YÖK için reform önerisi: Bırakın kendisi düşsün – Gökçe Aytulu

  • Arşiv
  • |
  • Gençlik / Kadın
  • |
  • 02 Ocak 2013
  • 10:05

Geçen yüzyılın en büyük fizikçilerinden Enrico Fermi, Mussolini faşizminden kaçıp ABD'ye sığındığında kafasında binlerce teori vardı. Taze Nobelli genç bir fizikçi olarak kaos kavramını inceliyor, bir sisteme oturtmaya çalışıyordu. Ama Yeni Dünya’ya adım attıktan sonra başka bir çalışmayla kendi kaosunu yarattı. Zincirleme reaksiyona yaptığı teorik katkı Hiroşima ve Nagazaki’de binlerce insanı buharlaştıran atom bombasına dönüşünce, Fermi de tarihe bu icatla geçti.

Oysa ömrünün son deminde ilk süper bilgisayarlar aracılığıyla kaosun içinde düzen oluştuğuna dair buluş yapmıştı. Sonuçlarını kendisi göremese de bu çalışma kendisinden sonraki matematikçiler ve fizikçiler için önemli bir yol açmıştı.

Türkiye’nin yüksek öğrenim sorunu Fermi'nin üzerinde çalıştığı "kaos"u andırıyor. 27 Mayıs darbesiyle başlayan ve 12 Eylül sonrasında YÖK ile ete kemiğe bürünen bu sorun, 50 yılı aşkın bir süredir kendi düzenini kurmuş bir kaos gibi. Herkes sistemden bir şekilde şikayetçi olsa da her “reform” dönemi bu kaosu yeniden doğruyor.

Yeni YÖK yasa taslağı için de benzer bir durum geçerli. ODTÜ’de yaşananlar sonrasında daha ciddi bir şekilde tartışılması gerekirken kaosun doğurduğu düzenin içinde, muhtemelen yasalaşana kadar yeni YÖK’ten pek haberdar olmayacağız. Oysa Başbakan’ın akademisyenleri istifaya davet ettiği, rektörlerin aralarında anlaşarak bir üniversiteyi kınamak için kuyruğa girdiği bir düzende yeni YÖK tasarısı, üniversiteye ne getirebilir? Asıl soru bu olmalı.

Üniversitelerde “performans-rekabete dayalı yeni bir sistem” iddiasıyla gündeme getirilen YÖK taslağına ilişkin bu süreçte üç önemli yazı okudum.

Boğaziçi Üniversitesi’nin eski rektörlerinden Prof. Dr. Üstün Ergüder Zaman gazetesinde yayınlanan yazısında yeni taslağa ilişkin temel bir eleştiri yaptı: “Yeni yapılanma öngören bu belgenin, bu yapılanmadan en çok etkilenecek kurum olan Yükseköğretim Kurulu tarafından hazırlanmış olmasını son derece tehlikeli buluyorum.” Ergüder, taslağı inceledikten sonra YÖK’ün değişim için iddia ettiği maddeler ile açıklamaların çeliştiğini düşünüyor.

İstanbul Üniversitesi Etik Kurulu Başkanı Prof. Dr. Hasan Yazıcı da. Milliyet’te yayınlanan yazısında taslağı, “geleceği tehlikeye atan ve günü kurtarmaya yönelik” bir girişim olarak nitelendirdi. Yazıcı, üniversitenin “kariyerizm” belasından kurtulmadıkça hiçbir tasarının başarılı olamayacağını düşünüyor. Söz konusu yazıda sistemin çarpıklığını anlatan müthiş bir örnek de var. Yazıcı 32 yıl önce genç bir doçentken (henüz sistemden umudunu kesmemişken) bu yazının bir benzeri kendi imzasıyla yine Milliyet’te yayınlanmış. O günden bu yana değişen yegane şey, kendisinin akademik tecrübeleri olsa gerek. Yoksa YÖK dimdik ayakta.

Üçüncü yazı Tunceli Üniversitesi’nden Prof. Dr. Yılmaz Savaşçın’a ait. Kimilerinin üniversiteye demokrasi getirdiğini iddia ettiği 27 Mayıs darbesiyle başlayan sürece değinen Savaşçın, “zihniyet değişmedikçe, 50 yılı aşkın hastalığın doğru teşhisi konulmadıkça, istenildiği kadar iyi niyetle hazırlanmış olsa da yeni yasa taslağıyla hiçbir şey değişmez. Ankara yine kendi istediği rektörleri atar. Onlar da asla Ankara’nın sözünün dışına çıkmazlar.”

Akademinin içindeki üç ismin yazılarındaki ortak nokta, bunun bir sitem sorunu olduğu gerçeği. Ve bu sistem artık reform adı altında yeni bir makyaj kaldıracak durumda değil.

Her ne kadar kaos teorisi düzenin kendi içinde süreceğini söylese de Yaratıcı Yıkım diye başka bir teori de sırasını bekliyor olabilir. Akademinin başarısını ilk 500’e giren birkaç üniversiteyle belirleyen bir sistem ne kadar direnirse dirensin bir süre sonra kendiliğinden düşecek nasıl olsa. Kimse değiştirmezse zamana yenilecek.

Radikal / 02.01.13