Orası benim de evimdi! - Umur Talu

  • Arşiv
  • |
  • Basın
  • |
  • 23 Ocak 2013
  • 07:44

Orası benim sadece ilk mektebim değil, babamı kaybettikten üç, beş ay sonra, 6 yaşımda sığındığım yuvamdı.

Biz küçücük çocuklar, bizden öncekiler de tabii, ona iyi baktık.

Yakmadık en azından!

Üstelik, kalorifer, doğalgaz vesaire icat edilmemişti orada…

Kocaman kocaman sobalar, büyük salonları, kalabalık yatakhaneleri, daha küçükleri de sınıfları ısıtmaya çabalardı.

Bir kısmı okulda yatılı öğretmenler, kıdemli, emektar çalışanlar ve biz “yatılılar” gözbebeğimiz gibi bakardık.

Bakamadılar demek ki!

Haberlerde genç sunucular Galatasaray Üniversitesi’ni anlatırken, “1871’de yapılan bina…” diye başlayıp “Kız öğrencilerin binasıydı, sonra ilkokul oldu” diye anlatıyor.

Yok güzel kardeşim…

İyi bir şey diye söylemiyorum ama, o vakit kız öğrenci yoktu…

Ve üniversite zaten icat edilmemişti!

Zaten ilk mektepti…

Biz 1963’te girenler ise, o ilk mektebin son mezunlarıydık; 100’üncü yılda ilkmektebi kapatanlardık..

5’e geldiğimizde arkamızda “çalışkan ikiler” filan kalmamıştı.

Kimi öğretmenimiz tam da o okulun önünde can vermişti…

Onlar da kalmamıştı.

Şimdi alev alev o binada, hayata dair ilk alevlerimizi almış, ama ona yuvamız, anamız, babamız, hatta bebeğimiz gibi bakmıştık.

Ben nöbetçi de oldum o binada…

Kantinde de çalıştım…

Hentbol sahasında deli gibi futbol oynadım.

Sadece ilk okumayı değil, Necdet Bey gibi “hocalar” sayesinde “başka türlü okumayı” da orada öğrendik. Yazabiliyorsak, yazmayı da.

Varlıklı olanlar ile yoksul olanlar, ortada kalanlar, sadece geceleri gündüzleri değil, aşımızı, düşümüzü paylaşmayı da orada öğrendik.

Kurumlar bazen bir gecede iki yüzünü anlatan iki çarpıcı olayı birden yaşarlar.

Bazen umursamaz bazen şaşarlar.

Galatasaray camiası” dünü “Sneijdermanya” ile geçirirken, sadece yarım yıl parasıyla bonservis için 10 milyon dolar verilerek “büyük kulüp” olmanın keyfi çıkarılırken…

Bizim “Feda”nın lugatı ile, kulübün doğum yerlerinden bir bina da, belki de minicik bedeller yüzünden “aslan gibi” mücadele ediyordu kalleş alevlerle.

Sneijder “yabancı” olabilir ama biz yabancı değiliz…

Bir vakit “Çıra”ğan’ı, daha yenilerde Haydarpaşa Garı’nı, Milli Eğitim binasını yaktık İstanbul’da; Galatasaray Üniversitesi’nin az ötesinde de Gaziosmanpaşa mektebini de yakmıştık.

O yanan bir üniversiteydi ama ilkmektepten miras almıştı o binayı.

Kusura bakmayın arkadaşlar; koruyamadınız galiba.

Sonradan yeniden açılan ilk mektebi üvey evlat görüp sürdünüz; hatta öğretim kadrosu Boğaz’a bakıversin diye, üniversite öğrencilerini de yolun öteki yanına, Sit alanına koydunuz ama bakamadınız.

Salonlar yaptırdılar diye medya patronlarının adını koydunuz ama koruyamadınız.

Yine de ne büyük tesellidir ki…

Kendisini koruyamayanları bile korudu tarihi bina.

Kimsenin canını yakmadı, kimseyi dumana, aleve boğmadı.

Kendi ateşiyle kavruldu…

Kendi tarihiyle direndi.

Oradan kimler gelip kimler geçtiydi…

Hepsi kıyıdan gemilere seslenmiştir, “Kaptan düdük” diye.

Demek ki artık hep “İtfaiye” diye bağırma zamanı.

Herkese geçmiş olsun.

Küllerinden yeniden doğsun.

