"Has burjuva kimdir?” tartışmaları üzerinden çok zaman geçmedi. Orhan Pamuk’un belirsiz bir tanımlamayla “burjuvalardan nefret ettiğini” söylemesi, TÜSİAD’ın dergisinde ‘burjuvazi’yi tartışması ve MÜSİAD’tan diğerlerine patron örgütleri ve kamuoyunda tartışılan burjuvazi... Günlük dilde sermaye ya da patronlar sınıfı...
‘Anadolu Kaplanları’ ya da son tartışmalardaki biçimiyle ‘yeni’ ya da ‘has’ burjuvazinin önemli mekanlarından birisi Kayseri... Ki Kayseri kökenli sermaye sık sık ‘başarı’larıyla gündeme geliyor. Bu ‘başarı hikayeleri’nin arka planını, aynı ‘cemaat’in içindeki patron ve işçi ilişkisini Kayseri’de çalışma ilişkileri üzerine alan araştırması yürüten ODTÜ Araştırma Görevlisi İbrahim Gündoğdu ile konuşuyoruz.
Patronların ‘girişimcilik’ hikâyelerini sıkça duyuyoruz ancak işçiler bu süreçte neler yaşamaktalar, pek bilinmiyor... ‘Burjuvazi’ tartışması açısından önemli olsa gerek?
Bir örnek işçi hikâyesi sürecin öte yakasını özetliyor açıkçası. İsmini burada Ahmet diye anacağım işçi, şehrin önde gelen mobilya firmalarından birinde 15 yıl çalışmış birisi idi. 1990’lı yıllarda bir kaç hangardan oluşan fabrikada pazar günleri dahi akşam eve geç saatlerde gittiklerini, bu yıllarda bir işçinin iki işçi gibi çalıştığını anlattı. Daha sonraki yıllarda işçiler olarak sendika talebini dile getirmeye başladıklarında işverenin uzun süre karşı çıktığını, ancak huzursuzluk çıkmaya başlayınca 1999 yılında işverenin bir sendikayı fabrikaya çağırdığını ve üye olmak durumunda kaldıklarını söyledi. Bu ironik durumu yalın bir ifade ile şöyle dile getirmişti: “Patron ne ise sendika o idi; çok öne çıkarsan sendika bizzat seni işverene haber veriyordu.” Ahmet, 2001 krizi döneminde işten çıkarmama karşılığında ücretlerin dondurulması ve mesailerin daha sonra ödenmesi teklifini bizzat sendikanın kendilerine dayattığını da söylüyordu. Ayrıca, daha düşük ücretler içeren sözleşmeler altında çalıştırılmak için 2002 yılında eski işçiler olarak girdi-çıktı yapmaya zorlandıklarını ve sendikanın bu süreçte işverenle birlikte hareket ettiğini ifade etti. Ne var ki, aynı dönem içerisinde Ahmet’in çalıştığı yer OSB içerisinde ortalama bir fabrikadan onlarca hangara sahip, etrafındaki işletmelere fason işler veren büyük bir işletmeye dönüşüyor. Ana fabrikası Ahmet’in çalıştığı işletme olan şirket, 2003 yılından itibaren birçok sektörde faaliyet gösteren bir holding konumunda.
Bu ölçüde düşük ücret, fazla mesai, sendikasız ve hatta sigortasız çalışmanın söz konusu olduğu bir sanayileşme aynı zamanda işçilerin yaygın itirazlarına yol açmaz mı? Bu açıdan baktığınızda, işçilerin tepkileri nasıl gelişiyor?
Evet, bu koşullarda sınıfsal gerilimlerin ve çatışmaların ortaya çıkması kaçınılmazdır. Bununla birlikte, sermayedarlar aynı zamanda bu sınıfsal ayrışmaları aile, din, etnik kimlik, hemşehrilik, hatta vatan-millet gibi ortaklaştırıcı unsurlar üzerinden soğurmaya, üstünü örtmeye çalışırlar. Bu bağlamda, Kayseri’de işverenlerin dinsel motifler başta olmak üzere sözünü ettiğim ortaklaştırıcı öğelere sıklıkla başvurdukları biliniyor. Örneğin fabrikaya imam çağırıp sendika isteyen işçilere sabırlı ve uyumlu olmaları yönünde vaaz verildiği ya da sert fabrika yönetimlerine rağmen özellikle Cuma namazlarında mütevazı tavırlar içinde davranıldığı işçiler tarafından dile getirildi. Veyahut Ramazan ayında gıda yardımı yapmak, ihtiyacı olan işçilere içerden bir iki maaş faizsiz avans vermek ya da evlilik durumunda fabrikada üretilen ürünlerden oluşan hediye paketi (mobilya takımı ya da fırın-ocak) vermek Kayseri’de emek-sermaye ilişkisinin toplumsal kuralı haline gelmiş durumda. Bu ve benzeri ortaklaştırıcı pratiklerin Kayseri’deki işçiler üzerinde yadsınamaz etkileri olduğu söylenebilir.
