Manş Denizi’nden İngiltere’ye giden göçmen botunun Fransa’nın Calais kenti yakınlarında batması sonucu en az 27 kişi hayatını kaybetti. Olayın şimdiye kadar Manş Denizi’nde meydana gelen en kötü kaza olduğu açıklandı. Fransa’da hükümet ve sağcılar ise öncelikle kaçakçıları kınarken, bu durum göç politikasını konukseverlik ve kardeşliğe dayandırarak değiştirmenin aciliyetini şiddetle hatırlattı. L’Humanite gazetesinden seçtiğimiz makalede “Savaşlar ve ciddi sosyal ve ekonomik eşitsizliklerle bağlantılı küresel dengesizlikler karşısında Fransa, Avrupa ve uluslararası düzeyde onurlu bir karşılama politikasına ihtiyacın tartışmasını her zamankinden daha fazla açmaya gerek var” vurgusu yapıldı.
Manş Denizi’ndeki trajik kaza ve ölümler İngiltere hükümetinin yabancı düşmanı politikalarını tekrar yüzeye çıkardı. Böyle bir facianın olası olduğu uyarılarını göz ardı ederek mültecilere karşı sert tavır ve söyleminden vazgeçmeyen Johnson hükümeti, yok saydığı uluslararası sorumluluklarını üstlenmek zorunda. The Guardian gazetesinin konuyla ilgili başyazısında “Hükümet, daha da düşmanca bir ortam yaratmak için tasarlanmış ahlaki ve yasal olarak şüpheli yasalar için baskı yapıyor” denildi.
Almanya’da Yeşiller, Sosyal Demokrat Parti ve Hür Demokrat Parti’den oluşacak müstakbel hükümetin üzerinde anlaştığı program ise, mülteci ve göçmenler tarafından olumlu değerlendirildi. Ancak programın ne kadarının hayata geçirileceği önemli.
Utanç ve üzüntü
Aurélien SOUCHEVRE
Florent Le DU
Émilien URBACH
L’Humanité
Fransa’dan İngiltere’ye ulaşmaya çalışırken bir günde hiç bu kadar mülteci ölmemişti. Çarşamba günü, Calais açıklarında açık denizde derme çatma bir tekneye bindikten sonra en az yirmi yedi kişi hayatını kaybetti. Bu erkek, kadın ve çocukların çoğu Irak ve İran’dan gelen Kürtlerdi.
Bu gemi batışından önce, ocak ayından bu yana Manş Denizi’nde üç kişi boğularak ölmüştü ve dört kişinin bedeni kayıptı. Bu sayı çarpıcı bir şekilde arttıysa, ne yazık ki şaşırtıcı değil. Birçok dernek, bu büyüklükteki bir trajedinin kaçınılmaz olduğu konusunda aylardır uyarıda bulunuyordu.
Cimade (göçmenler ve mültecilerle dayanışma derneği), “Bu ölümler, Fransa-İngiltere sınırında otuz yıldır yürütülen karşılamama politikasının en dramatik, en ciddi ve en iğrenç sonucudur” dedi. Utopia56 göçmen derneği ise “Bu sınır öldürüyor” diye ekledi ve “Bu durumun ölümcül göç politikalarının sonucu olduğunu” ve “Sınırın artan militarizasyonunun ve sınırdaki sürgün edilmiş insanların varlığına karşı verilen şiddetli mücadelenin doğrudan sonuçları olduğunu” ifade etti.
Yalnızca 2021’de 36 kişi olmak üzere, bugüne kadar Fransa-İngiltere sınırında 1999’dan bu yana toplam 336 kişi öldü. Son yıllarda Akdeniz’de ve dağlarımızda ölen binlerce mülteciyi saymıyoruz bile. Savaşlar ve ciddi sosyal ve ekonomik eşitsizliklerle bağlantılı küresel dengesizlikler karşısında Fransa, Avrupa ve uluslararası düzeyde onurlu bir karşılama politikasına ihtiyacın tartışmasını her zamankinden daha fazla açmaya gerek var. Özellikle 2022 cumhurbaşkanlığı seçimlerine birkaç ay kalmışken.
Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron “Fransa, Manş Deniz’in mezarlığa dönüşmesine izin vermeyecek” dedi. Ülkemiz birkaç hafta sonra Avrupa Birliği başkanlığını devralacak ve Cumhurbaşkanı, Fransa ve Avrupa kıtasının siyasetinin gerçekliğine bakmadan büyük oranda sorumluluğu kaçakçıların sırtına yükledi. İçişleri Bakanı Gerald Darmanin de kaçakçılık şebekelerini suçlayarak bunların “ortadan kaldırılmasını” hızlandırmayı hedefliyor. “Çarşamba günkü trajediden beri şüphelenilen beş kişi de dahil olmak üzere, 1 Ocak’tan bu yana bin 500 kaçakçıyı tutukladık” dedi. (...)
Fakat tek suçlu “vicdansız kaçakçılar” olamaz. İnsan Hakları Ligi, “Önce kaçakçıları suçlamanın veya dernekleri hedeflemenin bir anlamı yok. Gerçek sorumlular, ülkelerinden kaçan ve Avrupa’ya sığınmayı isteyen bu erkek, kadın ve çocukları karşılamayı reddedenlerdir” dedi. Diğer yandan sol partilerin liderleri bu politikayı değiştirmenin acil olduğunu vurguluyorlar. Sosyalist partinin genel sekreteri Olivier Faure, “Bu insanlar daha iyi bir yaşam umuduyla öldüler. Eksik olan İngiltere’ye giden yasal yollar” dedi.
Fransa Boyun Eğmeyenler Ulusal Koordinatörü Adrien Quatennens, “Hiçbir zorluk mültecilere kötü davranmayı haklı çıkaramaz. Çadırları yıkmanıza gerek yok. İnsanlara insanca davranabiliriz ve davranmalıyız” dedi. Quatennens yoğunlaşacak göçlere “hazırlanmayı” ve dolayısıyla “onurlu bir karşılama için iş birliğinin organize edilmesi ve koşulların yaratılması” çağrısında bulunuyor. Dublin direktiflerinin yürürlükten kaldırılmasını ve uluslararası hukuka ve sözleşmelere tam saygıyı savunmanın yanı sıra Touquet anlaşmalarını kınayan Fransız komünist partisi başkanı ve cumhurbaşkanı adayı olan Fabien Roussel “Bu kadar insanın gözlerimizin önünde ölmesini daha ne kadar süre kabul edeceğiz?” dedi.
(Çeviren: Diyar Çomak)
Kanaldaki ölümler: Yabancı düşmanlığı dalgası
The Guardian
Başyazı
İngiltere'de Boris Johnson hükümeti acilen sığınma konusunda yeni bir yaklaşım geliştirmeli. Çarşamba günü küçük bir teknede İngiltere’ye ulaşmaya çalışan 27 kişinin ölümü, büyük bir üzüntüye neden oldu. Hiç kimse Kanal’ın bir mezarlığa dönmesini olmasını istemiyor ve son günlerde Kuzey Fransa’da gazetecilerin görüştüğü insanların acılı yüzleri, çaresizliklerini gözler önüne serdi.
Ancak Johnson ve en kıdemli meslektaşları ve danışmanları farklı bir yön belirlemede öncülük etmedikçe, bu trajedinin herhangi bir dönüm noktasına işaret edeceğini düşünmek için hiçbir sebep yok. Şu anda hükümet, sığınmacılar hakkında sert davranmaya karar veren bakanların beraberinde getirdiği halk kesimiyle birlikte, kendi yarattığı bir tuzağa hapsolmuş görünüyor. Bu haftaki trajediye verilen asıl tepkinin Fransızları suçlamak olduğu utanç verici duruma yol açan şey budur. Hükümet, daha da düşmanca bir ortam yaratmak için tasarlanmış ahlaki ve yasal olarak şüpheli yasalar için baskı yapıyor, sığınma talebinde bulunan insan sayısının çok fazla olduğu iddialarıyla haklı çıkmaya çalışıyor.
