Dünya kapitalizminin on yıllardan bu yana süren krizi, aşılmak bir yana gittikçe derinleşiyor. Kriz her gün yeni biçimler altında hayatımıza girmeye devam ediyor. Batı Avrupa’nın emperyalist ülkeleri şimdiye kadar bu krizi dünyanın daha geri bölgelerine ihraç ederek, kendi halklarını bundan nispeten uzak tutuyorlardı. Ama artık bu da mümkün değil.
Yakın zamanda İngiltere’de mal transferinde yaşanan aksamadan dolayı gündeme gelen besin ve akaryakıt sorunu; Almanya’da yaşanan yüksek enflasyon, otomobil sektöründeki ağır kriz, artan iklim krizi ve çevre sorunu gibi sorunlar, artık dünyanın hiçbir yerinin krizden muaf kalamayacağını gösteriyor.
İngiltere’de besin ve akaryakıt krizi
Avrupa’nın ve dünyanın ilk sanayileşen ülkelerinden biri olan İngiltere’de son haftalarda, adeta üçüncü dünya ülkelerine has sorunlar yaşanıyor. Ülkede iki üç haftayı aşkın zamandır ciddi bir besin ve akaryakıt sıkıntısı çekiliyor. Marketlerde raflar boşalırken, benzin istasyonlarında akaryakıt kalmadı.
Sorunun sebebi ülkede yeterli sayıda kamyon sürücüsünün bulunmaması. Zira besin maddeleri ve akaryakıt taşımacılığı ülke içinde büyük oranda kamyon veya tırlarla yapılmaktadır. İngiltere’de günlük hayatı felç edecek düzeyde ciddi bir kamyon sürücüsü açığı mevcut. Sorunun Brexit ile başlayıp pandemi ile süren çeşitli sebepleri var.
İngiltere Ocak 2020’den bu yana Avrupa Birliği’nden resmen ayrıldı. O tarihten bu yana Boris Johnson hükümeti sözüm ona iç istihdama ağırlık veren bir politika izledi. Bunun bir parçası olarak yabancı işgücünü sınırlandırmak amacıyla, dışarıdan adaya gelenlere uygulanan vize ile çalışma izni gittikçe zorlaştırıldı. Hakeza, aynı planın bir parçası olarak süreli oturum veya çalışma izni olanların izinleri iptal edildi. Bütün bu uygulamaların neticesinde on binlerce kamyon sürücüsü ülkeyi terk etti. Ne var ki boşalanların yerine aynı hızda “yerli” sürücü bulmak o kadar kolay olmadı. Zira kamyon ehliyeti almak, normal ehliyete göre daha fazla zaman ve maliyet gerektiriyor.
Brexit’in yol açtığı yeni uygulamalar, sadece taşımacılıkta değil, et endüstrisi, tarım, sağlık ve inşaat gibi işkollarında da benzer sorunların yaşanmasına yol açtı.
Bütün bunların üzerine gelen pandemi var olan sorunu daha da ağırlaştırdı. Bilindiği gibi pandeminin en çok etkilediği alanların başında taşımacılık geliyor. Tüm dünyada taşımacılık ve tedarik zinciri haftalarca en asgari düzeyde seyretti. Kapanan sınır boylarında oluşan uzun kuyruklarda kamyon şoförleri günlerce beklemek zorunda kaldılar. Zaten kötü olan çalışma koşulları ve gelir durumu pandemi ile birlikte daha da kötüleşti. Binlerce sürücü gerek yollarda yaşanan mağduriyetten ve gerekse de hastalıktan korunmak için evde kalmak zorunda kaldı. Bu arada sürücü okulları da kapalı olduğu için, yeni sürücülerin yetişmesi de mümkün olmadı.
