“Yeni” dönemde gençliği kapsamlı saldırılar bekliyor...

  • Arşiv
  • |
  • Gençlik Hareketi
  • |
  • Ekim Gençliği
  • |
  • 08 Eylül 2012
  • 12:33

Gençliğin devrimci hareketini büyütelim!


Üniversitelerde “yeni” bir dönem başlıyor. Sermayenin üniversitelere dönük saldırıları açısından geçmiş dönemin devamı sayılabilecek bu “yeni” dönemde, saldırıların kapsamı şimdiden biliniyor. Yaz döneminde cezaya dönüşen soruşturmalar, dinci-gerici partinin harçları kaldırma hamlesinin ardındakiler ve yeni YÖK Disiplin Yönetmeliği, yeni dönemde üniversitelere dönük saldırıların daha kapsamlı bir biçimde hayata geçirileceğinin sinyalini veriyor.

Elbette bu kapsamlı saldırı paketinden çıkacak olanlar yalnızca bunlarla sınırlı kalmayacak. Dinci gericiliğin toplumun geneline yönelik gerici saldırıları üniversite gençliğinin de karşısına çıkarılacak. Emperyalizmin Ortadoğu’ya yönelik kirli emelleri, Türk sermaye devletinin bu süreçteki uğursuz rolü ve Kürt halkına yönelik kirli savaş konusunda gençliğin bilincinin dumura uğratılmaya çalışılması da bu saldırı paketinin bir parçası olacak. Ve nihayet, gençliğe yönelik faşist baskı ve zorbalık, saldırıları bütünleyici/tamamlayıcı bir yer tutacak.

Şimdilik yalnızca başlıklarına değinilen bu saldırılar yeni dönemin temel mücadele gündemleri olacak kuşkusuz. Gençlik hareketi, tüm bunlar karşısında ortaya koyacağı mücadele kapasitesi ve saldırıları püskürtebilme yeteneği ile güçlenip gelişebilecek. Aksi takdirde hareket bugünkünden daha kötü bir tablo ve geri bir düzey ile karşı karşıya kalma akıbetinden kurtulamayacak.

Harçların kaldırılması ve ticarileştirme saldırıları

Harç ödemelerinin başlamasının hemen öncesinde dinci-gerici partinin şefi Tayyip Erdoğan’ın harçların kaldırılacağına dair yaptığı açıklama ile başlayan tartışma, esasında paralı eğitimin tablosunu da ortaya sermiş oldu. Zira “müjde” olarak sunulan haberlerin ardından yapılan incelemeler, harçların, bir üniversite öğrencisinin eğitime yaptığı toplam masrafın içinde çok da belirgin bir yer tutmadığını gösterdi.

Bu tartışmaların sonunda sermaye devleti gençliğe “müjde” vererek harçları kaldırdığını açıkladı. Örgün ve açıköğretimde harçlar kaldırılırken, ikinci öğretimler bu düzenlemeden muaf tutuldu. İkinci öğretim harçlarının kaldırılmamasını “yasal engellerle” açıklayan AKP şefleri, farkında olmadan eğitimin ticarileştiğini de itiraf etmiş oldular. Harçların örgün ve açıköğretim için “katkı payı” statüsünde olduğunu, ikinci öğretimler için ise “eğitim bedeli” olarak tariflendiğini belirttiler.

Sermaye hükümetinin bu adımı, parasız eğitim yönünde zerrece bir umut yaratmamalıdır/yaratmamıştır da. Yalnız sol çevreler değil, burjuva cenah bile, harçların kaldırılmasının parasız eğitim anlamına gelmeyeceğini, eğitimin neredeyse tüm aşamalarının paralı hale getirildiğini, üstelik harçların kadırılması ile kesilen kaynağın üniversite öğrencilerinden başka biçimlerde kesinlikle çıkarılacağını söylemek durumunda kaldı.