Şu ana kadar Kanal’ı aşan 23 bin küçük tekneyle, bu yılki toplam mülteci 2020’de gelen 8 bin 400’ü aşacak görünüyor. Genel olarak, Eylül ayına kadar yapılan 37 bin 562 sığınma talebi bir artış. Ancak 2000’lerin başında bu rakam 80 binden fazlaydı. Ve İngiltere’nin Avrupalı komşularından bazıları şu anda benzer sayılarla ilgileniyor: bu yıl şimdiye kadar Almanya’da yaklaşık 80 bin, Fransa’da 70 bin ve İtalya’da tekneyle 60 bin kişi geldi.
Mülteci Konseyi’nden Enver Solomon’un bu hafta söylediği gibi, kıtalararası göç ve savaş ve zulümden kaçan mülteciler, ortak bir uluslararası yaklaşım gerektiren başlıca küresel sorunlardır. Bunu daha da önemli kılan şey, dünyanın bazı bölgelerinin daha sıcak olması ve içinde yaşaması zorlaştıkça küresel ısınmanın göçü artıracağı tahmini. İngiltere’nin güney kıyısına ulaşmak için hayatlarını riske atan insanlar, dünyanın en sorunlu ülkelerinden bazılarından geliyor: Eritre, Irak, Libya, Suriye, Afganistan, Yemen.
Yaptıkları yolculuğu bir nedenden dolayı yapıyorlar: İngiltere’de akrabaları veya arkadaşları ya da tarihi bağları olduğu ya da İngilizce konuştukları için (bu hafta Kent’e tekneyle ulaşanlardan birinin İngiliz kuvvetleriyle çalışan bir Afgan askeri olduğu bildiriliyor). İngiltere’ye ulaştıklarında, küçük tekneyle gelenlerin yaklaşık üçte ikisinin kalmasına izin veriliyor.
Bu, halkın anlaması gereken ve uzmanların şimdi açıklamak için ellerinden gelenin en iyisini yaptığı bağlamdır. Muhafazakar Milletvekili Damian Collins’in perşembe günü söylediği gibi, bazı seçmenlerin tekneleri rahatsız edici bulduğuna şüphe yok. Sorumluluklarının bilincinde olan bir hükümet, yerelleştirilmiş kaynak baskıları (konut gibi) hakkındaki endişeleri gidermeye çalışacak ve hem sınırlarda sefil koşullarda kamp yapan insanların acil sorununa çözüm bulacak hem de daha geniş jeopolitik nedenlere yönelik çözümler bulmak için ortaklarla birlikte çalışacaktır. Bu, Yemen’i korumak için Suudi Arabistan’a silah satışının durdurulmasını ve İngiltere’nin küresel yardım bütçesinin affedilmez bir şekilde kesilen kısmının restorasyonunu içermelidir.
Ne yazık ki, Bay Johnson ve İçişleri Bakanı Priti Patel, yabancı düşmanı söylemi bırakma arzusu göstermiyor. Nigel Farage ve Muhafazakar Milletvekili Sir Edward Leigh’den, RNLI’nin bir “taksi servisi” işlettiğine dair zalimce sözler için aralarına mesafe koymaktansa, en temel içgüdülere hitap etmeyi tercih ediyorlar. Tehlikeli geçişlere olan talebi azaltacak, Birleşik Krallık’a giden güvenli ve yasal yollar hakkında dürüst bir tartışma gibi anlamlı eylemlerden yoksun kaldıkça, insan tacirlerini kınamaları giderek daha akılsız görünüyor. Patel’in Fransa’daki İngiliz askeri birlik talebi de durumu alevlendirmek için tasarlanmış görünüyor. Bir kez daha, İçişleri Bakanlığı çirkin bir gösterinin merkezinde.