Şimdi pandemi büyük oranda kontrol altına alındığı halde, çoğunluğu Doğu Avrupa’dan gelen tır sürücülerinin önemli bir kısmı İngiltere’ye geri dönemediler. Gittikçe zamlanan, zorlaştırılan vize ve çalışma izni engeli, öte yandan kötüleşen çalışma koşulları ve ücret durumu mesleğe olan ilgiyi gittikçe azaltıyor. Bir iddiaya göre, Suudi Arabistan’da çalışan Filipinli tır şoförlerinin çalışma koşullarının bile Avrupa’dakilerden daha iyi olduğu söyleniyor.
İngiltere’de, sayılan sebeplerden kaynaklı, 100 bin dolayında kamyon sürücüsü açığı var. Bu açık, haftalardan bu yana yaşanan akaryakıt ve besin yokluğu gibi ciddi bir soruna yol açtı. Pandemi döneminde olduğu gibi, insanlar panik halinde alışverişe koştular. İhtiyaç fazlası stoklar, gerçekten ihtiyacı olan insanları mağdur etti. Benzin istasyonlarının önünde kilometrelerce uzunlukta kuyruklar oluştu. Ülkedeki benzinliklerin büyük bir kısmında hiç akaryakıt kalmadı. İnsanlar günlerce arabalarına benzin dolduramadılar. Bu yüzden işine gidemeyen çok sayıda insan var. Benzin istasyonları ve marketlerin yanı sıra, restoranlar, birahaneler ve sağlık sistemi de ciddi oranda bu durumdan etkilendi.
Hükümet sözcüleri sorunu hızla gidermek yerine, bir süre halka sakin olmayı telkin etmekle yetindiler. Panik atmosferinin gittikçe tırmanması ve artan tepkiler üzerine nihayet harekete geçmek zorunda kaldılar. İlkönce orduda tır ve kamyon ehliyeti olan askerler sürücü olarak görevlendirildi. Çalışan şoförlerin çalışma saatleri yükseltildi. Uzun vadede ise “yabancı” şoförlerin ülkeye girişlerini sınırlandırmaya yönelik önlemler gevşetilecek.
Alınan önlemlere rağmen sorun henüz giderilmiş değil. Ülkedeki benzinliklerin %40’ında halen yakıt bulunmuyor.
İlk sanayi devrimine beşiklik etmiş, dünyanın önde gelen ekonomilerinden biri olan İngiltere’de 21. yüzyılın ilk çeyreğinde yaşanan bu durum, onun şahsında kapitalizmin ne derece öngörülemez bir sistem olduğunu, toplumları ve insanlığı her an yeni “sürpriz” sorunlar ve felaketlerle karşı karşıya bırakacağını bir kez daha göstermiştir. Yaşanan sorun ve felaketlerin birinci dereceden mağdurunun emekçiler olduğunu ise belirtmeye bile gerek yoktur.
“Mikroçip krizi” otomotiv sektörünü kilitliyor
Avrupa’nın, özellikle de Almanya’nın önemli sektörlerinden biri otomotiv sektöründe yıllardan bu yana gittikçe ağırlaşan bir kriz var. Şiddeti gittikçe artan uluslararası rekabet, içten yanmalı motorlardan elektrikli otomobile geçiş, artan otomasyon ve dijitalleşme gibi faktörler krize sebep olarak gösterilebilir.
Otomotiv sanayinde köklü değişim anlamına gelen yeni adımlar, ciddi problemleri de beraberinde getiriyor. Her şeyden önce özellikle çevreye uyumlu üretim için gerekli olan köklü dönüşümler ciddi bir sermaye yatırımı ve teknoloji gerektiriyor. Bunun için yeterli finansal gücü olmayan firmalar rekabette geri kalmaya mahkum olurken, bu durumdakileri daha büyükler yutuyor. Opel’in Peugeot tarafından satın alınması, başka bazılarının daha büyük tekellere dahil olması buna örnektir. Günümüzde artık hangi markanın hangi tekele ait olduğunu bilmek güç. Kural olduğu üzere, krizler bir yandan sermayeyi merkezileştirirken, diğer yandan iflaslara yol açmaktadır.
