Napolyon Mali’de - Justin Ralmondo

  • Arşiv
  • |
  • Uluslararası Siyaset
  • |
  • Afrika
  • |
  • 18 Ocak 2013
  • 15:27

Fransa İslamcı terörle savaş bahanesiyle Mali’yi işgal ederken Fransız emperyalizminin derin uykudan uyanışı komedi ile trajedi arasında gidip geliyor. Fransa’nın ayaklanmacıların kontrolündeki bir kasabaya düzenlediği hava saldırısında çoğu sivil yüz kişi hayatını kaybetti fakat Fransızların Kuzey Afrika’daki bir orman kedisinden esinle “Serval” adını verdikleri operasyonun birkaç haftalık olmayıp uzun bir harekât olacağını keşfettiklerinde Paris’teki muzaffer halet-i ruhiye aniden solgunlaştı.

Mali’de gerçekte ne olup bittiği hakkında bir değerlendirmeye varmadan önce, pazarlanan hikâyenin evvela çürütülmesi lazımdır. Haberler ayaklanmacıları İslamcılar diye anıyor ki çok az kişinin bildiği gruplara yapıştırmanın kolay olduğu bir etikettir bu. Gerçek ise tamamen farklıdır: Ayaklanmacılar, Kuzeybatı Afrika’nın Tuaregleridir; göçebe bu grubun tarihi vatanı Mali, Cezayir, Libya, Nijer ve Burkina Faso sınırlarına yayılmaktadır. Çobanlık ve kaçakçılık yaparlar; Tuareg kervanları, orta Afrika ve Arap toprakları arasındaki imparatorlukların tek ticari temas kaynağı olmuştur bir zamanlar. Bağımsızlık savaşları, el Kaide’nin varlığından 150 yıl öncesine gider.

19’ncu yüzyılın sonlarında başlayan Avrupa sömürgelerinin büyük çalkantısı sırasında Fransız sömürgeciler toprakları işgal edip el koydular ve yerlileri “Fransız medeniyetine” zorunlu asimilasyon programına tâbi tuttular. Tuaregler o tarihten beri bağımsızlıklarını geri kazanmak için savaşmaktadırlar. Bu mücadele bugün “İslamcı terör” diye yorumlanmaktadır.

Tastamam yanlıştır bu. Tuareg bağımsızlık hareketi, Mali’nin Tuareg bölgeleri için özerklik isteyen laik Awazad Ulusal Kurtuluş Hareketi’nin (AUKH/MNLA) liderliğindedir. Mali’de Ensaru-d Din’le bağlantılı faal İslamcılar bulunmaktadır. Ensaru-d Din ise Mağrib’deki el Kaide’yle irtibatlı olarak bilinmez; Sadece Ensasu’d Din lideri Ag Ghali, Mağrib el Kaide’sinin komutanı Hamada ag Hamada’nın kuzenidir. AUKH sözcüsü Ag Essarid, Ensaru-d Din’in siyah bayrağı olduğu doğrudur ancak el Kaide’den değillerdir diyor; Mali hükümetinin yapamadığını, “sokaklarda istikrarı istiyorlar” ve “onlar da el Kaide’ye karşıdırlar.” Kuzey Afrikalı uzman Selma Belaala hemfikir: Mağrib el Kaide’si ile Tuareg arasında sistematik bir bağlantı kuramayız. Bu tamamen yanlıştır.”

Her halükarda, AUKH ve Ensaru-d Din arasındaki taktik ittifak bir başlayan bir biten meseledir: Kuvvetlerini birleştirdiklerini ilan ettikten günler sonra AUKH geri çekilmeye başladı ve bir hafta sonra da tekrar destekledi. Terörle arasında kurulan bağlantı her ne kadar incecikse de Fransa imparatorluğunu Afrika’da diriltme rüyası, rövanşist rüya, “terörle savaş” başlığı hariç nasıl hayata geçirilebilirdi ki?

Fransa’nın Mali’yi işgali yahut yeniden işgali gerçekten el Kaide’yi çıkarmayı amaçlıyorsa, Cezayirlilere saldırıyor olması gerekirdi: Londra Üniversitesi Şarkiyat ve Afrika Çalışmaları’ndan Profesör Jeremy Keenan Cezayirlilerin sırf Ag Ghali ile değil Abdulhamid ebu Zeyd gibi önemli el Kaide isimleriyle de bağlantıları olduğunu söylüyor; Cezayirlilerin Sahel’de beliren bir el Kaide öcüsünü desteklemekte çıkarları var çünkü Amerika nezdindeki değerlerini artırmakta, askeri ve ekonomik yardım gibi talihkuşu vaad etmektedir diyor.

Mali hükümetine gelince, kuzeyde bir dizi Tuareg zaferinden sonra ordu seçilmiş hükümeti devirdi ve olağanüstü hal ilan etti. Ordu, Tuareg isyanının ezilmesine yeterince ilgi gösterilmediğinden şikâyet etti ve geçen ay başkanlık sarayını, devlet televizyonunu ele geçirdi; meşru hükümetin kilit üyelerini tutukladı her ne kadar başkan Amadou Toure kaçtıysa da.  Fransa’nın ABD ve İngiltere yardımıyla korumak uğruna savaştığı hükümet budur.

Bu savaş ne için?

Ekonomik gerileme yaşayan, derin bir sosyal, etnik ve siyasi bölünmeyle yarılmış olan Fransa’nın ulusal izzet-i nefsi krizi yaşıyor. Sosyalist hükümetin gelire el koyar gibi yüzde 75 vergilendirme programını dayatma teşebbüsü ve bu esnada halka kemer sıkma rejimi uygulaması hiç tutulmadı. Aşırı sol ve aşırı sağ kuvvetler hızla ilgi çekerken, “merkez” sol Francois Hollande yumuşak ve mütereddit imajlarını vahim halde yeniden cilalamaya muhtaç. Mali saldırısından sonra Hollande jöleli pasta üstüne karamel olarak anılmayacaktır.

