Temizlik de, beyazlık da, barış da hep onlarda! - Umur Talu

  • Arşiv
  • |
  • Düzen cephesi
  • |
  • 08 Ocak 2013
  • 11:46

Meraklısı açıp baksa, zaten yazıyor “barış” orada.

Patronun talimatına da gerek yok; takla atmalara da.

3 binden fazla gazeteci imzalamıştı…

Muhtemelen ciddi kısmı, kendi imzasının bile çiğneyip durdu; mecburen!

***

Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi 15 yıldır orada.

Bazı büyük medyacılar sözde “etik ilkeler, konseyler” vesaireler yaptı, elbet kötü değil de; hiçbirinde “haklar ve özgürlükler” bulunmaz.

Sadece sorumluluğu alttaki gazeteciye yükleyip kendileri de onun hak ve özgürlüklerini elinden alıp onu hafifleterek cömertlik yapıyorlar!

O düzenler, sözde temiz gazetecilik adına yanlışı, hatayı en alttaki gazeteciye yıkan firavun piramitleri.

Kimseye hakaret etme filan (ki o da hak getire!), temiz ol, şık ol, ama haddini de bil!

Sus dendi mi sus, yaz dendi mi yaz, karıştır dendi mi karıştır, barıştır dendi mi barıştır!

Başbakan da ne derse, o!

Okur temsilcisi var ama çalışan temsilcisi yok!

Sözde temiz haber yapanlar, kolayca temizlik de yapabiliyor; çalışana hakaret, küfür eden, mobbingci yönetmenlerle muhafazakârlık bile taslanıyor!

Yeter ki kulluk sürsün.

***

Bildirge” 15 yıldır şunu da yazıyor:

Gazeteci; başta barış, demokrasi ve insan hakları olmak üzere, insanlığın evrensel değerlerini, çok sesliliği, farklılıklara saygıyı savunur.

Milliyet, ırk, etnisite, cinsiyet, dil, din, sınıf ve felsefi inanç ayrımcılığı yapmadan tüm ulusların, tüm halkların, tüm bireylerin haklarını, saygınlığını tanır.

İnsanlar, topluluklar, uluslar arasında nefreti, düşmanlığı körükleyici yayından kaçınır.

Bir ulusun, bir topluluğun ve bireylerin kültürel değerlerini, inançlarını (veya inançsızlığını) doğrudan saldırı konusu yapamaz.

Gazeteci; her türden şiddeti haklı gösterici, özendirici, kışkırtan yayın yapamaz.

***

Özne-fiil ilişkisini sorunlu yazmışız!

Gazeteci… savunur, tanır, kaçınır, yapamaz gibi bağlantılar, her gazeteci böyle yapmaktadır gibi gerçekle alakasız mana da veriyor; ayrıca Bildirge patron değil ki; talimat verecek hali de yok!

Nitekim şiddet-nefret gazeteciliği sınır tanımadı hiçbir vakit!

Ama şu var:

Mesleki özeleştiri manasına da gelen Bildirge yazıldığında, “Savaş” bilançosu kat kat birkaç on bin ölüye varmamıştı.

O vakit bu iktidar yoktu ve şimdi dayandığı geniş kesimlerin hakkı ve saygınlığına da; kimsenin aşağılanamayacağına da dairdi bu ilkeler.

Ne ki, kim kendini muktedir, çoğunluk, hakim hissederse, salt kolluk gücü değil, medya kulluk gücü de yıkıp geçiyor.

Dün de bugün de.

***

Gazetecinin barış inancı, isteği öyle patron, başbakan talimatıyla filan olmaz.

İçinden gelecek, aklından geçecek gülüm!

Yoksa inanmadığın, nefret ettiğin bir şeye niye yanaşacaksın ki.

Kim savaş, acı, gözyaşı, nefret istiyorsa sıvasız hanelerin kanı üzerinden; devam etsin.

İster kelime oyunuyla, ister Bizans, ister fitne oyunlarıyla.

Kalbin herkesin hakkı, özgürlüğü için atmak istemiyorsa, ne zorlayacaksın ki.

***

Beyazkök, sen de öyle.

Azıcık barış kokusu gelince, önce nefret saçıp ertesi gün patron ayağına halı gibi serilmene gerek yok!

Türklerin hakkı!” diye bildiriler yazıyorsun da şunu unutma:

Sen ve senin gibiler, büyük medya çamurunda, tek gün bile samimiyetle, “Türklerin hakkı”nı da bilmedi.

İster cezaevinde yaktığınız çocuklar, ister işyerinden safra gibi attıklarınız, ister işbirlikçiliğinizle soyulmuş ekonominin ezdikleri; ister çapulcu, maganda, kıro, varoş diye aşağıladıklarınız: ister paşalarla birlik üstüne bastığınız binlerce yoksul asker, ister darbecilerin yok ettikleri, ister haklarının gasp edilmesine borazanlık ettiğiniz işçiler; ister başörtülü, mürteci diye kafadan hor gördükleriniz; ister hak arayınca dinozor diye dağladığınız yüz binler, ister rant-spekülasyon-kayırma düzeninizde rızkını çaldığınız çocuklar; ister gustonuzun tiksindiği, ter kokusuna küfrettiği, hep aşağılık gördüğü milyonlar.

Siz sadece bir cins “insan”ı, bir cins beyazı sevdiniz!

O da çok kirliydi, çok kirli!

Sizin slogan esasen şudur: Türkiye, bazı Türklerindir!

Ama öyle değil işte!

Gökteki Metin

Metin’i düşürüşleri de işte o yıllara düşer.

Metin Göktepe, yüzlerce Metin olarak, çoğu genç, çoğu muhabir, bir kısmı kadrosuz, 212’siz, sigortasız, basın kartsız, çoğu alttaki nice gazetecinin ısrarında, takibinde, dayanışmasında hemen yeniden doğar, hemen ayağa dikilir.

Şimdilerde kadim gazetesi Milliyet’te de yer bulunamamış Nail Güreli’nin başkanlığını yaptığı Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin, her kesimden gazeteciyi kapsayarak, protokol ve patron cemiyetliğini bırakarak; öyle devlet, iktidar veya darbeci yanaşmalığı yapmadan, Gazeteci Örgütü haline de geldiği dönem.

Sadece o değil; Metin’in davasını takip eden genç gazetecilerin taban dayanışması, Gazeteciler Meclisi de bir uyanış sembolüdür.

Çoğumuz elbet tekrar uykuya dalana kadar!

Vuran dışarı, Duran içeri günleri.

Mesleki özeleştirim, kendim de dahil nice duruma öfkem, dünyanın bütün gazetecilik vicdanı birikimi, gazeteci örgütlülüğü ve dayanışması ufku; demokrasi, barış ve insanlık dokusundan bir beyanname olarak hazırladığım o Bildirge de işte o döneme denk düşer…

Ve Metin’in ve ötekilerin yanına uzanır. 3 binden fazla gazeteci imzası o şartlarda patlar.

Yani hiçbir şey yoktan var olmaz ve varken de yok olmaz!

Haber Türk / 08.01.13