Korona pandemisi otomotiv sektörünü kriz anında yakaladı. Pandemi var olan krizi daha da ağırlaştırdı. Pandemide kapanmalardan dolayı tüm dünyada tedarik zinciri ciddi bir yara aldı. Otomobil sektörü için oldukça önemli olan “mikroçipler” de bu aksamadan nasibini aldı. Kapanma zamanlarında hem otomobil tekelleri siparişlerini iptal ettiler hem de çip tedarikçileri üretimlerini kısmak zorunda kaldılar.
Pandemi dönemi toplumların tüketim önceliklerini ve alışkanlıklarını da ciddi oranda etkiledi. Mesela tüm dünyada cep telefonu, bilgisayar ve laptop gibi ürünlere olan talep katbekat arttı. Yaygınlaşan “homeoffice” uygulaması bu ihtiyacı ayrıca arttıran bir rol oynadı. Bilindiği gibi bu türden teknoloji ürünlerinin hepsinde de arabalardakine benzer mikroçipler kullanılmaktadır.
Bu durum tüm dünyada mikroçipe olan talebi ciddi oranda arttırdı. Bir yarı iletken ve yarı metal olan mikroçipler, silisyum elementinden üretilmektedir. Küçük ama otomobiller için olmazsa olmaz bir parçadır. Çip tedarikçileri genelde Çin, Japonya, G. Kore, Tayvan, Taylan ve Malezya gibi Asya ülkeleridir. Japonya, Çin ve G. Kore dışta tutulursa, diğer ülkelerde henüz korona önlemleri devam ettiği için tedarikçiler tam kapasite çalışamıyorlar. Özellikle çip üretiminde başta gelen ülkelerden olan Malezya’da korona hala önemli bir engel durumunda.
Mikroçiplerde bozulan arz-talep dengesi, başta Almanya olmak üzere Avrupa ve tüm dünyada otomobil sektöründe oldukça ciddi bir soruna dönüşmüş bulunuyor. Zira çip olmadan bir arabanın kullanıma sunulması mümkün değil. Başta Almanya olmak üzere, tüm Avrupa’daki otomobil tekelleri çip konusunda Asya’ya bağımlı durumdadırlar. Krizden etkilenmeyen tekel yok. Üretim tam durmasa bile ciddi aksamalara yol açıyor. Vardiyalar eksiltiliyor, bazı bantlar durduruluyor, pandemi geride kalmasına rağmen on binlerce işçi kısa çalışmaya geri gönderiliyor. Hatta daha da kötüsü Peugeot gibi kimi tekeller bazı fabrikalarını çip krizi atlatılıncaya kadar kapatıyorlar. Opel’in Almanya’nın Eisenach’taki fabrikasını ilk elden bu yılın sonuna kadar kapattığını bildirmesi bu çerçevede gündeme geldi. Kapanma süresinin ucu açık bırakıldı. Gerektiğinde uzatılacak. Burada çalışan 1.300 işçi kısa çalışma sistemine geçecek.
Mikroçip krizi araba fiyatlarına da etki ediyor. Artan talep çip fiyatlarını yükseltirken, otomobil üreticileri de bunu yeni üretilen arabalara yansıtıyorlar. Yine aksayan üretim, ikinci el araba fiyatlarını arttıran bir rol oynuyor. Neticede bu işten de esas olarak zarar gören, bu sürecin son halkası olan tüketiciler, yani emekçiler olmaktadır. Onların cebindeki para daha da azalırken, kapitalist tekeller her şeye rağmen kâr etmeye devam ediyorlar.
Mikroçip krizinin otomobil sektörüne maliyetinin, tüm dünyada 7,7 milyon daha az araba ve yaklaşık 210 milyar euro civarında bir maddi kayıp olduğu tahmin ediliyor. Fakat buna rağmen en büyük zararı otomobil tekelleri değil, onlardan önce otomobil yan sanayi görmektedir. Zira yedek parça vs. sağlayan firmaların tekeller kadar dayanma gücü olmadığı gibi, yaşanan kayıpları otomobil fiyatlarına yansıtarak telafi etme şansları da yoktur. Bu sürecin sonunda firma iflaslarının çoğalması muhtemeldir.