Sen de kafana takma Sneijder…

Biz hem yakarız, hem yanarız, hem oynarız!

Bak Zeynel, burası demokratik, sosyal bir hukuk devleti!

(Aşağıda Zeynel anlatıyor. Onu seri ölümlere, haksızlığa direnen bir tersane işçisi olarak biliyorum. Tersane sahibine göre, bozguncu! Sonra başka bir fabrika: Yine hak ararken, yine anarşik!

Hepimiz bu ülkeyi paylaşıyoruz ama kimimize böyle paylar düşüyor. Hepimiz aynı güneş altındayız ama kimimiz hep üşüyor. Hepimiz aynı gemideyiz ama kimimiz forsa; hep kırbaçlanmaları isteniyor!

Bu köşe Dipsiz Kuyu ya, dipten yüze vuranlar, yüzümüze vuranlar onlar işte!)

***

Sizle Tuzla tersanelerinden tanışıyoruz. Uzun zaman geçti. Hak arama mücadelesinde herhangi bir işçi ne yazık ki açlık, sefalete terk ediliyor. Hiçbir tersanede çalışamaz duruma geldim. Tersane İşçileri Birliği Derneği başkanıydım; patron örgütü kara listesinin başındaydım.

Fabrikada çalışmaya başladım. Sigortam uzun süre yatmadı. Maaşları aylarca alamadık. Bir işçi arkadaş iş cinayetine kurban gitti. Sendikalaşmaya çalıştık. Bu nedenle işten atıldık. Fabrika kapısında direniş başlattık.

Polis ve patron saldırılarına maruz kaldık. Yaralanan arkadaşlar oldu. Şikayete gittiğimizde nedense bize suçlu muamelesi yapıldı.

Size bir mektup yazmıştım. Fabrikadaki sorunları anlatan. Köşenizde işlemiştiniz.

Şimdi öyle bir yere bağlayacağım ki şok olacaksınız.

Newroz'un yasaklandığı günler. 18 Mart’ta Kazlıçeşme’ye yola çıktık. Topkapı civarı çevik kuvvet ordusu kuşattı. Bol gaz yediğimiz bir gündü. Oradan ayrıldık, bir grup arkadaşla birlik iş aramaya. Nereden bilebilirdim fellik fellik arandığımı. Baskınlar, gözaltı, tam terör ortamı. 12 Haziran’da gözaltına alındım. Yasadışı Newroza katıldığım için.

Vatan emniyetinde pek hoş ağırlamıyorlar bizim gibileri. Sonramahkeme, oradan Metris, bonra Edirne F tipi tecrit işkencesi.

İddianame hazırlandı. Koca dosyalar. Gören korkar. İnceledim. Bir sıkıntı görmedim.

Duruşma 17 Ocak’tı. Mahkemede bol bol sizden bahsettik. Hakim de ben de.

Örgütsel suç delilleri arasında neler vardı neler. Size ART’taki sorunları anlatan o ünlü mektup vardı. Başka dikkate değer delil yoktu.

Mahkemede dedim ki; ‘Fabrikadaki sorunları anlatan mektubu Umur Talu'ya gönderdim. Suç olduğunu hiç sanmıyorum. Suç ise Umur Talu sorunlarımıza sahip çıktı. Gönderdiğimiz mektubu okudu, sorunlarımızı köşesinde dillendirdi. O zaman Umur Talu da mı suç işledi? Onu da mı yargılayıp F tipine atacaksınız? Üstelik suçlamayla deliller farklı. Hem terör örgütüne uyup Newroza katılmakla suçluyorsunuz hem o mektubu delil diye koyuyorsunuz.

Aynı gün tahliye ettiler. Ama 7 ay yatmış oldum. Böyle bir hayata direnmek meşru değil de nedir? Ömrüm işçilikle geçti. Hep çalışma şartlarının düzelmesi için mücadele ettim.

Sevgili Umur Talu, yazacak çok şey var. Şimdi de ballandırılan Teknopark projesinde çalıştırılan, ücretleri ödenmeyen, direnen arkadaşlar var. İstanbul Ticaret Odası, Savunma Bakanlığı ortak projesi. Ücretler aylarca ödenmedi. Her tür güvenceden yoksun çalıştırıldılar. Direnmek istediklerinde korkunç saldırılara maruz kaldılar. Seslerini duyurmanızı istiyorlar. Sevgilerimle.

Zeynel Nihadioğlu

HaberTürk / 23.01.13