Suriye'deki Filistinlilerin trajedisi ve geri dönüş hakkının merkezliği – Remzi Barud

  • Arşiv
  • |
  • Ortadoğu
  • |
  • 02 Ocak 2013
  • 08:55

30 Aralık 2012

2007 yılı olmalı, ama tam tarihi hatırlayamıyorum. Roma'da Birleşmiş Milletler Gıda Programı'nın (WFP) merkezini beyhude bir arayışta kaybolduğumu anımsıyorum. STK'ların ve birtakım BM elçilerinden oluşan bazı Genel Kurul organlarının “Filistin Sorununa” adanmış bir toplantıları vardı. Bir STK adına katılmam istendi. Çekinerek kabul ettim.

Böyle toplantıların nasıl sonuçlandığı – eski açıklamaların yinelenmesi, eski metinlerin az çok tekrarı, bunu yineleyiş, şunu öne sürüş – iyi bilmeme rağmen yine de katıldım. Tartışmanın konusu, Mahmud Abbas'ın Filistin Yönetimi bir yana çoğu Filistinli için halen yıllardır süren Filistin özgürlük ve haklar mücadelesine herhangi bir adil çözümün özünü temsil eden Filistinli mültecilerdi. Resmi BM metnini yeniden beyan etmek ve yeniden onamak ihtiyacından daha büyük bir aciliyet hissine kapıldım. Birkaç gün önce Londra'da endişe verici bir telefon görüşmesi yapmıştım.

Arayan kişi, Ürdün-Irak sınırında mahsur kalmış Hussam adlı genç bir Filistinli adamdı. İki erkek kardeşi önceki aylarda Irak'ta öldürülmüştü. Birisi ekseriyetle Filistinli mültecilere ev sahipliği yapan Bağdat'taki Belediyet mahallesinde infaz edilmiş. Diğeri ise ABD kuvvetleri tarafından öldürülmüş.

ABD'nin 2003 işgalinden önce Irak'ta 35 bin kişilik küçük bir Filistin topluluğu ikamet ederdi. Ülkedeki herhangi bir siyasi angajmandan bilerek sakınmışlardı ve Lübnan'daki Filistinli mültecilerin aksine iyi muamele gördüler. Fakat ne zaman ABD işgali oldu, o vakit çeşitli milisler, ABD kuvvetleri ve haydut çeteleri için kolay bir hedef haline geldiler. Çoğu öldürüldü, özellikle de eli silahlıların rastgele dayattıkları ağır fidyeleri ödeyemeyenler. Mültecilerin çoğu kaçtı, Irak'ta güvenli yerler aradılar ve bu artık mümkün olmayınca komşu ülkelere sığındılar.

Filistinlilerin Arap ülkelerine girişine müsaade edilmesi pek de kolay değildir. Bu sebepten ötürü binlercesi Ürdün ve Suriye sınırlarında yeni kurulan mülteci kamplarında mahsur kaldı. Yorucu çöllerde doğa şartları ile savaşarak ve BM bağışları ile geçinerek varlıklarını sürdürdüler. En sonunda çoğu Arap olmayan çeşitli ülkelere gönderildi. Filistinlilere Arap ihanetinin acınacak bir manzarasıydı bu. Arap rejimleri Filistinliler hakkında daha çok ateşli konuşur göründükçe Filistinlilerin zor durumuna gerçekte daha çok anlayışsızdırlar. Tarih bu şekilde hep acımasız olmuştur.

Hussam sadece Ürdün'e geri girmek istiyordu. Orada doğup büyümüştü, fakat ikameti keyfi biçimde sona erdirilmişti, tıpkı Filistinli mültecilerin sayısı ev sahibi ülkeye demografik bir kaygı teşkil edecek derece büyüdüğünde olduğu gibi. Benden yardımcı olmamı istedi, annesinin yaşlı olduğunu ve onun hayatta kalan tek oğlunun kendisi olduğunu mazeret gösterdi.  

Tabii ki ben çaresizdim ve halen öyleyim. Ancak Filistinli mültecilerin durumu üzerine Roma toplantısına katılmam istendiğinde bunun Hussam'ın sıkıntısının ivedi bir siyasi bağlama oturtulması için uygun bir platform olacağını düşünmüştüm. Öyle sonuç vermedi çünkü eski defterler önemsiz mevcut sorunlara baskın çıktı.  

Irak'ın Filistinli mültecileri Filistin'e aittir. Fikrini söyleyecek ahlaki cesarete sahip olanların, Roma'daki BM elçileri gibi, ateşli konuşmalar yapmaktan başka güçleri yok. Filistinli mülteciler için Geri Dönüş Hakkında ısrar eden uzun zamandır ihmal edilen BM kararlarını yürürlüğe sokabilecek olanlar, ABD'nin dediğim dedik baskısı ve İsrail'in bu toprağın yerli nüfusunun ülkeye girişini reddetme kararlılığı önünde boyun eğiyorlar. 11 Aralık 1948 tarihli 194 sayılı BM Kararı kağıt üzerinde kaldı.