Çip krizinin tam olarak ne zaman geride kalacağına dair net bir tarih verilmiyor. Kimi sektör temsilcilerinin tahminlerine göre süreç 2023’e kadar uzayabilir.
Otomobil tekelleri durumu olduğundan fazla dramatize ediyorlar. Oysa her şeye rağmen yeni araba üretimi devam ediyor. Üretilen arabalar teslim edilemese bile depolara kaldırılıyor. Çipler temin edildikten ve hızla monte edildikten sonra, daha yüksek fiyata satışlara devam edilecek. Yani söyledikleri gibi çok ciddi bir kayıpları yok, sadece kârlarını biraz ertelemiş oluyorlar.
Kapitalizmin tüm krizlerinin olduğu gibi, otomobil krizinin de esas kaybedeni işçi ve emekçiler olmaktadır. Otomobil tekelleri krizi, işçilerin haklarını gasp etmek için bir kez daha fırsata çeviriyorlar. Ücret kayıplarını telafi etmeden işçileri daha az çalıştırmak veya tümden kısa çalışma sistemine geçmek işçiler için ciddi ücret kaybı ve yoksullaşma anlamına gelirken, tekeller için işçi ücretlerini ödemekten kurtulmak ve sosyal kasaları soymaya devam etmek anlamına geliyor. Bunu, sıfır toplu sözleşmeler, az işçiyle çok iş yaparak sömürüyü ve baskıyı arttırmak, işletme emekliliği ve çeşitli ekstra ödemeleri kaldırmak vs. diğer saldırılar tamamlamaktadır. Daha da kötüsü gelecekte kitlesel işçi kıyımları gündeme gelecektir. Şimdiden Almanya’da, önümüzdeki dört yıl içinde tüm sektörde en az 200 bin işçinin işinden olabileceği dillendiriliyor.
Almanya’da enflasyon rekor kırıyor
AB’nin patronu Almanya’nın başı yüksek enflasyonla da dertte. Uzmanlar yaşanan durumu “hiperenflasyon” olarak niteliyorlar. Öyle ki, ülkede son 28 yılın en yüksek enflasyonu yaşanıyor. İğneden ipliğe her şeye zam geldi. Federal İstatistik Dairesi’nin verilerine göre, gıda maddelerinde sadece eylül ayında, bir önceki yıla göre fiyatlardaki artış %4,9 olarak kaydedildi. Bütün tüketim maddelerindeki artış ise %4,1’i buldu.
En büyük fiyat artışının başını ise %14,3 ile enerji sektörü çekiyor. Sıvılaştırılmış gazın litre fiyatı, bir önceki yıla göre %50 artış gösterdi. Benzer artışlar dizel ve benzinde de yaşanıyor. Enerji fiyatlarındaki artışın önümüzdeki aylarda tüketicilerin elektrik faturalarına yansıması kaçınılmazdır.
Emekçilerin en çok tükettikleri gıda maddelerinin fiyatları da gittikçe yükseliyor. Sebzelerde fiyatlar ortalama %9 artış gösterdi. Yine süt ürünleri ve yumurtada %5, motorlu araçlarda %5,5, mobilyada %4 artışlar kaydedildi. Fiyat artışları temel tüketim maddeleriyle sınırlı değil. Hizmet sektöründe de ciddi artışlar söz konusu. Kiralar özellikle metropol kentlerde astronomik derecede yükselmiş durumda. Park ve trafik cezaları önemli oranda arttırıldı. İnsanlar berbere, restorana, alışverişe, araba tamirine vs. her şeye daha çok para vermek zorunda kalıyorlar. Emekçilerin alım gücü gittikçe düşüyor. Fiyatlardaki yükselişin önümüzdeki aylarda da devam etmesi, enflasyonun %5 gibi tarihi bir rekora imza atması bekleniyor.
