Emperyalist kapitalist sistem insanlığı her geçen gün yeni yıkımlara sürüklüyor. Sistem, yarattığı bunalım ve krizlerin yükünü işçilere, emekçilere ve ezilen halklara yıkıyor. Emperyalist devletler ise krizlerden çıkmanın, bunalımları atlatmanın yollarından biri olarak saldırganlık ve savaş politikası izliyorlar.
Ülkeleri işgal etmek, halkları kıyımdan geçirmek, yeraltı ve yerüstü zenginlik kaynaklarını talan etmek emperyalist savaşların yarattığı yıkımları muazzam boyutlara taşıyor. Bu savaşlar rakiplere gözdağı vermenin bir aracı olarak da kullanılıyor. Bu kirli emperyalist savaşların merkezi halen Ortadoğu’dur.
Emperyalistlerin yarattığı ve uyguladığı kirli savaş politikalarının sonucunda halklar büyük bir yıkıma uğratılıyor ve yerle bir edilen kentlerinden, ülkelerinden yeni bir yaşam umuduyla göç yollarına düşüyorlar.
Göç edenlerin bitmez tükenmez sorunları, sık sık tekrarlanan toplu ölümler, göç yollarını ölüm yollarına çevirmiştir. Avrupa’ya geçiş yeri olan Türkiye bu sorunların odak noktalarından biridir. İşbaşındaki AKP-MHP iktidarının göçmenleri siyasi ve ekonomik çıkarları için şantaj aracı olarak kullanması, bu insanlık dramının daha da derinleşmesine neden oluyor.
Savaş suçunu işleyerek insanları ülkelerini terk etmeye zorlayan devletler, göç yollarına engeller dikerek suçlarına yenilerini ekliyorlar. Bunun vahim örneklerinden biri geçen günlerde Edirne-İpsala sınırında yaşandı. 19 göçmenin donarak yaşamını yitirdiği facianın ardından Yunanistan ve Türkiye’nin devlet yetkililerinin yaptığı açıklamalar, insan hayatının onlar için ne kadar önemsiz olduğunu gözler önüne serdi. Zira her iki devlet de mültecilerin yaşamını değil, kendi kirli çıkarlarını el üstünde tutuyor. Bunun bedelini ise göçmenler hayatıyla ödüyorlar.
İpsala sınırında 19 mültecinin donarak yaşamını yitirmesine dair iki ülkenin içişleri bakanları yaptıkları açıklamalarda katliamdan sorumlu olmadıklarını iddia ettiler ve suçu birbirlerinin üstüne atmaya çalıştılar. Oysa her iki taraf da mültecilerin hayatını kaybetmesinden sorumludur. Zira Yunanistan mültecileri Meriç Nehri’nden geçirip Türkiye tarafına atarken, Türkiye de tersini yapıyor. Suçun ortağı olan taraflar sorumluluktan sıyrılmaya çalışsalar da her ikisi bu katliamla lekelenmiştir.
Her iki ülke de mültecilerin geçişini önlemek için Avrupa Birliği (AB) ile anlaşmalar imzalamış ve ‘sınır bekçiliği’ yaparak göçmenlerin önüne duvarlar örmüştür. Bu yüzden mülteci krizinin derinleştirilmesi ve göçmenlerin yaşamlarını yitirmesinin sorumluları Avrupa Birliği ve onunla iş birliği yapan Türkiye ve Yunanistan hükümetleridir.
AB’li emperyalistlerin Avrupa’ya göçmen akınını önlemek için Türkiye ile yaptıkları anlaşma karşılığında AKP-MHP rejimine 6 milyar euro ödedikleri belirtiliyor. Bunun karşılığında 4 milyonun üzerinde mülteci, büyük bir çoğunluğu da sefillik içinde Türkiye’de barınıyor. AB’den milyarlarca euro sızdıran Tayyip Erdoğan, buna rağmen mültecileri şantaj aracı olarak kullanıyor.