(Çeviren: Haldun Sonkaynar)
Daha fazla insanlık
Nina von HARDENBERG
Süddeutsche Zeitung
Müstakbel Almanya hükümeti, “göç ve entegrasyon politikasında yeni bir başlangıç şekillendirmek”, bir “paradigma değişikliği” yapmak istediğini yazıyor. Bazı mülteci örgütleri, koalisyon anlaşmasının 137. sayfasında başlayan altı sayfalık sığınma politikası değişikliği olarak okunabilecekleri şimdiden kutluyor. Kilise mülteci örgütü Matteo’dan Stephan Reichel, “Neredeyse istediğimiz her şey var” derken Pro Asyl’in genel müdürü Günter Burkhardt da her alanda olmasa da büyük ilerleme görüyor.
Kısacası üzerinde anlaşılan programda müstakbel hükümet önceki hükümetin iltica politikasının zorluklarını ortadan kaldırıyor: “Federal Hükümet, ülkeye adım atan mültecilerin tıkıldığı ‘çapa’ merkezlerinden vazgeçecek, Anker Zentrum/Çapa Merkezleri şimdiki İçişleri Bakanı Horst Seehofer tarafından icat edilen bir kavram. Federal İçişleri Bakanı, sınır dışı işlemlerini hızlandırmak için çapa merkezlerini kullanmak istedi. Orada kalan çocukların ilk altı ayda okula gitmemesi, umutları olmayan ve gece yarısı sınır dışı etmelerin huzursuzluğunun birçok mülteciyi yeniden travmatize ettiği gerçeği kabul edildi. Ancak Pro Asyl toplu konaklama yerlerinde kalış süresinin kanunla sınırlandırılmaması konusunda hayal kırıklığına uğradı. Daha önce en fazla üç aya izin veriliyordu, şimdi 18’e çıktı.
Yeni koalisyon, iltica politikası hakkında birbiri ardına teşvik edici sözler söyledi.
Aile birleşimi de bunlardan biri. 2015’teki büyük mülteci gelişi sonrasında, örneğin iç savaş ülkelerinden gelen mültecilerin akrabalarını getirmelerine çok sınırlı ölçüde izin verildi. Bu yürürlükten kaldırılacak. Tek başına kaçan çocuklarını takip eden ebeveynler, diğer kardeşleri de yanlarında getirebilecek. Almanya’daki eşinizin yanına gitmek istiyorsanız, artık Almanca dil becerilerinizi önceden titizlikle kanıtlamak zorunda değilsiniz. Bunlar, yıllardır ayrı yaşayan ailelerin acılarının bir kısmına son verebilecek birkaç örnek.
Ancak gerçek paradigma kayması entegrasyon politikasında açıkça görülmekte. Göçmenlerin Almanya’ya daha hızlı uyum yapmalarına yardımcı olunmalıdır. Örneğin, Almanya’ya gelen herkes için en başından itibaren Almanca kursları olacak. Aynısı iş dünyasında da geçerli: Almanya’ya gelen herkes çalışabilmelidir. Koalisyon anlaşmasında, “Halihazırda Almanya’da yaşayanlar için çalışma yasaklarını kaldırıyoruz” deniyor.
Yeni koalisyon anlaşmasından artık farklı bir ruh geliyor: Burada bulunanlar, gelecekte uygulanabileceklere şimdiden hazırlanmalı. Almanya’da kalsın ya da dönsün, ilk günden itibaren entegrasyon.
Ancak esas olarak, yeni hükümet insani ve aynı zamanda pragmatik bir politika planlıyor. Bu mümkün, çünkü sığınma politikasında koalisyon ortakları farklı nedenlerle de olsa hemen hemen aynı şeyi istiyorlar. SPD ve Yeşillerin insani kaygıları, FDP’nin göçmenlik yasasına ve işgücü piyasasının göçmenler için açılmasına yönelik liberal tutumuyla olumlu bir şekilde buluşuyor. Dolayısıyla, bu üç tarafın büyük bir birlik içinde, vizelerin verilmesini hızlandırmak veya çalışkan ve iyi entegre olmuş göçmenlere daha hızlı kalma hakkı vermek istemeleri normal. Ve bu nedenle, açıklandığı gibi, en azından “tutarlı, hemfikir olunmuş göç yasası başlatacakları da düşünülebilir.
(Çeviren: Semra Çelik)
Evrensel / 28.11.21