Uzmanlar rekor enflasyonun sebeplerinin başında ham madde fiyatlarındaki artışı gösteriyorlar. Pandemiden dolayı doğalgaz, petrol, çelik vb. temel girdilere olan talebin düşmesi, ilk başta fiyatlarda belli bir düşüşü beraberinde getirdi. Pandeminin kısmen geride bırakılmasıyla, söz konusu ürünlere olan talep hızla arttı. Fakat bu alanda suyun başını tutan ülkeler, artan talebi karşılayacak paralellikte üretim artışına gitmekten kaçındılar. Bu şantajcı politika, ham madde fiyatlarıyla birlikte enerji fiyatlarının da hızla yükselmesine sebep oldu. Bu durum, enerji konusunda halen önemli oranda dışa bağımlı bir ülke olan Almanya’yı olumsuz etkiledi. Enerji fiyatlarındaki hızlı artış, tüm alanlara ve fiyatlara dolaysız yansıdı.
Yaşanan yüksek enflasyona sebep olarak gösterilen bir başka faktör ise, katma değer vergisidir. Pandeminin başlangıcında Alman devleti KDV’yi %19’dan %16’ya düşürdü. Bu uygulama başta iç piyasayı canlandıran ve emekçileri kısmen rahatlatan bir rol oynadı. Fakat 2021’yılının başında KDV’nin tekrar %19’a çıkarılması bu defa tersten bir etki yarattı. Bu değişimin enflasyona %0,5’lik bir katkı yaptığı belirtiliyor.
Alman sermaye devleti 2021’den itibaren, çevre sorununa çözüm adına CO2 (karbondioksit) vergisini gündeme getirdi. Buna göre, sözüm ona çevreyi kirleten her kuruluştan ton başına 25 € CO2 vergisi alınıyor. Buna karşılık kapitalistler ise, vergi yoluyla uğradıkları bu “kayıpları”, ürettikleri mal ve hizmetlerin fiyatlarını arttırarak telafi etme yoluna gidiyorlar. Bu da enflasyonun yükselmesine sebep olan bir başka faktör olmaktadır.
Yine pandemiden dolayı azalan sosyal hareketlilik, emekçilerin belli kalemlerde tasarruf yapmasını sağladı. Pandemi önlemlerinin gevşemesiyle birlikte, eldeki bu tasarrufun hızla tüketime sunulması, piyasalarda talebi ve dolayısıyla zayıf da olsa, fiyat artışlarını tetikleyen bir rol oynadı.
Ekonomi uzmanları enflasyondaki artışın 2022’nin ilk yarısından itibaren tekrar “normale” döneceğini ifade etseler bile, bunun yaşanacak toplumsal tepkileri yatıştırmaya dönük aldatıcı bir iyimserlikten öte bir işlevi yoktur. Zira özellikle temel tüketim maddeleri ile hizmetlerdeki fiyat artışlarının tekrar düşürülmesi söz konusu olmayacaktır.
Burjuvazinin sözcüleri yaşanan yüksek enflasyonu ve hayat pahalılığını neyle açıklarlarsa açıklasınlar sonuç değişmiyor. Yaşanan krizin de, enflasyonun da, pahalılığın da esas yükünü emekçiler çekmektedir. Her şeye zam gelirken, emekçilerin maaşları yerinde saymakta ve hatta düşmektedir. Pandeminin tam ortasında yapılan sıfır toplu sözleşmelerle sermaye cephesi kendini 2023’e kadar garantiye almış bulunuyor. Öte yandan özellikle dar gelirli milyonlarca emekçi yoksulluğa ve sefalete itilmekte, emekçiler geçinebilmek için daha çok çalışmak zorunda kalmakta, sosyal yaşamları gittikçe daralmakta, türlü bunalımlarla uğraşmak zorunda kalmaktadırlar.
Ekonomik krizin de, pandeminin de, enflasyonun da asıl sebebi kapitalist sistemdir. Emekçiler bunun bedelini canlarını, sağlıklarını kaybetme pahasına ve kölece çalışarak ödemek istemiyorlarsa, örgütlenmek ve mücadele etmek zorundadırlar. Bu sitemde insanca yaşamanın bundan başka da bir yolu yoktur.