Yeni bir yıla girerken...

  • Arşiv
  • |
  • Kızıl Bayrak
  • |
  • 31 Aralık 2012
  • 10:11

Emperyalist savaşa, kapitalist sömürüye karşı mücadeleyi yükseltelim!

Geride bıraktığımız 2012 yılı, insanlığı ve bütün bir yeryüzünü adım adım büyük bir yıkıma sürükleyen emperyalist-kapitalist sistemin çok yönlü krizini tüm çıplaklığı ile gözler önüne seren bir yıl oldu. 

Yapısal sorunları ile boğuşan emperyalist-kapitalist sistem, derinleşen krizin faturasını döne döne işçi ve emekçilere ödetmek için tüm dünyada saldırılarına ara vermedi. İktisadi krizin pençesinde debelenen ülkelerde işçi sınıfı ve emekçilere acı reçeteler dayatıldı. Sosyal ve iktisadi yıkım programları ile emekçilerin omuzlarındaki yük bir kat daha arttı. Sosyal eşitsizlik her geçen gün biraz daha da derinleşti.

Öte yandan derinleşen kriz, 2012 yılı boyunca emperyalist savaş ve saldırganlığın gün be gün tırmanmasına, emperyalistler arası çelişkilerin derinleşmesine ve hegemonya mücadelesinin giderek kızışmasına neden oldu.

Emperyalist saldırganlığın dizginlerinden boşaldığı bir yıl

2012’nin öne çıkan en temel olgusu, emperyalist savaş ve saldırganlığın gün be gün tırmanması oldu.

Özellikle Ortadoğu’ya yönelik emperyalist müdahaleler bölgeyi giderek çok daha kapsamlı bir savaşın eşiğine getirdi. ABD’nin başını çektiği batılı emperyalistlerin Afganistan, Irak ve Libya’nın ardından Suriye’yi saldırı hedefi haline getirmesi, emperyalistler arası egemenlik kavgasında yeni bir krizin fitilini ateşledi. Suriye süreci, ABD önderliğinde hareket eden batılı emperyalistler ile Rusya-Çin bloğunu daha belirgin bir şekilde karşı karşıya getirdi.

Yaşanan süreç Suriye’de devam eden iç savaşın esas aktörlerini de tüm çıplaklığıyla ortaya koymakla kalmadı, Suriye’de kundaklanan savaşın Suriye’nin sınırlarını çoktan aştığını da gözler önüne serdi. Dahası, Ortadoğu’da yaşanan emperyalistler arası boğazlaşma ve egemenlik kavgası bölge halklarını çok daha kapsamlı ve yıkıcı bir bölgesel savaşın eşiğine getirdi.

Emperyalist güçler kirli hesapları ve sefil çıkarları uğruna her türlü yöntemi devreye soktular. Etnik ve mezhepsel ayrımlar körüklendi, halklar birbirine kırdırılmak istendi. Özellikle ÖSO vb. çeteler aracılığıyla vahşi katliamlar gerçekleştirildi. Emperyalist politikaların bedelini en ağır biçimde Suriye halkları ödedi.

2012 yılında öne çıkan bir başka gelişme ise Kürt halkının Batı Kürdistan çıkışı oldu. Suriye’ye yönelik gerçekleşen emperyalist müdahale ve savaş sürecinde Kürt halkı onyıllardır baskı ve zulme maruz kaldığı Batı Kürdistan coğrafyasında inisiyatifi ele aldı. Bu gelişme başta Türk sermaye devleti olmak üzere tüm gerici ve sömürgeci güçler tarafından boğulmak istendi fakat başarılamadı. Kürt halkı elde ettiği bu kazanımı kolayından gerici güçlere teslim etmedi.

Türk sermaye devleti emperyalistlere hizmette, halklara düşmanlıkta sınır tanımadı

Bu süreçte emperyalistlerin, somutta ABD emperyalizminin bölgesel politikalarının en sadık hizmetkarı Türk sermaye devleti oldu.

