Savaş ve saldırganlığın faturası emekçilerin sırtına yükleniyor... – D. Baran

  • Arşiv
  • |
  • Gençlik Hareketi
  • |
  • Ekim Gençliği
  • |
  • 29 Kasım 2012
  • 12:11

İçinde bulunduğumuz bunalım dönemine paralel olarak bölgesel savaşların büyüme olasılığı Türkiye’nin savunma sanayi alanında hangi noktada ve nasıl bir eğilimde olduğunu incelemeyi gerektirmektedir. Ekim Gençliği’nin daha önceki sayılarında, üniversite-sermaye işbirliğine ve üniversitelerde kurulan teknokentlerin savunma sanayi alanında gelmiş oldukları yere ağırlık verilmişti. Bu yazıda ise savunma sanayi alanında Türkiye’nin politikalarına daha çok ağırlık verilecektir.

Savunma sanayinde yurt içi üretime ağırlık

Bu yıl 20-22 Haziran tarihlerinde ODTÜ KKM’de düzenlenen Savunma Teknolojileri Kongresi’nde, Savunma Sanayi Müsteşarı Murad Bayar’ın yaptığı açıklamaya göre müsteşarlığın 27.3 milyar dolarlık sözleşmesi imzalanmış projesi bulunmaktadır.(1) Bununla birlikte, stratejik hedefler arasında da göze çarpan en önemli başlık olarak “ulusal üretimin arttırılması” yer alıyor. “2007-2011 Stratejik Planı”nda öne çıkan ilkeler arasında “ulusal savunma sanayinin geliştirilmesi”, “savunma sanayinin ulusal öncelikler paralelinde geliştirilmesi”, “ulusal tasarımların gerçekleştirilmesi” hedefleri yoğun bir şekilde vurgulanmaktadır.(2) TSK ihtiyaçlarının yurt içinden karşılanma oranlarına baktığımızda 2003’te %25 seviyesindeyken 2011’de %54’e kadar bir yükseliş görülmektedir.(3) Bu dönem içinde yapılan bütün planlamalarda en önemli vurgulardan birini ihtiyaçların yurt içi karşılanma oranını %50 seviyesine yükseltmek oluşturmuştur. Bugünkü durumda, Savunma Sanayi Müsteşarlığı’nın bu hedefini gerçekleştirdiği görülmektedir.

Rekabet gücünü yükseltmek ve ihracatı arttırmak

Müsteşarlığın diğer önemli hedefini de ihracatın arttırılması oluşturmaktadır. Burada öncelikli pazarlar arasında da Ortadoğu, Uzakdoğu, Afrika ve Orta Asya’daki eski SSCB’den kopan ülkeler yer almaktadır. Bu pazarların hepsi de emperyalistlerin çıkar çatışmalarının en yoğunlaştığı bölgeler olduğundan, Türkiye’nin pazar için bu bölgelere yönelmesini zorlaştırmaktadır. Fakat Türkiye’de savunma sanayinin gelişmişlik düzeyi düşünüldüğünde, Amerikan, İngiliz, Alman, Japon, Rus tekellerine kıyasla Türkiye’nin rekabet gücü oldukça zayıftır. Türkiye ancak çok sınırlı olarak, ileri teknoloji gerektirmeyen, ucuz mühendislik ve ucuz iş gücü özelliklerine uygun alanlarda, savunma sanayindeki uluslararası iş bölümünde ihracatçı olarak yer alabilir. Bu durum, Savunma Sanayi Müsteşarlığı’nın planlarında gözetilmekte ve buna uygun olarak, AR-GE çalışmalarına ve eksik kalınan alanlara ağırlık verilmesi hedeflenmektedir. Bu çerçevede, projelerde KOBİ’lerin etkinliği arttırılarak – KOBİ’ler için bu sektöre %20’lik bir pay hedeflenmekte – yenilikçi AR-GE çalışmalarının yoğunlaştırılması için planlar yapılmaktadır. Bununla birlikte, yan sanayi ve üniversitelerin de savunma sanayine katkılarını arttırmak hedeflenmektedir. Üniversitelerde yapılan araştırmalara devlet teşviklerinin yaygınlaştırılması, öğretim elemanlarının sözleşmeli statüde ve performansa dayalı ücretle çalıştırılması gibi yeni YÖK Yasa Tasarısı’nda yer alan başlıklar, savunma sanayinin ihtiyaçlarına da uygun düşmektedir. Savunma sanayinde, üniversitelerin, yan sanayinin, KOBİ’lerin rollerini arttırmak hedeflenirken bu “ana yüklenici” firmalar aracılığıyla sağlanacaktır. Kısacası hedeflenen, savunma sanayinde esas pay sahibi büyük şirketlerin çıkarları doğrultusunda, KOBİ’lerin, üniversitelerin üretime daha çok katılmalarıdır.