Bunun yanında, ikinci öğretim harçlarının kaldırılmaması gençlik kesimleri tarafından tepkiyle karşılandı. Bir dizi üniversitede gençlik, ikinci öğretim harçlarının da kaldırılması talebiyle alanlara çıktı. Tepkiler genel olarak bu talebe sıkışmış olsa bile eylemlerde parasız eğitime dair yapılan vurgular da anlamlı bir yer tuttu.

Öte yandan, harçların kaldırılması, esasta Bologna süreci çerçevesinde atılacak adımların maskelenmesi amacına hizmet etmektedir. Bunun üzerinden yaratılmak istenen havanın ardından yeni saldırılar devreye sokulacaktır.

Sözkonusu saldırıların başında ise devlet üniversitelerinin mütevelli heyetlerine devredilmesi gelmektedir. Uzun zamandır sermayenin gündeminde olan devlet üniversitelerinin mütevelli heyetlerine devredilmesi projelerinin somut adımlarının atılacağı anlaşılmaktadır. Yanısıra, hemen akabinde hayata geçirilen banka/öğrenci kartı uygulamaları da sürecin işleyeceği yöne işaret etmektedir.

Tam da bu yüzden harçların kaldırılması ile rant kapılarından birini kaybedecek olan üniversite yönetimleri seslerini çıkarmamış, bu kayba razı olmuşlardır. Sermaye baronları ise zaten egemenlikleri altında olan üniversitelerin doğrudan yağma ve talanlarına açılacağı nedeni ile bu adımı olumlu karşılamışlardır.

Bu saldırı ve yerel ya da merkezi tüm somut uygulamaları, gençlik hareketi cephesinden başlıca mücadele gündemlerinden biri olarak ele alınmak durumundadır. Sadece eğitimin ticarileştirilmesi değil, bir bütün olarak üniversitelerin sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda dönüştürülmesine yol açacak bu saldırıyı püskürtebilmek elzem bir yerde durmaktadır.

Yeni YÖK Disiplin Yönetmeliği ile gençlik baskı altına alınacak!

Gündeme harç tartışmalarından önce gelen fakat tamamlanması sonrasına kalan yeni YÖK Disiplin Yönetmeliği, gençlik hareketine yönelik önemli bir saldırıyı ifade etmekle birlikte geniş gençlik kesimleri için de benzer anlamlara gelmektedir. 12 Eylül cuntasının başladığı işi tamamlayan yeni disiplin yönetmeliği, her türlü yasak va ceza ile üniversiteleri bir anlamda kışlalara çevirmektedir. “İleri demokrasi” demagojileri gündemdeki sıcaklığını korurken çıkarılan bu yeni disiplin yönetmeliğinde her türlü hak arama eylemi ya da başta disiplin cezalarına olmak üzere üniversite yönetimlerinin verdiği kararlara karşı yükseltilen itirazlar suç sayılmakta ve cezalandırılması öngörülmektedir.

Yeni yönetmelik, gençlik hareketi için başlı başına bir saldırıyı ifade etmektedir aslında. Zira her türlü eylemin engellenmesi, Bologna süreci işletilirken hayata geçirilecek saldırılara verilmesi muhtemel tepkilerin şimdiden önünü kesmek, böylelikle süreci mümkün olduğunca sorunsuz bir biçimde işletebilmek kaygısından doğmaktadır. Afiş, bildiri, stand gibi araçların ‘üniversite yönetiminin iznine tabi olmak şartıyla’ serbest bırakılması ise baskı ve zorbalıkla bastırılmak istenen hareketin ehlileştirilebilmesine kapı aralamak anlamına gelmektedir. Küçük bir kısmı da olsa, devrimci ve ilerici öğrencilerin baskı, soruşturma ve cezalara rağmen meşru haklarında ve çalışmalarında ısrar edecekleri öngörüldüğünden böylesi bir ehlileştirme kapısı aralanmaktadır.

