın önüne koyduğu haberinden sonra bu soruları soruyoruz. Aktif silahlı direniş taburlarını, özellikle Aslan Yuvası taburunu, Nablus’taki Balata’yı ve kamptaki Cenin taburunu kökünden mi sökecek? Bu taburları büyük örgütlerin ve bağımsızların çoğunun gençliğinin bir karışımını oluşturmaktadır.
Amerikan-İsrail güvenlik planı, Amerikan Güvenlik Koordinatörü General Mike Wenzel tarafından hazırlandı ve ayrıntıları formüle edildi. Omurgası, eğitilecek ve silahlandırılacak en az 5 bin kişilik özel bir Filistin kuvvetinin kurulması ve ardından mümkün olan en kısa sürede iki şehre gönderilmesidir.
Bu gücün (belki Ürdün’de) oluşumu ve eğitimi, belki de sayısı 50 bini geçen Filistin güvenlik güçlerine olan güven eksikliğinden dolayı, muhtemelen “Dayton” adı verilen muadillerine benziyor (Amerikalı bir General olan Keith Dayton, Hamas iktidara geldikten sonra göreve çağrılmıştı. Görevi Filistin güçlerini güvenliği kontrol etmeleri ve Filistin hükümetinin toprakları üzerindeki kontrolünü genişletmeleri için eğitmek)
İşgal altındaki Filistin’e koşan Blinken, Filistin Devlet Başkanına Cenin şehitleri için hükümeti adına başsağlığı diledi. Fırtınaları hızla çıkmaya başlayan bu ayaklanmanın işgalci devlet için en büyük varoluşsal tehdidi oluşturduğunu fark etmesiyle geldi. Çünkü Arap ya da Arap olmayan herhangi bir Filistin fraksiyonu ya da yabancı hükümetle doğrudan bağlantılı değiller. Filistinlilerin ve Arap ve İslam halklarının çoğunun iç ve dış desteğini alıyorlar.
İşgalci devlet; mevcut ayaklanma, hızla ırkçı bir diktatör devlete dönüşmesi ve yargıya müdahale etmesi nedeniyle güvenilirliğini kaybettiğinden, istikrarı ve ekonomik refahını da yitirmiştir. Bu, iş adamlarının bankalardan bakiyelerini çektikten sonra şimdi sermayeleriyle birlikte Avrupa ve Amerika’ya kitlesel kaçışını açıklıyor. Bunlardan en öne çıkanı, kişisel servetinin yaklaşık iki milyar dolar olduğu tahmin edilen ve vergi ödemekten vazgeçeceğini açıklayan teknoloji şirketi sahibi milyarder Tom Livni’dir. Şirketinin ofislerini kapatıp Amerika’ya göç etmeye karar verdi ve onun gibi onlarca kişi var.
Akla gelen ve bir an önce yanıt bekleyen soru, Başkan Abbas’ın, bazı maddelerine çekince koyduğu söylenen bu Amerikan güvenlik planına ilişkin tavrıdır. Blinken’ın baskılarına boyun eğecek, kabul edecek ve uygulamaya başlayacak mı? Eğer hâlâ mevcutsa güvenlik koordinasyonuna geri mi dönecek?
Henüz herhangi bir cevaba sahip değiliz. Başkan Abbas’ın etrafındaki herkes, bilgisizlikten ya da talimatları uyguladıkları için dillerini yuttu. Çünkü olumlu ya da olumsuz cevap, silahlı isyancıların elinde olumlu, İsrailliler ve Amerikalıların elinde olumsuz olarak gücünün sonu olabilir.
Blinken, Libya’da statükoyu kuracak seçimler istiyor!
Habib al ESVED
al Arab
Görünüşe göre ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken, Libya sahnesini dünyanın dışında başka bir gezegenden takip ediyor. Bu nedenle, bu yıl “Libya’da seçimlerin yapılması için birleşik uluslararası desteğin önemine” değindi. Ülkedeki genel durumun gidişatını kontrol eden çelişkilerin gölgesinde bir seçim etkinliği düzenlemenin gerçekten mümkün olduğuna inanan kuruntu heveslilerinin korosuna katıldı. Coğrafya halen, üzerinde nüfuzunu genişletmek isteyen dış aktörlerin dahil olduğu sistematik bir sabotaj sürecine tabidir. Siyasi yetenekler ve kararlar ve ülke içindeki diğerleri, kaos kisvesi altında ganimetleri paylaşmak için mücadele ediyor ve krize uygun bir çözüm bulma konusunda kafası karışık ve ciddi olmayan uluslararası pozisyonlara bel bağlıyor.