Savunma sanayinde Türkiye gelişme eğiliminde olsa da, uluslararası arenada hala oldukça zayıftır ve politik açıdan bölgesel güç olarak gözükmesine uygun bir gelişmişlik noktasında değildir. Bu “ana yüklenici” şirketler arasında göze çarpan şirketlerden ikisi ASELSAN ve TAİ’dir. 2011 yılında “Defense News TOP 100” listesinde yer alan bu iki şirket, sırasıyla 848 ve 748 milyon dolarlık 2011 yılı savunma sanayi gelirleriyle 76. ve 83. sıralarda yer almaktadır. TSK ihtiyaçlarının yarısına yakınının ithalatla sağlanıyor olması ve iki büyük şirketin büyük silah tekellerine kıyasla uluslararası pazarda çok küçük bir paya sahip olmaları da bunun göstergeleridir. ABD’nin askeri harcamaları Türkiye’nin GSYİH’na yakın bir değerdedir.(4) Uluslararası alanda yapılan savunma sanayi ticareti antlaşmalarında ve teslimatlarında göze çarpan iki büyük devlet ABD ve Rusya’dır. Antlaşmaların %78.7’si ve teslimatların %37.6’sı ABD tarafından yapılmıştır. ABD’nin ardından gelen Rusya’nın payı ise toplam antlaşmaların %5.7’sine, teslimatların ise %26.8’ine tekabül etmektedir. 2011 yılında, tedarikçi konumunda ABD yaklaşık 66 milyar dolar, Rusya 5 milyar dolar değerinde savunma sanayi anlaşması yaparken, Türkiye tedarikçi konumunda 800 milyon dolar değerinde antlaşma yapmıştır. 2004-2011 arasındaki antlaşmalarda ve teslimatlarda Türkiye sadece 2011 yılında yapılan antlaşmalar listelerine girebilmiştir.(5)

Savaşların devlet bütçesine maliyeti

Türk sermaye devleti savunma sanayinde atılımlar gerçekleştirmeye ve Ortadoğu’da gücünü pekiştirmeye çalışırken bunun faturasını da kendi ülkesindeki işçi-emekçiler ve emperyalist savaşlarda katledilen kardeş halklar ödemektedir.

Devletin askeri harcamalara ne kadar bütçe ayırdığı ve bunu nasıl gerçekleştirdiğine dair somut ve güvenilir verilere ulaşmak hayli zor. Bu konuda Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı’nın hazırladığı rapora göre haziran ayında geçirilen yeni Sayıştay Yasası ile askeri harcamaların Sayıştay tarafından denetlenmesinin de önüne engeller çıkarıldığı belirtilmektedir.(6)

TESEV’in sunduğu raporda, 2011’de 2012 yılı için kabul edilen mali bütçe yasasına göre, Milli Savunma Bakanlığı’na ayrılan bütçenin 39 milyar TL’ye çıkarıldığı ve en çok bütçe ayrılan bakanlıklardan birinin MSB olduğu belirtilmektedir. Bununla birlikte Türkiye’de güvenlik ve asayişten sorumlu bakanlık ve kurumlara ayrılan bütçenin yüksekliğinden de dem vurulmaktadır. TESEV raporunun açıklandığı toplantıda konuşan Lale Kemal, bunun arkasında Türk devletinin PKK’ye karşı yürüttüğü 30 yıllık savaşın yattığını ve bu savaşın 300 milyar dolarlık bir maliyeti olduğunu öne sürmektedir.

Emperyalist savaş ve saldırganlığa karşı mücadeleye

Bugün AKP, Kuzey Afrika-Ortadoğu-Avrasya bölgesinde ABD’nin en güçlü taşeronu olma hedefiyle Mısır, Tunus, Suriye halklarına lider gözükmeye çalışmaktadır. Bu bölgedeki her olaya elini atmaktadır. Diğer yandan da Kürt halkının bütün mücadele alanlarını ortadan kaldırarak kendi gücünü pekiştirmeye çalışmaktadır. İşte iktidarın bu politikaları, tam da Türkiye’deki sermayedarların -elbette ki buna savunma sanayisi de dahil- nüfuz edebilecekleri, sömürebilecekleri bir bölge ve bu bölgede “güçlü bir Türkiye” hedeflerine uygun düşmektedir.

Bütün bunlar, bölgedeki emekçileri daha ağır sömürü koşullarına itmekten başka bir anlama gelmemektedir. Ve bu politikanın esas sahipleri, sermayedarlar, AKP’nin izlediği bölgesel güç olma politikasından en başta kazançlı çıkacak sınıftır. Bu nedenle öğrencilerin, işçilerin, emekçilerin, sömürülenlerin saflarında örgütlenerek, sermayedarların egemenliğini kırmak tek gerçek kurtuluş yoludur.

Kaynaklar:
1: http://www.haberler.com/turk-savunma-sanayii-gucleniyor-3727677-haberi/
2: http://www.uig.gen.tr/dokumanlar/ssm.pdf
3: http://www.ssm.gov.tr/anasayfa/savunmaSanayiimiz/Sayfalar/bugunkudurum.aspx
4: “US military expenditures”. http://www.tradingeconomics.com/united-states/military-expenditure-current-lcu-wb-data.html
“Turkey GDP”. http://www.tradingeconomics.com/turkey/gdp
5: http://www.fas.org/sgp/crs/weapons/R42678.pdf
6: http://www.durushaber.com/haber-9536-2012-yili-askeri-harcamalara-39-milyar-TL-ayrildi.html

(Ekim Gençliği, sayı 141, Kasım 2012)