Yeni yönetmelik ile soruşturma-ceza terörünün hız kazanacak olması, buna karşı mücadeleyi de temel bir gündem olarak ele alma zorunluluğunu dayatmaktadır. Her şeyden önce üniversitelerdeki devrimci siyasal faaliyeti bitirmeye yönelik soruşturma-cezaların ardından ortaya konan kapı önü direnişi vb. biçimler de yeni yönetmelikte ayrı bir ceza maddesi olarak tanımlanmaktadır. Bu da soruşturma-ceza terörüne karşı fiili-meşru mücadele bayrağının yükseltilmesi sorumluluğunu yüklemektedir.

Üniversiteler dinci-gericiliğin hedefinde

Yaz dönemi, dinci-gerici odakların toplum genelinde yaymaya çalıştığı gericiliğin üniversitelerde de hayata geçirileceğini gösterdi. Kampüslerde yapılan camiler ile fakültelerin eşdeğer tutulması yönünde açıklamalar yapan dinci parti şefleri, önümüzdeki süreçte bu ve benzeri uygulamaların yeni adımlarla devreye sokulacağını da belirtmiş oldular.

Dinci-gericiliğin üniversite gençliğine yönelik hesaplar yapması şaşılacak bir durum değil elbette. Yarı-aydın kimliği ile toplumsal sorunlar karşısında öyle ya da böyle duyarlılık gösteren bir kesmi gericilikle kuşatıp etkisizleştirmek, hem dinsel gericiliğin hem de sermaye baronlarının büyük önem verdiği bir sonuç olacaktır. Dolayısıyla üniversitelerdeki tarikat/cemaat örgütlenmelerinin önü açılacak, sermaye devletinin sadık uşağı faşist çeteler de her dönem olduğu gibi korunup kollanmaya devam edilecektir.

Tüm bunlar karşısında gençiliği gericiliğe teslim etmeme başarısını gösterebilmek gençlik mücadelesi açısından önemli bir yerde durmaktadır. Ancak bu, yalnızca AKP’ye ya da onun şahsında simgelenen gericiliğe sıkıştırılmamalı, her türlü burjuva gericiliğine karşı sosyalizmin aydınlığının propaganda edilmesi ile bütünleştirilebilmelidir.

Emperyalist savaşa karşı anti-emperyalist mücadele!

Önümüzdeki dönem, emperyalist güçlerin Ortadoğu’ya yönelik saldırganlığı tırmandırmandırdığı bir dönem olacak. Bu saldırganlığı açık bir emperyalist işgalin izlemesi, emperyalist güçler tarafından Ortadoğu’da yeni bir paylaşım savaşının gündeme getirilmesi kuvvetle muhtemel. Burjuva düzen güçleri tarafından yapılan tartışmalar bile emperyalist işgal ve savaşın gerçekleşip gerçekleşmeyeceği üzerinden değil, hangi tarihlerde gerçekleşeceği üzerinden yürüyor.

Türk sermaye devleti ise tüm bu emperyalist saldırganlık içinde çok özel bir yer tutmaktadır. Düne kadar ülke topraklarını NATO üssüne çevirerek ya da ihtiyaç olduğunda emperyalizme askeri birliklerle destek vererek ileri karakol işlevi gören sermaye devleti, bugün kendisine daha ileri bir rol biçmiş, savaş ve saldırganlıkta başı çekerek emperyalizmin Ortadoğu’daki jandarmalığını yapmaya soyunmuştur. Suriye’ye yönelik saldırganlıkta emperyalist efendilerini dahi gölgede bırakacak türden savaş çığırtkanlığı yapması bu durumun somut göstergesidir.