Daha en başından itibaren Suriye’ye yönelik savaş kışkırtıcılığı yapan Türk sermaye devleti bununla da yetinmedi. Suriye’de ABD hesabına savaşan çetelere her türlü olanağı sundu. Bu elikanlı katillere sınırlarını sonuna kadar açmakla kalmadı, sınır boylarına kurduğu kamplarda onları eğitti ve silahlandırdı. Dolayısıyla Suriye’de süren savaşın dolaysız bir tarafı olarak hareket etti.

Türk sermaye devletinin emperyalistlere hizmeti geçtiğimiz yıl içerisinde boyutlanarak sürdü. Ülkeyi bir uçtan bir uca ABD ve NATO üsleri ile donatmış olan Türk sermaye devleti, bu hizmetlerine ABD’nin güncel politikaları ve savaş konsepti üzerinden yeni halkalar ekledi. Önceki yıl Malatya Kürecik’e kurulan “Füze Kalkanı Sistemi”nin ardından geçtiğimiz günlerde yine bir NATO projesi olarak gündeme gelen ve Suriye sınırına Patriot füzelerinin konuşlandırılmasını içeren savaş hazırlığının gereklerini yerine getirdi. Aynı süreçte İzmir’de kurulu NATO üssünün NATO Kara Kuvvetleri’ne dönüştürülmesi de, emperyalistlerin bölgeye yönelik savaş hazırlıklarına ayna tutan ve işbirlikçi Türk sermaye devletinin bu süreçteki rolünü gözler önüne seren bir gelişme oldu.

Dışarda savaş ve saldırganlık, içerde baskı ve terör!

Geçtiğimiz yıl boyunca emperyalistlerin savaş ve saldırganlık politikalarına koşulsuz hizmet eden Türk sermaye devleti, içeride ise devrimci-ilerici güçleri ve Kürt halkını hedef alan baskıları ve devlet terörünü gün be gün tırmandırdı. İşçi ve emekçilerin en küçük hak arama eylemi dahi biber gazı ve polis jopuyla karşılandı. Alevi emekçilere yönelik baskı, asimilasyon ve provokasyonlar giderek yoğunlaştırıldı. Sokağa çıkan, mücadele eden gençlik güçleri son olarak ODTÜ’de olduğu gibi polis terörü ve tutuklamalarla sindirilmeye çalışıldı.

KCK operasyonu adı altında yürütülen gözaltı ve tutuklama furyası sonucu yüzlerce Kürt siyasetçisi zindanlara dolduruldu. Gerillaya yönelik kimyasal silahlarla yürütülen imha saldırıları yıl boyunca “olağan” bir hal aldı. Kürt köyleri boşaltıldı, yakıldı ve talan edildi. Kürt halkının Batı Kürdistan çıkışı karşısında acze düşen sermaye devleti, Kürt halkının elde ettiği kazanımları boğmak için her türlü kirli yönteme başvurdu. Antep’te olduğu gibi devreye sokulan provokatif eylemleri Batı Kürdistan süreciyle ilişkilendirmekten ÖSO türü çeteleri Kürt halkının üstüne salmaya kadar her yolu denedi.

Geçtiğimiz yıl devrimci ve ilerici güçleri hedef alan baskı ve terör de kesintisiz sürdürüldü. Devrimciler sokak ortasında kurşunlandı, katledildi. Devrimci-ilerici güçlere yönelik saldırılar sonucu onlarca insan işkencelerden geçirilerek zindanlara dolduruldu.

Polis terörü öyle boyutlara ulaştı ki, sıradan işçi ve emekçilerin karakollarda gördüğü işkence görüntüleri medyadan eksik olmadı. 2012 yılında polis cinayetleri sonucu onlarca insan yaşamını yitirdi.

2012 yılında da sınıfa yönelik saldırılar hız kesmedi

Geçtiğimiz yıl sınıfa dönük iktisadi ve sosyal saldırılar kesintisiz devam etti. Sermayenin sömürüsünü kolaylaştıran ve işçi sınıfının kazanılmış haklarını budayan yeni saldırı yasaları bir bir hayata geçirildi.

