Sen yakmasan, ben yakmasam… - Umur Talu

  • Arşiv
  • |
  • Düzen cephesi
  • |
  • 23 Ocak 2013
  • 14:32

Orası sadece ilk mektebim değil, babamı kaybettikten üç, beş ay sonra, 6 yaşımda sığındığım yuvamdı.

Biz küçücük çocuklar, bizden öncekiler de tabii, ona iyi baktık.

Yakmadık en azından!

Üstelik kalorifer, doğalgaz vesaire icat edilmemişti orada…

Kocaman kocaman sobalar, büyük salonları, kalabalık yatakhaneleri ısıtmaya çabalardı.

Bir kısmı gece gündüz okulda kalan öğretmenler, kıdemli, emektar çalışanlar ve biz “yatılılar” gözbebeğimiz gibi bakardık.

Bakamadılar demek ki!

Haberlerde genç sunucular Galatasaray Üniversitesi’ni anlatırken, “1871’de yapılan…” diye başlayıp “Kız öğrencilerin binasıydı, sonra ilkokul oldu” diye anlatıyor.

Yok güzel kardeşim…

İyi bir şey diye söylemiyorum ama o vakit kız öğrenci yoktu…

Ve üniversite de henüz icat edilmemişti!

Orası zaten ilk mektepti…

Biz 1963’te girenler o ilk mektebin son mezunlarıydık; 100’üncü yılda ilk mektebi kapatanlardık.

5’e geldiğimizde arkamızda “çalışkan ikiler” filan kalmamıştı.

Kimi öğretmenimiz tam da o okulun önünde can vermişti…

Onlardan da hemen kimse bu yangına kalmamıştı.

Alev alev olan binada, hayata dair ilk alevlerimizi almış, ama ona yuvamız, anamız, babamız, hatta bebeğimiz gibi bakmıştık.

Hasta da oldum, refakatçi de, nöbetçi de oldum o binada…

Kantinde de çalıştım…

Hentbol sahasında deli gibi futbol oynadım.

Sadece ilk okumayı değil, Necdet Bey gibi “hocalar” sayesinde “başka türlü okumayı” da orada öğrendik. Yazabiliyorsak, yazmayı da.

Varlıklı olanlar ile yoksul olanlar, ortada kalanlar, leyli meccaniler; sadece geceleri gündüzleri değil, kışımızı, aşımızı, düşümüzü paylaşmayı da orada öğrendik.

***

Kurumlar, insanlar bazen bir gecede iki yüzünü anlatan iki çarpıcı olayı birden yaşarlar.

Bazen umursamaz bazen şaşarlar.

Galatasaray camiası” dünü “Sneijdermanya” ile geçirirken, sadece yarım yıl parasıyla bonservis için 10 milyon dolar verilerek “büyük kulüp” olmanın keyfi çıkarılırken…

Bizim “Feda”nın lugatı ile, kulübün doğum yerlerinden bir bina da, belki de minicik bedeller yüzünden yalnız kalmış, “aslan gibi” mücadele ediyordu kalleş alevlerle.

Sneijder “yabancı” olabilir ama biz bu hareketlere pek yabancı değiliz…

Bir vakit “Çıra”ğan’ı, daha yeni Haydarpaşa Garı’nı, Milli Eğitim binasını yaktık İstanbul’da; Galatasaray Üniversitesi’nin az ötesinde Gaziosmanpaşa mektebini de yakmış, otoparkla işgal edip keyfimize bakmıştık.

Gece karanlığına aleviyle, külüyle karışan, bir üniversiteydi ama ilk mektepten miras almıştı o binayı.

Kusura bakmayın arkadaşlar; büyüdünüz ama koruyamadınız galiba.

Sonradan yeniden açılan ilk mektebi üvey evlat görüp sürdünüz; hatta öğretim kadrosu Boğaz’a bakıversin diye, üniversite öğrencilerini de yolun öte yanına, SİT alanına ittiniz ama demek ki, Boğaz’a bakarken ona iyi bakamadınız.

Salonlar yaptırdı diye, medya patronu adını koydunuz sağa sola, ama elinizdeki esas mirası pek koruyamadınız.

Yine de ne büyük teselli ki…

Kendisini koruyamayanları bile korudu tarihi bina.

Kimsenin canını yakmadı; kimseyi dumana, aleve boğmadı.

Kendi ateşiyle kavruldu…

Kendi tarihiyle direndi.

***

Oradan kimler gelip kimler geçtiydi…

Hepsi birer çocukken, ister ilk mektepte ister “yetiştirici”de, kıyıdan vapurlara seslenmiştir, “Kaptaaan, düdük” diye.

Demek ki artık hep “İtfaiyeee, siren” diye bağırma zamanı.

Herkese geçmiş olsun.

Küllerinden yeniden doğsun.

Gülden bir tarih olmuştu, tarihten bu kül oldu…

Sen yakmasan ben yakmasam… Nasıl çıkar oteller, AVM’ler, plazalar, şantiyeler, rantiyeler meydana, denmezse…

Belki bu külden yine bir gül olur.

Sen de kafana takma Sneijder…

Biz hem yakarız, hem yanarız, hem oynarız!

Üç puanlı sistemde her şey olabilir.

Küllere bile sıkı sıkı sarılmak lazım cancağzım!