Güçlü bir anti-emperyalist mücadele geleneğine sahip olan gençliğin emperyalizmin Ortadoğu’daki kirli ve kanlı planlarına karşı sessiz kalması beklenemez. Türk sermaye devletinin bu kirli ve kanlı planlara koçbaşılık yapma görevini üstlenmiş olması da anti-emperyalist mücadeleye daha fazla bir önem yüklemektedir. Bugün gençliğin önünde, geçmişin anti-emperyalist mücadele geleneğini kuşanıp bulunduğu tüm alanları anti-emperyalist mücadele sahnesine çevirme sorumluluğu durmaktadır.

Kirli savaşa karşı halkların kardeşliği!

Siyasal gündemin diğer bir yakıcı sorunu ise Kürt halkına yönelik olarak sürdürülen kirli savaştır. Türk sermaye devleti, on yıllara dayanan geleneksel politikasını sürdürmükte, inkar ve asimilasyon saldırılarına bomba sesleri eşlik etmektedir.

Yakın zaman önce Antep’te yaşanan patlama ve sonrasında ortaya saçılanlar, bir kez daha devletin Kürt halkına yönelik sürdürdüğü kirli savaşın boyutlarını göstermektedir. Öyle ki, Kürt hareketinin “Bizim bir ilgimiz yok” açıklamalarına rağmen saldırı hızla Kürt hareketine mal edilmiş, bunun üzerinden Kürt hareketine ve halkına yönelik ırkı-şoven saldırı dalgası hayata geçirilmişti.

Öte yandan, Kürt halkı cephesinden ortaya konan direniş kapasitesi devletin saldırılarını büyük oranda boşa düşürse de karşılıklı olarak yaşanan açmaz halen varlığını sürdürmektedir. Yaz sürecinin son döneminde Kürt hareketinin sergilediği çıkış, politik planda devleti masaya çekme ufkuyla sınırlı olduğu için sonuç yaratamamakta, tersine var olan açmazı derinleştirmektedir..

Böylesi bir tablo içerisinde “işçilerin birliği, halkların kardeşliği” şiarı bir temenniyi ifade etmekten öte, hayata geçirilmesi zorunlu bir durumu tanımlamaktadır. Gençlik de bu eksende mücadeleyi büyütmeli; başta anadilde eğitim talebi olmak üzere, Kürt halkının eşitlik ve meşru taleplerini sahiplenmelidir.

Devrim ve sosyalizm kavgasına!

Buraya kadar sayılan tüm sorunların kaynağının kapitalizm olduğu yadsınamaz bir gerçekliktir. Eğitimin metalaştırılması ve bu bağlamda üniversitelerin ticarethaneye çevirilmesi, emperyalist savaşlar ve halklar arası düşmanlık tohumlarının ekilmesi, emek-sermaye çelişkisinden beslenen kapitalizmin varlığını sürdürebilmesi için hayata geçirilmektedir.

Buna son vermenin yolu ise bu çelişkiyi ortadan kaldırmaktan geçmektedir. Ancak bu sayede eğitim bilimin ve buradan da toplumların gelişmesine katkı sunacak bir nitelik kazanabilir. Emperyalist savaşların son bulması, ancak kapitalizmin yok edilmesi ile mümkün olabilir. Ve nihayet, halkların eşit, özgür, kardeşçe ve gönüllü olarak bir arada yaşayabilmesi ancak sosyalist bir dünyada gerçekleşebilir.

Tüm bunlar kapitalizmin yıkılması, yerine tarihin tanik olduğu en ileri toplum biçimi sosyalizmin kurulması ile mümkün olmaktadır. Bunun yolu ise toplumsal bir alt-üst oluştan, yani burjuvazinin siyasal iktidarının zora dayalı bir devrim yolu ile yıkılarak yerine işçi sınıfının iktidarının kurulmasından geçmektedir.

Gençlik, bu bilimsel gerçekliğin dayattığı zorunluluk ile hem kendi geleceğini hem de insanlığın geleceğini kurtarmak için devrim ve sosyalizm kavgasını büyütmelidir.

(Ekim Gençliği, sayı 139, Eylül 2012)