İsrail uluslararası hukuku çiğnemeyi sürdürdükçe milyonlarca Filistinli mülteci, onları siyasi yem olarak kullanan ya da onları bir demografik problem daha da kötüsü bir tehdit olarak gören bölgesel mücadelelerde mahkum kalacaktır. ABD'nin mültecilerin cefasını dindirecek anlamlı hiçbir eylemin hayata geçirilmemesini güvenceye almasıyla binler kendilerini bir sınırda bulmaya, gıda için kuyruğa girmeye ve arzuhallerini dinlemeye gönüllü her kim olursa bildirmeye devam eder bulacaktır.

Suriye şimdi Lübnan iç savaşından (1975-1990) ve İsrail'in Lübnan işgallerinden (1978 ve 1982) beri eşi benzeri görülmemiş şekilde tezahür eden çok uzun süren o trajedinin en son perdesidir. Suriye'de on iki mülteci kampı var. Bunlardan dokuzu BM Yardım ve Çalışma Ajansı'na (UNRWA) resmi kamp olarak kayıtlıdır ve 496 binden fazla mülteci nüfusuna sahiptir. Şam yakınlarındaki Yermuk tek başına tahminen 150 bin mülteciye ev sahipliği yapıyor. Bu kamp, çeşitli militan gruplar ve Suriye kuvvetleri için devamlı bir hedef olmuştur. Deraa, Huseyniye ve Neyrab dahil diğer kamplar da bu acımasız çatışmada hedef alınmıştır.

Suriye'de yüzlerce Filistinli öldürüldü. Ya Suriye hükümeti ile muhalefet arasındaki kanlı çatışmada arada kaldılar ya da o veya bu bahaneyle kasten hedef alındılar. Yermuk'u neredeyse boşaltan en son şiddet, bildirilenlere göre İslamcı militanların Başkan Beşar Esad'ın Suriye hükümetine sadık Filistinli savaşçılara saldırdığı 14 Aralık'ta başladı. Hava saldırısını da içeren bir karşı saldırı Yermuk'u çok sayıda ölü ve yaralıyla darmadağın etti. Ardından toplu kaçış geldi ve Filistin odise destanının yeni bir kısmı zorla yazıldı, kanla ve daha berbat anılarla kaplandı. On binlerce kişi kaçtı. Bazısı Lübnan'daki aşırı kalabalık Filistin kamplarına kaçtı. Diğerlerinin ülkeye girmesine izin verilmedi, sadece Şam'daki parklara kamp kurabildiler ve bir kez daha BM bağışları için kuyruğa girdiler. Dünya Gıda Programı, mültecileri beslemekle sorumlu görünüyor. Yakın zamandaki bir açıklamaya göre bu BM grubu, UNRWA, Suriye Kızılayı, BM Çocuk Ajansı UNICEF ve Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) ile çalışmalarını koordine ediyor.

Hiçbir kelime, ülke içinde ya da komşu ülkelerde yerinden olan üç milyon mülteciyi umursamayan bölgesel bir güç oyununa yakalanan milyonlarca masum Suriyeli mültecinin zor durumunu layıkıyla tarif edemez. Fakat ne vakit Arap ülkelerinde çatışmalar patlak verdiğinde – Ürdün'de, Lübnan'da, Kuveyt'te, Irak'ta, Libya'da şimdi Suriye'de olduğu gibi –  Suriye'deki ve diğer yerlerdeki Filistinliler için vaziyet katıksız bir yan not olmaya devam ediyor. Bu, geçici bir kriz değil, siyasi insani bir krizi olarak kararlılıkla halen ele alınmayan aynı eski hikayedir.

Filistin liderliği daha fazla sorumluluk taşıyor, çünkü mülteci krizinin, yani Geri Dönüş Hakkı'nın,  aciliyetini kendisi ile İsrail arasındaki nihai statü görüşmeleri(1) sırasında öyle ya da böyle ortaya çıkarılacak bir muammaya indirgeyen oydu. Elbette ki bu görüşmeler olmadı ve sızdırılan Filistin Belgeleri'ne (2) göre Filistin Yönetimi'nin İsrail yetkilileri ile gizli görüşmelerinde mültecileri tamamen evlatlıktan reddetmiş olduğu görülüyor.