Not: “Sneijder ne alaka” diyen “GS’liler” okuduğunu anlamamış olabilir de, görüntüye bakarlarsa, onu 10 milyon dolara getiren GS Başkanı’nın da “yangın yeri”ne koşup “Onarımı için elimizden geleni yaparız” dediğini duyacak. Galatasaray Kulübü ile Galatasaray okulu, ne alaka ama! Sanırsın ki okul kulüpte kurulmuş. Şimdi sen, “Gül de ne ki” diye sorarsın. Okulun adı kulüple aynı diye yangına sevinene, sırıtana ise zaten gülün de külün de bir diyeceği olmaz!

Bak Zeynel, burası demokratik, sosyal bir hukuk devleti!

(Aşağıda Zeynel anlatıyor. Onu seri ölümlere, haksızlığa direnen bir tersane işçisi olarak biliyorum. Tersane sahibine göre, bozguncu! Sonra başka bir fabrika: Yine hak ararken, yine anarşik!

Hepimiz bu ülkeyi paylaşıyoruz ama kimimize böyle paylar düşüyor. Hepimiz aynı güneş altındayız ama kimimiz hep üşüyor. Hepimiz aynı gemideyiz ama kimimiz forsa; hep kırbaçlanmaları isteniyor!

Bu köşe Dipsiz Kuyu ya, dipten yüze vuranlar, yüzümüze vuranlar onlar işte!)

***

Sizle Tuzla tersanelerinden tanışıyoruz. Uzun zaman geçti. Hak arama mücadelesinde herhangi bir işçi ne yazık ki açlık, sefalete terk ediliyor. Hiçbir tersanede çalışamaz duruma geldim. Tersane İşçileri Birliği Derneği başkanıydım; patron örgütü kara listesinin başındaydım.

Fabrikada çalışmaya başladım. Sigortam uzun süre yatmadı. Maaşları aylarca alamadık. Bir işçi arkadaş iş cinayetine kurban gitti. Sendikalaşmaya çalıştık. Bu nedenle işten atıldık. Fabrika kapısında direniş başlattık.

Polis ve patron saldırılarına maruz kaldık. Yaralanan arkadaşlar oldu. Şikayete gittiğimizde nedense bize suçlu muamelesi yapıldı.

Size bir mektup yazmıştım. Fabrikadaki sorunları anlatan. Köşenizde işlemiştiniz.

Şimdi öyle bir yere bağlayacağım ki şok olacaksınız.

Newroz'un yasaklandığı günler. 18 Mart’ta Kazlıçeşme’ye yola çıktık. Topkapı civarı çevik kuvvet ordusu kuşattı. Bol gaz yediğimiz bir gündü. Oradan ayrıldık, bir grup arkadaşla birlik iş aramaya. Nereden bilebilirdim fellik fellik arandığımı. Baskınlar, gözaltı, tam terör ortamı. 12 Haziran’da gözaltına alındım. Yasadışı Newroza katıldığım için.

Vatan emniyetinde pek hoş ağırlamıyorlar bizim gibileri. Sonramahkeme, oradan Metris, bonra Edirne F tipi tecrit işkencesi.

İddianame hazırlandı. Koca dosyalar. Gören korkar. İnceledim. Bir sıkıntı görmedim.

Duruşma 17 Ocak’tı. Mahkemede bol bol sizden bahsettik. Hakim de ben de.

Örgütsel suç delilleri arasında neler vardı neler. Size ART’taki sorunları anlatan o ünlü mektup vardı. Başka dikkate değer delil yoktu.

Mahkemede dedim ki; ‘Fabrikadaki sorunları anlatan mektubu Umur Talu'ya gönderdim. Suç olduğunu hiç sanmıyorum. Suç ise Umur Talu sorunlarımıza sahip çıktı. Gönderdiğimiz mektubu okudu, sorunlarımızı köşesinde dillendirdi. O zaman Umur Talu da mı suç işledi? Onu da mı yargılayıp F tipine atacaksınız? Üstelik suçlamayla deliller farklı. Hem terör örgütüne uyup Newroza katılmakla suçluyorsunuz hem o mektubu delil diye koyuyorsunuz.

Aynı gün tahliye ettiler. Ama 7 ay yatmış oldum. Böyle bir hayata direnmek meşru değil de nedir? Ömrüm işçilikle geçti. Hep çalışma şartlarının düzelmesi için mücadele ettim.

Sevgili Umur Talu, yazacak çok şey var. Şimdi de ballandırılan Teknopark projesinde çalıştırılan, ücretleri ödenmeyen, direnen arkadaşlar var. İstanbul Ticaret Odası, Savunma Bakanlığı ortak projesi. Ücretler aylarca ödenmedi. Her tür güvenceden yoksun çalıştırıldılar. Direnmek istediklerinde korkunç saldırılara maruz kaldılar. Seslerini duyurmanızı istiyorlar. Sevgilerimle. Zeynel Nihadioğlu

Ona da vuruyor, sana da!

Sn. Talu; Emniyet mensubuyum, yazılarınızı düzenli takip ediyorum. Değişik grupların sıkıntılarını dile getiriyorsunuz. Emniyet’te çalışanların özlük hakları, fazla çalışma vb. sorunlar, en üst düzeyde sözlere rağmen yıllarca çözülmedi. Teşkilatta haftada 5 gün, toplam 40 saat çalışan teknisyen yardımcısı 2 bin TL maaş alırken, gecesi gündüzü olmayan, haftada 90-100 saat civarı çalışan polis 2.700 TL alabiliyor, bu adalet mi? Bizim sorunlarımızı da dile getirirseniz emin olun tüm teşkilat mensupları müteşekkir olacaklar. Saygılarımla.

Haber Türk / 23.01.13