İşçi sınıfının grev, TİS ve sendikal örgütlenme hakkını hedef alan yeni “Toplu İş İlişkileri Yasası” 2012 yılı içerisinde meclisten geçirilerek yasalaştı. Bu kapsamlı saldırı paketi ihanetçi sendika bürokratlarının da yardımıyla sermaye hükümeti tarafından kolay bir şekilde hayata geçirildi. Yine aynı dönem içerisinde “yetki” belirsizliği bahane edilerek, onbinlerce işçinin toplusözleşme hakkı kaba bir şekilde ihlal edildi. Özellikle MESS ile yapılacak grup TİS’lerini önceleyen bu süreç ve belirsizlik, Metal patronlarına ve ihanetçi Türk Metal çetesine zaman kazandırdı, sınıfa dönük bir tehdit olarak değerlendirildi.

İşçi sınıfı ve emekçilere dönük kapsamlı saldırılar bununla da kalmadı. Sınıf ve emekçilerin ellerine geçen üç beş kuruşluk maaşlar elektrik, doğal gaz vb. temel tüketim mallarına yapılan zamlarla eridi. Yılın sonuna doğru “Asgari Ücret Tespit Komisyonu” tarafından kurulan masa da bir kez daha sınıfa açlık sınırında ücretlerin dayatılacağının işaretlerini verdi.

Bu gelişmeler, sefalet ücretleriyle, güvencesiz ve örgütsüz bir şekilde çalıştırılan işçi sınıfı ve emekçilerin açlık ve yoksulluğunu daha da derinleştirdi.

2013 yılında emperyalist savaşa, kapitalist sömürüye ve devlet terörüne karşı mücadeleyi yükseltelim!

Bu tablo karşısında dünyada ve Türkiye’de mücadele dinamikleri her geçen gün daha da çoğalıyor. Özellikle içerisine girmiş bulunduğumuz dönemin dünya olayları, önümüzdeki yılların sınıflar mücadeleleri bakımından hareketli geçeceğini gösteriyor.

Avrupa’da işçiler, emekçiler ve gençler sokakları boş bırakmıyor. Kapitalist sömürüye ve krizin faturasına karşı grevler, militan sokak eylemleri ve çeşitli gösterilerle işçi sınıfı bu mücadelede en ön safta yerini almış bulunuyor. Bu sadece Avrupa’da değil emperyalizmin Kabe’si Amerikanın metropol kentlerinde de yaşanıyor. Yine geçtiğimiz yıllarda isyana duran Ortadoğu halkları meydanları terk etmiyorlar.

Türkiye’de ise henüz birleşik, kitlesel ve politik bir sınıf hareketinin varlığından bahsedilemese de, sınıfın kimi bölükleri mücadele isteklerini eylemli çıkışlara konu ediyor. Bu açıdan geçtiğimiz yıl da mevzi direnişler ve eylemler hiç eksik olmadı. İşçi sınıfının hak arama ve mücadele isteği kendisini sendikal örgütlenme eğilimleri üzeriden ortaya koydu.

2013’de bu dinamiklerin çoğalacağından kuşku duymamak gerekiyor. Zira sermaye düzeninin yılları bulan iktisadi-sosyal saldırıları işçi sınıfı ve emekçiler içerisinde öfke ve tepkiyi alttan alta mayalamakla kalmıyor, bu kendisini çeşitli biçimler altında ortaya da koyuyor. Renault’da olduğu gibi, sömürüye ve sendikal bürokrasiye karşı kendiliğinden öfke patlamalarına dönüşebiliyor.

Bizlere düşen görev, tam da bu mücadele dinamiklerine yaslanarak işçi sınıfını kapitalist sömürüye, emperyalist savaş ve saldırganlığa, baskı ve devlet terörüne karşı mücadeleye çekmek ve bu mücadeleyi büyütmektir. Buradan hareketle işçi sınıfını devrimcileştirmek ve politik mücadele sahnesindeki yerini almasını sağlamaktır.

(Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak, 28 Aralık 2012, Sayı 18-51)