Saraylara savaş, kulübelere barış - Z.Eylül

  • Arşiv
  • |
  • Gençlik Hareketi
  • |
  • Ekim Gençliği
  • |
  • 29 Kasım 2012
  • 12:05

Marksistlerin her “kötülüğün” başlangıç noktasını sınıflı toplumların ortaya çıkışına bağlamaları boşuna değildir. Zira sınıflı toplumların ortaya çıkışı sömürünün, köleliğin, savaşların, yıkımların doğuşuna denk düşer. Bir sınıfın, zümrenin ya da bir kişinin elinde bulundurduğu erki koruyabilmesinin tek yolu tarihten bu yana baskı ve zorbalık olmuştur. Kabilelerin din savaşlarının, kralların-beylerin toprak savaşlarının, günümüzün kanlı ve kirli emperyalist savaşlarının gelip dayandığı nokta aynıdır: Sömürü, kâr, zenginlik...

Kan, gözyaşı ve savaşlar kapitalizmin doğasında vardır. Kapitalist sistem sömürü üzerine kurulmuştur. Sermayenin ve rantın insani tüm değerlerin üstünde olduğu bu sistemde kan, gözyaşı ve savaşlar hep olmuştur. Dolayısıyla bu düzen dünyamızda hüküm sürdüğü müddetçe, düştüğü yeri yangın yerine çeviren bombalar, acımasızca sıkılan kurşunlar ve ikiyüzlüce söylenen yalanlar devam edecektir.

Emperyalizm, kapitalizmin en gelişmiş, vahşileşmiş biçimidir. Emperyalist işgal ve savaşların gerisinde ise hammadde ihtiyacı, yer altı ve yer üstü kaynaklarının talanı, pazar arayışı, ucuz işgücü ve rekabet yatmaktadır. Günümüz koşullarında patlak veren savaşların nedenlerine bakacak olursak, büyük bir kısmının yukarıdaki nedenlerle gerçekleştirilen emperyalist işgaller olduğunu görebiliriz. Afganistan, Irak örneklerinde olduğu gibi bu savaşlar dünya kapitalizminin çıkarları doğrultusunda, özelde ise ABD emperyalizminin devreye soktuğu ve “iyi niyet” kisvesi altında oynadığı kirli oyunlardır. Ancak bu oyunların faturası hayli ağır olmaktadır. Şimdilerde ise Suriye’de yapılmak istenen şey özünde aynıdır. Sonrasında sırada İran vardır... Ancak bu gözü dönmüşlük, bir kez daha tüm dünya çapında etkileri hissedilecek olan ve milyonlarca insanın ölümüne neden olabilecek bir dünya savaşını da körüklemektedir.

“Savaş” karşıtlığı ve “barış” talebi

Savaş meselesinin toplumun tüm kesimlerinin gündeminde olduğu böyle bir dönemde esas tartışmak istediğimiz şey şudur: Komünistler “her türlü savaşa karşı” olabilirler mi? Bu soruya verecek yanıtımız elbette hayırdır. Çünkü Marx’ın da söylediği gibi “İnsanlık tarihi sınıf savaşımları tarihidir.” Dolayısıyla sınıflar var olduğu sürece bu savaşım devam edecektir. Savaş karşıtı mücadelede komünistlerin tutumunu belirleyecek olan ise savaşın niteliği, yani kimin kime ve neye karşı savaştığıdır. Örneğin emperyalist işgalin hiçbir haklı yanı yokken, bu işgal karşısında sergilenen direniş, ayaklanma ve savaş son derece meşrudur. Ya da emperyalist savaşa karşı yapılan iç savaş çağrıları aynı şekilde meşrudur. Lenin’den bir alıntıyla devam edecek olursak: “Sosyalistler, halklar arasındaki savaşları daima barbarca ve canavarca bulmuşlar ve kötülemişlerdir. Bizim savaşa karşı tutumumuz gene de aslında burjuva pasifistleri ile anarşistlerden farklıdır. Her şeyden önce, biz, bir yanda savaşlar ile öte yanda bir ülke içindeki sınıf savaşımları arasındaki ayrılmaz bağlılığı; sınıflar ortadan kaldırılmadan ve sosyalizm kurulmadan savaşların ortadan kaldırılmasının olanaksızlığını ve iç savaşların, örneğin, ezilen sınıfın ezene, kölenin köle sahiplerine, serflerin toprak beylerine, ücretli işçilerin burjuvaziye karşı verdikleri savaşların haklılığını, ilerici niteliğini ve gerekliliğini tamamen kabul ederiz.”*

