(16.02.13) – CPJ’nin hazırladığı “Basına yönelik saldırılar” dosyasında Türkiye yine dikkat çekiyor.
Geçtiğimiz haftalarda Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (RSF) tarafından yayınlanan bir raporda Türkiye’den “Dünyanın en büyük gazeteci hapishanesi” sözleriyle bahsediliyordu. Gazetecileri Koruma Komisyonu (CPJ) de hazırladığı “Basına yönelik saldırılar” dosyasında bu gerçeği yineledi.
Çeşitli başlıklar üzerinden incelenen basına yönelik saldırılar kapsamında bir dizi makalede Türkiye’nin de adı geçerek özellikle AKP’nin olumsuz karnesi açıklandı. Dosya kapsamında yazıların ortak noktası ise Türkiye’nin dışardan bakıldığında “profili yükselmiş” gibi göründüğü ancak hak ve özgürlükler konusunda ciddi sıkıntıların yaşandığı görüyü oldu.
Erdoğan etnik ayrımlara oynuyor!
Dosya kapsamında Frank Smyth tarafından kaleme alınan yazıda savaş gazeteciliği ele alınırken Türkiye’den örnekler verildi ve özellikle Kürt gazetecilerin gördüğü baskılara değinildi. Erdoğan’ın yaptığı bir konuşmada gazetecilere Kürt savaşıyla ilgili haber yapmaktan vazgeçmeleri talimatı verdiği ve PKK faaliyetleriyle ilgili her türlü haberin propaganda sayılacağını söylediği de hatırlatılıyor.
Smyth değerlendirmesinde dikkat çeken bir diğer nokta ise gazeteciler arasında dayanışmanın olmaması. “Türkiye'de pek az medya kuruluşu veya ana akım gazeteci hükümetin Kürt meselesiyle ilgili haberleri susturma gayretine direndi” denilen yazı şu ifadelerle sürüyor:
“Erdoğan hükümeti basındaki muhalifleri izole etmek için gazeteciler arasındaki derin siyasi ve etnik farklılıklardan faydalanıyor. Daha sonra da siyasi hassasiyetlere sahip medya patronlarına - bunların çoğu çeşitli holdingleri bulunan tüzel varlıklar - baskı yapıyor.”
“Gazeteciler bomba atın, öldürün demiyor!”
Monica Campbell ise 2000’li yıllardan bu yana dünya genelinde tutuklu gazeteci sayısında artış olduğuna dikkat çekerek bunun hükümetlerin gazetecileri güvenlik bahanesiyle hapse atması ile bağlantılı olduğunu kaydediyor. Birçok ülkeden veriler sunan Campbell, birçok konuda övgü alan Erdoğan’ın gazetecileri Kürt meselesi ve diğer “hassas siyasi konularda” haber yapma konusunda kısıtladığını ifade ediyor.
Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in gazetecilerin kovuşturmaya uğramasını “Türkiye'nin ifade özgürlüğü korumak ile ‘şiddeti övme ve terör propagandasını’ engelleme” biçiminde gerekçelendirdiği hatırlatılarak bunun doğru olmadığı ve Türkiye’nin birçok haberi doğrudan “terör suçu” olarak değerlendirdiği söyleniyor.
Yazıda referans olarak da Mehmet Ali Birand’ın şu sözleri aktarılıyor: "Gazeteciler terörizmi övmüyor. Okurlarına 'bir bomba alın, öldürün' demiyor. Yine de Kürtler veya ayrılıkçı gruplarla ilgili yaptığımız her haberde onları terörist olarak sunmamız için dehşet bir hükümet baskısıyla karşı karşıya kalıyoruz"
"Bunu yapmazsanız o akşam televizyonda bir bakan veya üst düzey bir yetkili sizin hakkınızda ülkenin güvenlik güçlerine gerektiği kadar yardım etmediğinizi söyleyecektir."
“Erdoğan alenen azarlıyor!”
Kristin Jones ve Nina Ognianova’nın Olimpiyat Oyunları’ndan yola çıkarak kaleme aldığı makalede de Türkiye’ye dair bölüm şu ifadelerle başlıyor:“Türkiye son üç yıldır ceza kanununun ve terörle mücadele yasalarının muğlak bir dille kaleme alınmış maddelerini kullanarak, onlarca gazeteciyi hoşlanmadığı çalışmaları yüzünden hapse attı”
Türkiye’nin tutuklu gazeteciler konusunda Çin ve İran’ı geçtiğine dikkat çekilirken Erdoğan’ın muhalif medyaya karşı düşmanca bir dil kullandığı ve alenen azarladığı belirtilerek yunlar söyleniyor: “(Erdoğan) yayın yönetmenleri ve patronlarına aynı fikirde olmadığı muhabir ve köşe yazarlarına çeki düzen vermeleri yönünde talimat veriyor, köşe yazarlarına hakaret davaları açıyor ve Türkiye silahlı kuvvetleriyle yasadışı Kürdistan İşçi Partisi (PKK) arasında uzun süredir devam etmekte olan çatışma hakkında haber yasağı koyuyor”
Dosyanın geneli incelendiğinde dünyanın her köşesinde gazetecilere, özellikle de muhalif basına yönelik baskının arttığı görülüyor. Ancak Türkiye’nin sürekli değinilen ve dikkat çekilen bir ülke olması da dikkat çekiyor.