Suriye'deki Filistinli mültecilerin çoğu Filistin'deki evlerinden kademeli olarak sürülmüşlerdi. İlk dalga 1948'de geldi, çoğu Safad, Hayfa ve Yafa'dandı. İkinci ise İsrail'in 1967'de Golan Tepelerini işgalinden sonra ve üçüncüsü Lübnan iç savaşı ve İsrail'in Lübnan'daki savaşları sırasında geldi. Bu, çok katmanlı, sürüncemeli bir trajedidir. Doğru, mültecileri korumak ve onlara bakmak için iki kat çaba gerektirir, fakat aynı zamanda uluslararası topluluğun mültecilere yönelik küçümseyici tavrının ciddi bir yeniden değerlendirilmesini talep eder. Filistinli mülteciler, Arap çatışmalarına yakalanmış kaçan kalabalıklar değildir sadece, onlar uluslararası hukukta saklı Filistin haklarının kılavuzluğunda hemen eylem gerektiren kendi başlarına vahim bir siyasi ve ahlaki krizi temsil ederler.

Paradoksal biçimde, Güvenlik Konseyi üyelerinin İsrail'in Kudüs'teki yasadışı Yahudi yerleşimlerini planlı genişletmesini onaylamamalarına yanıtında Geri Dönüş Hakkı'nı siyasi bir bağlama yerleştiren İsrail'in BM Büyükelçisi Ron Prosor oldu. 20 Kasım'da Prosor, barışa bir engel olarak değerlendirilmesi gerekenin yasadışı yerleşimlerin genişletilmesi değil, Filistinlilerin Geri Dönüş Hakkı'ndaki ısrarı olduğunu öne sürdü. Bu hem acayip hem de beklendiği gibi duyarsızdı. İsrail Yahudi yerleşimcilere yer açmak için Filistinlilere etnik temizlik uygulamayı sürdürürken Suriye'deki ve Lübnan'daki mülteciler, üç nesildir mültecilerin son 64 yıldır yaptıkları üzere hayatta kalmak için savaşıyorlar.  Her nedense, korkmuş çocukların ve yakaran annelerin haklarını uluslararası hukuk uyarınca talep etmek, İsrail'in “barış” versiyonuna tehdit teşkil ediyor.

Eğer Irak'taki mültecilerin trajedisi Filistinli mülteci krizinin ve bu mültecilerin vazgeçilemez haklarının merkezliğini yinelemek için yetersiz kaldıysa, Suriye'de başlarına gelen gözler önündeki felaket, mülteci meselesinin Filistin anlatısının, her ciddi siyasi söylemde olması gerektiği gibi, bütünleşik bir parçası olduğuna şüphe bırakmamalıdır. 

Geri Dönüş Hakkı, içli bir tarihi ve ölmekte olan bir neslin anılarını anımsatan bir tartışma değildir yalnızca. Eşit derecede bastıran insani boyutu olan son derece acil bir siyasi öncelik olarak ele alınmayı hak ediyor. Filistinliler bir kez daha ölüyor ve kaçıyor ve tüm samimi eylemler, bu mültecilere Suriye'deki çatışma ile başa çıkmalarına ve Filistin'deki anayurtlarına geri dönmelerine yardımcı olmaya yönelik olmalıdır. 

Dipnotlar:

1 – 1993'te Filistin Kurtuluş Örgütü ile İsrail arasında Washington'da imzalanan Oslo Anlaşmaları diye bilinen anlaşmalara göre Filistinli mültecilerin durumu, Kudüs'ün statüsü, işgal topraklarındaki İsrail yerleşimleri gibi Filistin meselesinin temel konuları anlaşmadan beş yıl sonra yapılması kararlaştırılan nihai statü görüşmelerine bırakılmıştı. Zamanında yapılmayan nihai statü görüşmeleri 2000 yazında ABD'de Camp David'de Ehud Barak ile Arafat liderliğindeki müzakere ekipleri tarafından yapıldı ve başarısızlıkla sonuçlandı. Müzakerelerin çökmesinin ardından 2000 yılı Eylül ayında İkinci Filistin İntifadası patlak verdi. (kizilbayrak.net)

2 – 2011 yılı başında El-Cezire tarafından yayınlanan Filistin Belgeleri, Filistin Yönetimi'nin müzakere ekibinin İsrailli mevkidaşları ile yaptıkları yazışmaları içeriyordu. Belgelerde Filistin Yönetimi tarafından başta Filistinli mültecilerin geri dönüş hakkı olmak üzere Filistin halkının temel haklarından vahim tavizler verildiği ortaya çıktı. (kizilbayrak.net)

Remzi Barud, PalestineChronicle.com sitesinin editörüdür. İkinci Filistin İntifadası adlı kitabı Türkiye'de yayınlanmıştır.

Counterpunch sitesinden kizilbayrak.net tarafından çevrilmiştir.