DÜN Hürriyet internet sitesinin özel haberi, THY’nin sadece iç hatlarda değil, 7 ülke ve 10 uçuş noktasında da içki yasağı uyguladığını ortaya koydu.
Suudi Arabistan ve İran uçuşlarında içki bulunmamasını kimse yadırgamıyor. Bu ülkelerde hâkim olan İslam kılığına sokulmuş faşizmin doğal bir sonucu bu.
Bu uçuşlardaki içki yasakları, İran ve Suudi Arabistan’a hâkim olan baskıcı ideolojinin THY yönetimini de etkisi altına aldığını gösteriyor.
Çünkü içkinin yasaklandığı bu dış hatların hemen hepsinde canınız isterse serbestçe içki bulabilirsiniz, satın alabilirsiniz, içebilirsiniz.
Belli ki İslamofaşist anlayış o kentlere uçacak insanların da özel hayatlarına karışma hakkını kendisinde görüyor.
Dün internet sitelerindeki tartışmalara da göz attım.
Birçok kişi THY’ye içkilerin bu hatlarda parayla satılmasını öneriyor.
Sorun gerçekten tasarruf olsa, bunu yaparlardı kuşkusuz ama THY yönetiminin derdi, tasarruf yapmak filan değil.
Gerçekten tasarruf yapacak olsalar, zaten bir tepsinin içine yerleştirilmiş yemeğin servis edildiği uçaklara kuşe kâğıda basılmış mönüler yüklerler miydi? Baskısı ayrı para, uçağa yükleme ayrı maliyet!
Kimsenin okumadığı belli olan gazeteleri de satın alıp uçaklara yüklemezlerdi.
Dertleri tasarruf, maliyetleri kısmak filan değil.
Tek dertleri var: İnsanların yaşam tercihlerine karışmak, herkesi kendi istedikleri kılığa ve biçime sokmak!
Şimdilik “göklerde” deniyorlar, yakında yeryüzüne de inerler!
Dayakçı polisler ‘uf’ olmuş!
SİVAS’ta bir iş merkezinde esnaf arasında bir tartışma çıkınca birileri polis çağırmış. İki polis de olaya müdahale etmek için görevlendirilmiş. Esnaflar karşılarında polisi görünce, sorunu aralarında çözebileceklerini belirtmiş ama polisler dinlememiş.
Önce biber gazı sıkmışlar, sonra ellerindeki coplarla tartışan iki esnafa sıkı bir dayak atmışlar.
İnternette alışveriş merkezinin güvenlik kameralarının kaydettiği görüntüler var, ben oradan izledim.
Polis iki sivili dövüyor. Polislerden biri, sivillerden birini biraz dövdükten sonra kolunu arkasına bükerek götürmeye çalışıyor. Ama sonra herhalde dayanamıyor ve sivilin dizinin arkasına okkalı bir tekme yerleştirerek onu yere deviriyor ve bu kez yerde coplamaya devam ediyor. İkinci sivil de onlardan biraz uzakta yere yatırılmış coplanıyor.
Çok sevimli görüntüler değil ama merak ettiyseniz internet sitelerinde var, izleyebilirsiniz.
Haber televizyonları yayınlayabildi mi bilmiyorum, biliyorsunuz bir süredir haber televizyonlarının bazı haberleri yayınlaması hoş karşılanmıyor. Başının ağrımasını istemeyen yöneticiler bu haberi görmezden gelmiş olabilirler.
Polisler sakinleşip dayağı kestikten sonra vatandaşlar savcılığa şikâyette bulunmuşlar. Bunun için de önceden gidip hastaneden rapor almışlar ki dayak yediklerini belgeleyebilsinler. Zaten elde alışveriş merkezinin güvenlik kamerasının kaydettiği görüntüler de var.
Buraya kadar her şey olması gerektiği gibi gelişmiş.
Gazetelerdeki haberlerde bununla ilgili şöyle bir ayrıntı da var, atlamamak gerek. Şöyle deniliyor: “Polisin arbedede biber gazı sıkarak copla müdahalede bulunduğunu iddia eden esnaftan 28 yaşındaki K. K. ve 26 yaşındaki G. Y. yaralandıklarını ileri sürerek hastaneden aldıkları raporla savcılığa suç duyurusunda bulundu. Polisler de hastaneden rapor alıp onlardan şikâyetçi oldu.”
İşte bu son cümleye bir anlam veremedim. Polisler ne için rapor almışlar? Kendilerinin de vatandaş tarafından dövüldüğünü iddia edecekler ki işledikleri suçtan ceza almadan ya da az cezayla paçayı kurtarabilsinler.
Ama görüntüler çok açık. Vatandaşlar ellerini bile kaldırmamışlar. Polislerin nasıl olup da rapor alabildiklerini merak ettim. Herhalde benim merak ettiğimi “işkenceye sıfır tolerans” çerçevesinde Sağlık Bakanlığı ve Tabip Odası da merak edecektir.
Bu raporu veren hekimlerin iyice bir soruşturulmaları gerekir ki raporu kendi özgür iradeleriyle mi verdiler, raporlarında ne yazdılar? Yoksa polisten korktukları için mi verdiler? Tabii raporun ayrıntılarını da merak ettim. Acaba cop sallamaktan kol adaleleri zarar gördüğü için mi rapor alabildiler?
Seyredelim bakalım neler olacak?
MECLİS’te yeni anayasayı hazırlamak için çalışan uzlaşma komisyonunun çalışmalarını mart sonuna kadar bitiremeyeceği belli oldu gibi.
Adı uzlaşma komisyonu ama partilerin birçok konuda farklı metinler önerdiklerini biliyoruz. Ve bunların üzerinde bir uzlaşma oluşabileceğine ilişkin şahsen benim bir umudum da yok.
AKP Genel Başkan Yardımcısı Bekir Bozdağ, Milliyet’te Serpil Çevikcan’a şöyle konuşmuş:
“Takvim sıkıştırıyor. Uzlaşma Komisyonu mart sonuna kadar bitirirse Anayasa Komisyonu ve Genel Kurul aşamaları gelecek. Genel Kurul’dan referandum kararı çıkarsa bunun da saatli takvimi var. Propaganda süresi vs. 2 ay gerekiyor. Yeni anayasa 2013 sonuna kadar yetişmeli. 2014’e kalırsa yerel seçimler, ardından cumhurbaşkanlığı seçimi ve genel seçim var. Yerel seçim takvimi açıklandığı andan itibaren seçim çalışmaları yoğunlaşacak. Bu ortamda anayasa nasıl ilerleyecek?”
Başbakan’ın son zamanlardaki dalgalı hareketlerini anlamakta zorlananların bu sözlerdeki gizli mesaja dikkat etmesi gerek.
Uzlaşma komisyonu için zaman sıkışıyor ama Başbakan için daha da fazla sıkışıyor gibi!
Temel meselesi Başkanlık o da olmazsa yarı başkanlık sistemini anayasal hale getirmek ve kapağı Çankaya’ya atmak.
Ama zaman hızla eriyip gidiyor. “Gerekirse” BDP ile ittifak yapmaktan söz etmesi, bir yandan “insani” jestler yaparken, diğer yandan İmralı’ya göz kırpması bunun sonucu.
Önümüzdeki günler siyaset için çok renkli geçecek!
Hürriyet / 14.02.13