'Unutma, unutturma...' - Uğur Vardan

  • Arşiv
  • |
  • Basın
  • |
  • 31 Aralık 2012
  • 05:31

Doğrusu böyle bir gelenekleri olduğunu bilmiyordum. “Nereden bileceksin, sanki oralı mısın?” diyebilirsiniz elbet ama malum, Amerika’yı ve onun, her türlü heyecanın kalbinin attığı yeri olan New York’u çoğumuz sadece romanlardan ya da filmlerden tanımadı mı? Neyse, sadede geleyim; bu ‘geleneklerini’ tanıyıp bilememişiz. Meğerse 28 Aralık, şehir sakinleri için ‘Geleneksel Unutma Günü’ymüş. New Yorklular bugünde biten yıla ait kötü anılarını -ki bu yıl bazıları Sandy Kasırgası’nın yarattıklarını bazıları da kişisel tarihine ait izleri dile getirmiş- bir kâğıda yazarak belediyenin tahsis ettiği çöp merkezlerine atıyorlar, burada toplanan kâğıtlar da kesilerek yok ediliyormuş.

Bizdeki dilek ağacına bez ya da çaput bağlamaya denk düşüyor olabilir mi bu gelenek? Bilemiyorum ama şurası bir gerçek ki, bizim ‘Unutma günleri’ne ihtiyacımız olmadığı malum. Çünkü bizdeki toplumsal refleks zaten anında unutmaya yöneliktir. Bir felaketin ya da toplumsal meselenin zihinlerde kalma süresi ve yaşanılanlardan ders çıkarma yeteneğimiz zaten çok sınırlıdır. Çoğu kez söz konusu vaka yaşandıktan hemen sonra ‘tarih’ olur. Birkaç günlük gazete manşetleri, TV haberleri, resmi kaynaklardan yapılan “Olayın peşini bırakmayacağız” açıklamaları, “Soruşturma başlatıldı” ibaresi eşliğinde boş bir yankıdan öteye gitmez.

İşte bu yüzden de bu topraklarda ‘Unutma, unutturma’ sloganı daha bir önem kazanır. Zaten sistemde her şey hafızalardan bir an önce silinmesine yönelik düzenlendiği için ‘Unutmak değil unutmamak’tır esas olan. Mesela taze bir örnek: Uludere katliamının sorumluları aradan bir yıl geçmesine rağmen bulunamadı. Devlet meselenin aslı anlaşıldığından (yani 34 cana ‘yanlışlıkla’ kıyıldığından) beri, sorumluların peşinde. Ama ortada halen somut bir gelişme yok. Ya da başka –artık- çok bilinen bir örnek; şiir okuduğu için hapis yatan bir siyasetçinin iktidarda olduğu bir ülkede şiirler sansüre uğruyor, okuma yazma adamları (kısaca ‘gazeteciler’ diyelim) örgüt suçlanmasıyla içeri atılıyor, 600 bilmem kaç gün hapis yatıyorlar, sonra da hiçbir kanıt bulunamadığı için salıveriliyorlar. Mazlumlar zalim oluyor, sürekli bir ‘rövanş’ kaygısı, geçmişte yaşadıklarını unutmayanlar, şimdiki zamanda arayı kapatıyor ama bu kez kendileri de benzer şekilde vicdanları yaralayan uygulamalara imza atıyor.

Sözün kısası bugün son gününü yaşadığımız 2012, bazılarımızda ‘unutulmayacak’ izler bıraktı. Toplum bu izleri takip eder mi etmez mi, bilinmez ama o kişiler yaşadıkları acıları hiç unutmayacak. Hem bedenlerinde hem de ruhlarında.

Acısı az, vicdanı, sağduyusu ve adaleti bol bir 2013 dileyelim. Bu dileğin pek yerine gelmeyeceğini bile bile olsa da…

‘Emret Başbakanım’ yeniden

Geçen yılın muhteşem filmi ‘Bir Ayrılık’ın yönetmeni Asghar Farhadi, o dönem Financial Times’ta yayımlanan bir yazıda, hikâyedeki politik göndermeler ve derdini direkt olarak ortaya koymama hali için, “Bu düne ya da bu güne ait bir şey değil. Eğer İran kültürünün tarihine göz atarsanız, alegorik ve metaforik bir dil kullanıldığını fark edersiniz. Bizde yazar doğrudan neler olup bittiğini söylemek yerine, başka işaret ve anlamlarla derdini anlatır” diyordu. Farhadi’nin söyledikleri Doğu’ya ait bir refleksin tezahürü mü yoksa kapalı toplumların açıktan eleştiri yapma geleneklerinin kısıtlı olmasının başta sanat olmak üzere hayatın her alanında bir ifadesi mi bilinmez ama Türkiye uzun bir süredir kendi kendini sansürle yaşıyor. Bu tür durumlarda da alegori ‘Elin oğlu’ üzerinden yapılıyor. Mesela ‘The Newsroom’ adlı dizi medya-siyaset ilişkileri üzerinden ABD’yi, biz de bu dizi üzerinden ‘sözde’ kendimizi okumaya çalışıyoruz. Yeri gelmişken ‘Muhteşem Yüzyıl’ üzerinden ayar yiyen kanalımıza bir öneride bulunsam: İngiliz klasiği ‘Emret Başbakanım’ı tekrar izlemenin zamanı gelmedi mi?

Radikal / 31.12.12