Yeşil Gladio ve Paris - Fatih Yaşlı

  • Arşiv
  • |
  • Düzen cephesi
  • |
  • Kürt Sorunu / Azınlıklar
  • |
  • 17 Ocak 2013
  • 12:19

Üç tespitle başlayalım:

Bir, Türkiye’de derin devletin adı Ergenekon değil, ABD/NATO yapılanması olan Gladio’dur.

İki, Ergenekon Operasyonu Türkiye’nin demokratikleşmesi için değil, rejimin değiştirilmesi için yapılmış bir tasfiye operasyonudur.

Ve üç, tasfiye edilenlerin yerini alıp devlet aygıtının kontrolünü ele geçirenler, aynı zamanda derin devletin de, yani Gladio’nun da yeni sahibidirler.

Son üç dört senede yaşananlara bakarak bu üç tespite bir dördüncüsünü daha ekleyebiliriz: Türkiye’de telefon dinlemeleri, sahte delil üretimleri, virüslü mailler, sızdırılan ses kayıtları, iddianameler ve davalar öylesine pervasız bir hal almıştır ki, hukuk adeta yok olmuş, devletle derin devlet arasındaki mesafe olağanüstü bir şekilde kapanmıştır.

“Derin devletle hesaplaşılıyor” söyleminin egemenliği altında varılan nokta, devletin derin devletle özdeş hale gelmesi ve kendisini gizlemeye çok da gerek duymamaya başlamasıdır. Ortada artık “herkesin bildiği bir sır” vardır.

Derin devletin bu yeni haline işaret etmek için bir süredir “Yeşil Gladio” terimi kullanılıyor; yaşanan dönüşümü gösterdiğinden, bu terimin hayli isabetli ve kullanışlı olduğunu söylemek mümkün.

Peki Yeşil Gladio ile Paris suikastının bir bağlantısı var mı?

Bu sorunun kesin bir yanıtı elbette yok ama süreç yakından takip edildiğinde giderek böyle bir kanaatin hâkim olmaya başladığı görülebiliyor. Açıklamaya çalışalım.

İktidar, daha ilk andan itibaren, hiçbir somut bilgi ya da delile dayanmaksızın, suikastın örgüt içi bir infaz olduğunu iddia etti. Erdoğan da bakanlar da günler boyunca sanki bir şeyleri saklamak istercesine bu iddiayı dile getirdiler.

Bu iddia, yandaş medya hariç, konuyla yakından ilgili hemen hiç kimse tarafından gerçekçi bulunmadı, ortada örgüt içi bir infaz olmadığı aşikârdı.

Buna paralel olarak, medyadaki kimi kalemler, daha düne kadar Suriye ve İran’ın PKK/PYD’yi desteklediğini iddia ediyorlarken, birden bu iki ülkeyi hedef tahtasına koyup fail ilan ettiler.

Burada yanıt verilmesi gereken asıl soruysa, bu iki ülkenin, sanki yeterince başları belada değilmiş gibi, PKK’nın üç önemli ismini öldürerek neden Kürtlerle arasını bozmak isteyeceğiydi.

Ayrıca hem Suriye hem de İran, böylesine “kör gözüne parmağım” bir operasyonun kendileri açısından taşıdığı riski gayet iyi bilecek ölçüde gelişmiş bir devlet aklına sahip ülkelerdi ve bu nedenle suikastın failleri olma ihtimalleri yok denecek ölçüde azdı.

Suikasta maruz kalanlar dışında herkes birtakım teoriler üretirken, hedefte olan PKK’nın Kandil’deki yöneticilerinden Duran Kalkan ve Mustafa Karasu, operasyonun AKP-cemaat koalisyonunun “entegre stratejisi”nin bir parçası olduğunu ve “Yeşil Gladio” tarafından düzenlendiğini söylediler.

Her iki isme göre de iktidar, müzakereleri gerçek bir barışı tesis etmek için değil, Kürt hareketine yönelik bir tasfiye projesini hayata geçirmek için gündeme getirmişti ve suikast da bu tasfiye operasyonunun bir parçasıydı.

Kalkan ve Karasu’nun söyledikleri, Paris suikastının “barışı baltalamak” değil “barışı dayatmak” amacıyla gerçekleştirildiği yönündeki tezleri doğruluyor.

Küresel güçlerle ve Ortadoğu’nun yeniden düzenlenmesiyle doğrudan bağlantılı, geçtiğimiz yazıda “Amerikan Barışı” olarak adlandırdığım bir süreçle karşı karşıyayız. Bu “barış” sürecinin son derece kanlı olacağına dair işaretler ise ne yazık ki hayli fazla.

O yüzden bir kez daha tekrarlamakta fayda var: “Amerikan Barışı”na karşı gerçek bir barış için mücadele etmek zorundayız.

Yurt / 17.01.13