Başkenti hâlâ gece gündüz kendi aralarında savaşan milislerin ve savaş ağalarının yetkisi altında olan bir ülkede seçim düzenlemenin mümkün olup olmadığını Blinken’a sormak her Libya vatandaşının hakkıdır. Milisler; siyasi çözümü, ulusal uzlaşmayı, iktidarın barışçıl bir şekilde devrini, ötekinin ve farklı olanın iktidar ve karar payına sahip olma hakkını tanımıyorlar.
Mesela Trablus’ta, Mısrata’da ya da ülkenin doğusundaki eski rejimi ya da ordu liderliğini savunan Zaviye’de seçime girmek mümkün mü? General Halifa Hafter veya (Kaddafi’nin oğlu) Seyfülislam Kaddafi gibi isimler seçim kampanyasını milislerin kontrolündeki şehir veya köylerden birinde yürütebilir mi?
Bağımsızlığı Birleşmiş Milletler tarafından tanınan ilk ülke olan Libya’da bağımsızlığın 70. yılında yani 24 Aralık 2021’de seçimler yapılacaktı. Birleşmiş Milletler ve Washington dahil neredeyse tüm Batı başkentleri, ülkeyi içinde bulunduğu krizden çıkaracak ve ülkenin egemenliğini yeniden tesis edecek seçimlerden söz ediyordu. Ancak bunların hiçbiri başarılamadı. Çünkü uluslararası toplum vaatler verebilir, vaatler gönderebilir ve özlemleri teşvik edebilir. Lakin olayları kendi iradelerine göre hareket ettiren bireylerin gerçekliği yöneten başka hesaplar var. Blinken da onları konumlarını değiştirmeye zorlayamaz.
Sudan: Dahili ve harici çatışmalarda İsrail’in gücü
Al Kuds al ArabiBaşyazı
Sudan ve İsrail dışişleri bakanlıkları; perşembe günü Eli Kohen başkanlığındaki bir İsrail heyetinin Hartum’u ziyaret ederek Sudan’daki Geçici Egemenlik Konseyi Başkanı Abdulfettah al Burhan ile görüştüğünü doğruladılar.
Sudan Dışişleri Bakanlığı, “İlişkilerin normalleştirilmesinde ilerlemek için Kohen ile anlaşmaya varıldığını” açıkladı. İsrailli Bakan, Ben Gurion Havalimanında düzenlediği basın toplantısında, iki hükümet arasındaki ilişkilerin normalleşmesine yönelik anlaşmada ilerleme kaydedildiğini ve sivil hükümetin kurulmasının ardından bu yıl normalleşmenin gerçekleşeceğini duyurdu.
Sudanlı kaynaklar, görüşmelerin büyük bir gizlilik içinde yürütüldüğünü duyurdular. Tel Aviv heyetinde Dışişleri Bakanlığı Direktörü Ronen Levy ve Sözcüsü Aryeh Şalimler’in de yer aldığı heyet; görüşmelerin “Sudan ordusunun liderleriyle sınırlı” olduğu ifade etti. Al-Burhan’ın Yardımcısı Muhammed Hamdan Dagalo ile de bir görüşmeyi içeriyordu.
Bu anlaşmanın duyurulması, uygulamada 25 Ekim 2021 darbesinden kaynaklanan siyasi krizin sona ermesinden önce geldiği için önemli bir siyasi paradoks oluşturuyor. Çünkü dış güçlerle uzlaşmayı Sudanlılar arasındaki anlaşmadan daha önemli görüyor. Onları gerçekten temsil edebilen ve onlar adına konuşabilen ve dolayısıyla böyle bir kararın sorumluluğunu fiilen alabilecek bir hükümet kurmanın öneminden önce geliyor.
Ve şu anda Sudan’da etkili bir sivil hükümet olmadığı için, normalleşme kararının sorumluluğu iktidardaki askeri bileşene ait olacak.
Evrensel / 06.02.23