Bu arada AKP-MHP hükümetinin Avrupa Birliği’nden aldığı milyarlarca euroyu nereye harcadığı belli değil. Ülkenin hazinesini bile yağmalayan bu rejimin mültecilerin yaşam koşullarını iyileştirilmek için harcama yapması beklenemez. Göründüğü kadarıyla AB’den adlığı fonların büyük bir kısmını kokuşmuş saray rejimi için harcamıştır.
AB’den milyarları alan AKP-MHP iktidarı mültecilere ödenekler vermediği gibi, her geçen gün mültecilerin yaşamlarını daha da kötüleştiren ırkçı politikalar izlemektedir. Sermayenin demir yumruğu olan AKP-MHP rejiminin başı Tayyip Erdoğan, mültecileri kötü yaşam koşullarına mahkum etmekle kalmıyor, yüzbinlerce mültecinin ucuz işgücü olarak sömürülmesinin yolunu düzleyen politikalar da izliyor. Göçmen işçiler haftalık 70 saate varan sürelerde, asgari ücretin altında, güvencesiz bir şekilde çalıştırılmaktadır.
Sermaye ve onun hizmetindeki saray rejimi göçmenleri işçi ve emekçilere karşı da kullanıyor. Göçmenleri kullanarak milyonlarca işçi ve emekçiyi düşük ücretlere, kölece çalışma koşullarına mahkum etmeye çalışıyorlar.
Savaşın ve yıkımın içerisinden kaçıp gelmiş, bir şekilde yaşama tutunmaya çalışan mülteciler çalışma ve yaşam koşullarının en vahşisiyle karşılaşırken, bir yandan da ırkçı saldırıların hedefi durumuna getirilmiştir. Uzun süreden beri körüklenen şoven histeri vahşi saldırıların artmasını tetiklemiş, son dönemde katledilen göçmenlerin sayısında büyük bir artış olmuştur. Irkçı-şoven politika izleyen mafyatik AKP-MHP rejimi ile diğer gerici odaklar, çetelerin pervasızca cinayetler işlemelerine zemin hazırlamıştır.
Geçtiğimiz yıl 16 Kasım’da İzmir’de 3 Suriyeli işçinin vahşi bir şekilde katledilmesi, 19 yaşındaki Nail Alnaif’in uykusunda maskeli bir grup tarafından öldürülmesi, her geçen gün göçmen mahallerine, işyerlerine karşı yapılan ırkçı saldırılar bu kirli-kanlı politikanın yarattığı sonuçlardır.
İnsanca yaşam ve çalışma koşullarına kavuşmak umuduyla yıkılmış şehirlerden, yurtlarından koparılıp göç yollarına düşenler, mülteci olarak sığındıkları ülkelerde kapitalist sistemin yarattığı ırkçılıkla, kölece çalışma ve yaşam koşullarıyla karşı karşıya kalmaktadır. Hal böyleyken AKP-MHP hükümeti tam bir pervasızlıkla mültecileri kendi kirli çıkarları için kullanmaktadır. Bu yüzden mülteci sorununu yaratan ve her geçen gün katlanarak büyümesine neden olan emperyalist ülkeler de kaba bir riyakarlıkla hareket ediyorlar. Avrupa Birliği ile Türkiye’nin “Soruna çözüm odaklı yaklaşıyoruz” söylemi kaba bir sahtekarlıktan ibarettir. Sorunun kaynağı ve yaratıcısı olanların çözüm aradıkları iddiası riyakarlıktan öte bir anlam taşımıyor.
Göçmen sorunları ile diğer tüm insanlık dışı icraatların ortadan kaldırılması, göç akınlarının durdurulması ancak insanların özgürce yaşayabileceği bir dünya kurulduğunda mümkün olacaktır.
İşçi sınıfı tarafından inşa edilecek yeni özgür dünyada tüm sorunlar çözüme kavuşup ortadan kaldırılacağı gibi, mültecilik sorunu da kalmayacaktır. Gün tüm bu sorunların kaynağı olan ve her geçen gün bu sorunları daha da katmerleştiren emperyalist kapitalist sisteme karşı örgütlü mücadeleyi büyütme günüdür.
K. Sönmez