NeoConMossadtheCemaat - İnci Hekimoğlu

  • Arşiv
  • |
  • Düzen cephesi
  • |
  • Kürt Sorunu / Azınlıklar
  • |
  • 12 Ocak 2013
  • 12:49

Paris katliamının ardından uzmanlar, ‘sözde’ uzmanlar, ‘böcekler’, ‘cambaz’lar, hepsi kendi meşrebince yorum yaptı ama infazların İmralı sürecini baltalamaya yönelik olduğu konusunda hemfikir oldular. Elbette doğruluk payı var. Ancak, olayın hemen ardından AKP Sözcüsü Hüseyin Çelik’in “örgüt içi infaz” değerlendirmesinin, infazın kendisinden daha fazla provokasyon etkisi yarattığını bir yere not etmek gerekir.

Bu açıklamanın hemen ardından Kürtlerin tüm örgütlü kesimlerinden peş peşe gelen tepkiler, Başbakan Erdoğan’ın ilk açıklamasını, ülke topraklarına döner dönmez ‘örgüt içi infaz’a kaydırması ılık barış havasının daha şimdiden poyraza dönmesine yetmiş görünüyor. Özellikle Karayılan’ın öfkeli üslubuna rağmen, AKP’yi suçlamak yerine, dikkatle seçilmiş ‘gladyo’ tanımını kullanarak adeta serbest çağrışımla NATO’yu hatırlatması gözden kaçırılmamalı.         

NeoCon-MOSSAD çizgisinin mikrofonları ve cemaatin kalemleri, gerek Paris katliamının ortaya çıkmasından bu yana, gerek İmralı sürecine yaklaşımlarında gayet paralel senaryolar ortaya koydular. Örneğin bu sürecin sonunda Bayık, Kalkan ve Duran’ın adli sicil kaydı olmadığı için Türkiye’ye gelebileceğini söyleyerek, doğmamış çocuğa don biçenlerden, Paris katliamını para trafiği ekseninde örgüt içi güç mücadelesi olarak gösterenlerden, üç kadının öldürülmesini kutlayan cemaat mensuplarından başlayarak hepsi, her iki konuyla ilgili olarak da aynı safta diziliverdiler.

Gülen’in barış sürecine destek verdiğini açıklamasının arkasından gelen bu görüşler, ilk başta bir çelişki gibi gelebilir. Daha kısa bir süre önce, ‘hepsinin ocağı söndürülmeli, kökü kazınmalı’ diyen Gülen’in bu 180 derece çark edişinin (ya da aslında hiç değişmeyişinin) nedenini bir açıklayan da olmadı.   

Bu nedenleri belki biraz geriye giderek aramalıyız. Ekim ayında, Öcalan’la görüşüldüğü söylentilerinin başladığı günlerde, ABD'nin Ankara Büyükelçisi Frank Ricciardone, Türkiye’ye ‘Bin Ladin’i örnek göstererek, bu operasyonda kullandıkları TTP  yani Taktik Teknik Prosedürler’i paylaşmayı önermiş, hatta diğer gizli paylaşımları açıklayamayacağını da eklemişti.

Öcalan ise çok daha önce, İmralı’da yaptığı bütün konuşmaların devlete, CIA’ya, MOSSAD’a gittiğini iddia etmiş, şunu demişti: “İmralı’ya geldiğim günlerde beni ilk muayene eden doktor İngilizce konuşuyordu, muhtemelen ABD’liydi. Yanında biri vardı, İsrail’li olabilir. Buradaki sistemin bir ucu CIA’ya dayanıyor.”

Yani Öcalan’la görüşmelerin başlamasından konuşulanlara kadar her şeyden, bakanlardan bile önce Amerika’nın, İsrail’in falan haberi oluyordu. Paris’te üç Kürt kadının infaz edilmesine bu bilgiler ışığında bakarken, cemaat ve AKP’nin ısrarla meseleyi PKK’nın silah bırakmasına indirgemeye çalışmasını da ekleyince hiç dillendirilmeyen bir başka senaryo çok mümkün görünüyor.

Müzakerelerin, özellikle de ‘Türk-İslam usulü’nce yürütülen süreçlerin bir yanı diyalog gibi görünse de bir yanı da karşı tarafın elini alabildiğince zayıflatma üzerine kuruludur. Başbakan’ın ‘Kürt danışmanı’ Yalçın Akdoğan, ‘KCK’ tutuklularının bırakılmasının söz konusu olmadığını açıklarken aslında, AKP’nin, BDP’den arındırılmış bir alanda seçime gitme niyetini açıkladı.

Paris katliamı, bu açıdan bakıldığında hükümetin ya da müzakere sürecini  ‘diz çöktürme’ye endekslemekten vaz geçmeyen ‘derin’ devlet kanadının, PKK’nın mali ve stratejik açıdan çok önemli Avrupa ayağını zayıflatmak ve Kandil’in desteğini kesmek için yaptığı operasyonun ikinci halkası olarak tanımlanabilir. İlk halkası yine ‘barışçı’ kanattan, Oslo görüşmelerinde yer alan Adem Uzun’un kimsenin inandırıcı bulmadığı gerekçelerle Fransa’da tutuklanması olmuştu.

Zaten, hem 4. bir yargı paketinden bahsedilmesi hem de KCK operasyonlarının sürmesi ancak bu mantıkla açıklanabilir hale geliyor. Elbetteki bu ‘derin aklın’ ya da gladyonun, yurtdışında bu denli profesyonelce işlenmiş bir cinayet için başka profesyonel odaklara ihtiyacı olmuştur.

Ben bu katliamın tüm yönleriyle aydınlatılacağını ama bizim asla öğrenemeyeceğimizi düşünüyorum. Eğer öğrenirsek, ‘barış’ın da mümkün olduğuna inanacağım.

Yurt / 13.01.13