Suriye’ye yönelik emperyalist müdahalenin ve Türk sermaye devleti ile yaşanan gerginliğin gündemden düşmediği bugünlerde tartışmak istediğimiz diğer bir mesele de “barış” talebidir. Oldukça insani kaygılarla dillendirilen ancak bilimsellikten ve gerçekçilikten yoksun olan bu bakış açısını çürütmek için çok uzağa gitmeye gerek yoktur aslında. Çünkü yıllardır bu topraklarda burjuva iktidarının işçi-emekçilere, Kürtlere, Alevilere, devrimcilere-komünistlere yönelik uyguladığı kirli savaş politikalarının, katliamların, seferberliklerin gerisinde kendi iktidarını koruma çabası yatmaktadır. Doğal olarak burjuvazinin proletarya ile ya da ezen ulusun ezilen ulus ile barışması mümkün değildir. Dönemsel ya da taktiksel olarak atılan geri adımlar bu savımızı asla zayıflatmaz, aksine uzun ömürlü olmamaları nedeniyle bizim elimizi güçlendirir.

Ancak barış talebinin devrimci bir perspektifle ele alınması ve bu hatta mücadele yürütülmesi de mümkündür. “Yığınların barıştan yana duyguları, çoğu zaman, bir protestonun başlangıcını, savaşın gerici niteliğine karşı kızgınlığı ve yığınların bu niteliğin bilincine vardıklarını ifade eder. Bu duygudan yararlanmak, sosyalistlerin görevidir. Bu anlamdaki her harekete, her gösteriye bütün güçleriyle katılacaklar, ama devrimci bir harekete geçilmeden, toprak ilhakları olmadan, uluslara tahakküm edilmeksizin, yağmasız, şimdiki hükümetler ile egemen sınıflar arasında yeni yeni savaşların tohumları atılmaksızın barışın mümkün olabileceğini söyleyecekler, halkı kandırmayacaklardır. Halkın bu şekilde aldatılması hasım hükümetlerin gizli politikalarına hizmet etmek ve bunların karşı-devrimci planlarını kolaylaştırmak demektir. Sürekli ve demokratik barış isteyen herkes, hükümetler ile burjuvaziye karşı, bir iç savaştan yana olmak zorundadır.” **

Gerçek ve kalıcı barış sosyalizmde mümkündür!

Peki, bu düzenin sınırları içinde dillendirilen barış talebinin hiçbir gerçekliği yokken bu barbarca savaşları engellemenin ve halkların barış içinde yaşamasını sağlamanın yolu nedir? Bu soruya birkaç cümleyle verebilecek yanıtımız ve bu sorunları hemen ortadan kaldırabilecek reçetelerimiz yok elbette. Ancak bildiğimiz bir şey var. Bir sorunu çözmenin yegâne yolu o sorunu yaratan koşulları ortadan kaldırmaktır. Yani kapitalizm alt edilmedikçe, yerine sınıfsız, sömürüsüz ve kardeşçe yaşanabilecek bir düzen kurulmadığı müddetçe bizler gerçek ve kalıcı barışı ancak düşlerimizde görürüz.

Savaş meselesine dönecek olursak; yukarıda belirttiğimiz gibi günümüz savaşlarının nedenleri nettir. Bu yüzden emperyalistleri kirli emellerinden hiçbir barış talebi geri döndüremez. Savaşları engelleyecek olan, proletaryanın sınıf savaşını yükselterek burjuvaziyi alaşağı etmesidir. Bu savımızın en güzel örneği de Sovyet deneyimidir. Lenin önderliğindeki Bolşevik Parti ve Rusya işçi sınıfı tüm ezilen halklara yol göstermektedir. Emperyalist yağma ve talana son vermenin ve bu düzeni tüm kalıntılarıyla birlikte tarihin çöplüğüne göndermenin biricik yolu Ekim Devrimi deneyiminden dersler çıkartarak devrimci sınıf savaşını körüklemektir.

* Lenin, Sosyalizm ve Savaş, Sosyalistlerin savaşlara karşı tutumları
** Lenin, Sosyalizm ve Savaş, Pasifizm ve Barış Sloganı

(Ekim Gençliği, sayı 141, Kasım 2012)