Polise dur ihtarı!

  • Arşiv
  • |
  • Siyasal Gündem
  • |
  • 07 Ocak 2013
  • 11:25

22 Aralık saat akşam 10 civarıydı. Diyarbakır'ın Sur ilçesine bağlı Alipaşa Mahallesi'ndeki Meryem Ana Kilisesi sokağında duyuldu silah sesleri. Özgür Arda yerdeydi, gerekçe ise tanıdık: 'Dur ihtarına uymadı.'

Olayın görgü tanıklarından biri şöyle anlatıyor:  'Ben o sırada evdeydim. Bir silah sesi duydum. Dışarı çıktığımda bir kişinin yerde yattığını gördüm. Yerde can çekişen kişinin üzerinde birçok polis gördüm. Benim hemen eve girmemi isteyerek oradan uzaklaştırdılar. Sabah erken saatlerinde öldürülenin Özgür Arda olduğunu öğrendim.'

Olay sırasında Özgür'ün yanında olan A.O. ise parkta otururken polisin geldiğini, Özgür'ün kimliği olmadığı için eve doğru kaçtığını polisinse hiçbir şey söylemeden ateş açtığını söylüyor ve ekliyor: 'Savcılıkta bir polis bana 'senin başın yanacak. Ondan kimlik istediğimizi, 'Kaçma' dediğimizi söyle. Yoksa başın yanar' şeklindeki sözlerle üzerimizde baskı kurdu.'

Silahım ateş aldı
Özgür Arda'nın ölümünü halının altına süpürmek için o gün bir yol bulunmuştu. Zaten mahkemeden çıkan sonuç da bu ülkede bir şeylerin değişmeyeceğini kanıtladı.  Özgür'ü öldüren polis memuru, benzer durumdaki tüm polislerin ifadesini tekrar edince serbest bırakıldı: Sendeleyip düşerken silahım ateş almış!
Bir Türkiyeli sırtından vurulup öldürüldüğünde bu cinayetin mühim ya da anlamlı olması için onun gazeteci, genel yayın yönetmeni, siyasetçi yahut patron olması mı gerekiyor? Yakışıklı ya da güzel, nişanlı ya da asker, polis ya da öğretmen olması mı gerekiyor?
Özgür Arda'nın ölüme koştuğu anlar İMC televizyonunda yayınlandı. Sırtından vurulan bir genç adamın hayatla arasındaki o ince bağın kopuşunu bu kadar kolaylaştıran, üstelik bir ölümün hesabını bile sormayan bir düzenle nereye varabiliriz?

Devlet güdümlü kurşun
Avrupa ve Amerika 11 Eylül sonrası sendromlarında birçok masum öldürdüler. Her bir ölüm dünyanın dört bir köşesinde olay oldu. Manşetlerden inmedi. Türkiye'deyse bir yurttaşın sokak ortasında polis kurşunuyla öldürülmesi garip bir şekilde alışıldık bir olay muamelesi görüyor. 'Artık bizim üstüne söyleyecek sözümüz kalmadı,' dediğimiz her olaydan sonra sokak ortasında bir başkası devlet güdümlü bir kurşunun hedefi oluyor.

Bir ülkenin, emniyet müdürlerinin ve tüm emniyet kuvvetlerinin anlaması gereken şey bu ülkeyi kimden koruması gerektiği değil kendinden koruması gerektiğiyse o ülkede problem vardır. Her ne kadar haber bültenlerinde taklit yeteneği olan polisleri konuk edip, 'ben gaz sıkmaya mecbur muyum' şarkısını söyletsek de, o gazın altında kalan belki ODTÜ'lü bir öğrencinin, belki bir emeklinin belki de bir çiftçinin baş başa kaldığı ölümü, Özgür'ün sırtına saplanan, Şerzan'ı öldüren kurşunu tanımalıyız.

Bu ülkede hep 'maganda kurşunu' üstüne konuştuk. Magandaları konuştuk.
Ama ne yazık ki asıl konuşmamız gereken yere henüz varamadık. Serseri kurşunlar ve kaza kurşunları cehennemi haline gelen bir ülkede üstüne konuşulması gerekenlerin başında devlet güdümlü kurşun gelir.

Ve bu memlekette 'dur ihtarı' vurulana değil vurana verilmelidir.

Sarphan Uzunoğlu

Akşam / 07.01.13