Fransız emperyalizminin yenden ileri sürülmesinin “terörle” alıp vereceği hiçbir şey yok. Bu olguyla ne el Kaide ne de başka bir şey arasında uzaktan yakından bağlantı vardır. Fransa siyaseti ve uzun Fransız genişlemeciliği tarihiyle ilgilidir. Sömürgelerin büyük çalkantısından bu yana küçük ama nüfuzlu bir sömürgeci lobi mevcuttur; Fransa’nın özellikle de Kuzey Afrika’daki denizaşırı imparatorluğunun genişlemesi ve gelişmesi için sürekli kışkırtmaktadır. Bu ideologlar başlarda Kara Kıtanın mazlum ırkları üzerinde hayırhah bir nüfuz olarak Fransız medeniyetinin faziletlerine işaret ederek sömürgeleştirme programını aklileştirdiler. Kara cahil Afrikalılara zengin sosların faydalarını sunmanın  ve anlaşılmaz tafralar satmanın ilk şampiyonları aşikar ırkçılardı. Ruhbanların ateşli bir karşıtı olan Cumhuriyetçi politikacı Jules Ferry (Fransa’nın iki kez başbakanlığını yapmıştır) Meclis’te şöyle demişti: Baylar, daha yukarıdaki ve daha doğru bir düzlemden konuşmalıyım. Açıkça ifade edilmelidir ki üstün ırklar, aşağı ırklar üzerinde hak sahibidirler.” Ferry’nin iddia ettiği bu üstünlük onlara sadece bir hak vermiyor, kara Afrika’ya Fransız bayrağını çekme “görevini” de veriyordu. Comité de l’Afrique Française ve Union coloniale française gibi sömürgeciliği yayma cemiyetleri büyüdü ve sömürgeleri “geliştirmek” ve tesadüfen, Lyon, Marsilya ve diğer liman şehirlerindeki tacirleri zenginleştirmek adına devlet sübvansiyonu için lobi yaptı. Ticaret odaları, bu güçlü lobinin kilit bağlantısıydı.

Sömürgecilerin asimilasyoncu söylemi – Afrikalıların düzgün bir şekilde medenileştirilip model Fransız vatandaşları haline getirilmeleri fikri – çok geçmeden Fransa emperyalizminin “gelişimci” safhasına yol verdi; bu zaman zarfında medenileştirme misyonu, imparatorluğun ticari üstünlüklerinin yanında ikincil kaldı. Sömürgelerin mâli bakımdan pratik olmadığı, zarara dönüştüğü ortaya çıkana dek, doğru bağlantıları olan yerleşik tüccarlar büyük kazançlar elde ettiler.

Mali, Afrika’nın üçüncü büyük altın üreticisidir ve Tuareg’lerin geleneksel uğrak mekânlarının altında el değmemiş petrol kaynaklarının keşfi, Fransız akınının ardındaki ticari güdüler hakkında bize bazı fikirler vermelidir. Yeni Napolyonları güdüleyen sadece açgözlülük değildir: Fransızların Libya’dan Suriye’ye kadar şu veya bu krizde müdahale çağrısı yapanların ilki olduklarını, kendilerini ileri sürdüklerini ve şimdi de Mali’de başı çektiklerini not etmişsinizdir. Ulusçu çoşku patlaması, neredeyse batık bir şan-şeref müzesini yöneten Fransa siyasetçileri için çok elverişlidir. “Fransız medeniyetinin” mistik erdemlerinin âlemin alkışları arasında muzaffer olarak ortaya çıkması için savaştan başka dikkatleri üzücü bir kaderden başka yöne kaydırmanın daha iyi yolu nedir? Haberlere göre Amerika bu savaşa katılmaya gönülsüzdü fakat Fransızlar Washington’ın ihtiyatını ezip geçtiklerinden buna mecbur kaldı. Bir kez daha “geriden liderliğe” yani müttefikimizin ardında bıraktığı dağınıklığı toplamaya takılıp kaldık.

Salahiyetini halktan almamış yerel bir yönetimin – Mali hükümetinin – halkı üzerindeki zayıf iktidarını korumak adına “terör” korkusunu nasıl tezgâhlayabileceğinin mükemmel bir örneğini gördük. Soğuk Savaş sırasında Arjantin’den Vietnam’a kadar yerel zorbaların “komünizmle savaş” adına Batı müdahalesine kapı açmaları gibi 21’nci yüzyıl muadilleri de benzer bir modeli takip ediyor. Ne zaman öğreneceğiz?

Mali, Libya’dan daha gerçek bir ülke değildi; büyük çalkantı sırasında keyfi sınırlar çizmiş ve sonra yerli aşiretleri kendi aralarında savaşa terk etmiş Avrupa emperyalizminin yaratığıdır her ikisi de. Yeni emperyalistler dönüşlerini haklı kılmak adına “terörle” savaştıklarını iddia ediyorlar; ancak gerçekte savaştıkları, inkâr edilemez çöküşleridir. Buradaki tek kriz, Fransa’nın izzet-i nefis krizidir ve “çoktaraflılık” bizi ne idüğü ne kadar belirsiz olursa olsun her bir çatışmaya sürüklemektedir.

Kaynak: Antiwar

Dünya Bülteni için çeviren: M.Alpaslan Balcı

Dünya Bülteni / 18.01.13