Örneğin, Kayseri’nin en büyük mobilya fabrikasında çalışan bir işçi günde 11 saat çalışmaktan, düşük ücretlerden ve sendikanın tutumundan rahatsızlığını açıklıkla dile getirdiği görüşmemizde, aynı zamanda işverenin Cuma namazlarında işçilerin arasından geçerek herkesle birlikte namaz kılmasını “ne yalan söyleyeyim kendini o an için aynı seviyede görüyorsun” diyerek motive edici bulduğunu da ifade etmişti.
Dinsel pratiklerin işçiler üzerinde bir tür tevekkül durumu yarattığını mı söylüyorsunuz?
SÖMÜRÜYE İTİRAZ HEYECANI
İşçilerin fabrikaların ötesinde mahalle ve şehir hayatlarındaki, aynı dini paylaştığı patronlar karşısında tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Fabrikanın ötesindeki yaşam aslında sınıf ilişkilerinin içerisinde, işçilerin itirazlarını, kabullenişlerini ya da tevekkül hallerini etkiliyor. Bununla birlikte işçileri sınıfsal itirazlar geliştirmeye zorlayabiliyor: Kayseri’de hızlı büyüme kentsel yaşamı daha pahalı kılmakta, aynı zamanda orta ölçekli kentsel ilişkileri ortadan kaldırmakta, yerine sınıfsal ayrışmaların ifade bulduğu büyük şehir mekansallıklarını gündeme getirmekte. Bu nedenle, örneğin, Kayseri’de hakim olan asgari ücret rejimine karşı işçiler nezdinde yaygın bir itiraz gelişiyor. Ayrıca, bu koşullar altında bir tür ayakta kalma stratejisi olarak emekçi ailelerde eşlerin (kadınların) sanayide giderek daha fazla oranda işçi olarak çalıştığını anlıyorum. Üstelik çok daha zor koşullar ve erkek egemen fabrika disiplini altında. Kayseri’de yerleşik şehir ve aile hayatı ciddi değişiklikler yaşıyor ve bunlar üretim sürecinde süregelen sınıf ilişkileriyle çatışmalı bir durum yaratmakta.
Öyleyse, önümüzdeki dönemde Kayseri’de işçi sınıfının daha fazla görünür olacağını söyleyebilir miyiz?
En azından temel eğilimlerin bu doğrultuda gelişmeleri işaret ettiğini söyleyebiliriz rahatlıkla. Şurası açık ki, Anadolu kaplanları veyahut hakiki burjuvazi üzerinden anlatılan büyüme hikâyelerinin gerisinde, ortak dini ve kültürel değerlerin kullanmaktan, kayıt dışı ve sağlıksız koşullarda çalıştırmaya, sendikasızlaştırma oyunlarından sarı sendikacılığa varan emekçileri denetlemeye yönelik bir dizi uygulama bulunuyor. Buna karşın işçiler arasında bir tür ortak çıkar birliği hissi de güçleniyor. Öte yandan giderek daha fazla teknoloji-yoğun yatırımların gündeme geliyor, dolayısıyla emek-yoğun nitelikte üretimin hakim olduğu sanayinin ciddi bir işçi-fazlası sorunu ortaya çıkaracağını ve sınıfsal gerilimlerin daha açıktan yaşanacağı söylemek mümkün. Bu süreçte Kayseri işçi sınıfının başta deneyimsizlik olmak üzere ciddi handikaplarla birlikte, yoğun ve yaygın sömürü koşullarına karşısında itiraz etme heyecanı ve hızla büyüme olanağını da beraberinde getirdiğini söyleyebilirim.
PATRONUN MÜSLÜMAN OLANI
“Abdestli kapitalistler” olarak anılan patronlara karşı dinsel referanslarla yüklü bir sınıfsal itiraz mı söz konusu?
Bir zamanların küçük imalathane sahibi Müslüman işverenlerinin bir bölümünün “abdestli kapitalistlere” dönüştüğü açık bir gerçek. Bu süreçte, siyasal İslam’ın liberal-bireyci piyasa ilişkilerine karşı dillendirdiği “homo İslamicus” ütopyası ile toplumsal-sınıfsal gerçeklik arasındaki makas kapatılamaz ölçüde açtı. Bu yarılmadan dolayı dini temelde itirazların sınıfsal bir karşılığı da oluştu açıkçası. İşverenine karşı “gerçek Müslüman” değil derken işçi aslında bu mesafeyi ifade ediyor. Bununla birlikte, bu tür bir itirazın daha geniş bir sınıfsal yaklaşım içerisinde taşıdığı sınırları aşabileceğini düşünüyorum. Bunu sadece kitabi-İslam’ın toplumsal ütopyasının, eşitlikçi olmaktan daha çok, sosyal adalet perspektifiyle sınırlı olmasından dolayı söylemiyorum. Aynı zamanda bilfiil yaşanan Müslümanlık diyebileceğimiz şeyin insan ilişkilerinde daha temel olduğunu ve bunun da tarihsel-toplumsal ilişkiler içerisinde biçimlendiği gerçeğinden hareketle ileri sürüyorum. Dolayısıyla, son zamanlarda kolaycılığa kaçan bir biçimde sol içerisinde dillendirilen ilahi bir itirazın yerine toplumsal ihtiyaçları esas alan bir itirazın gerekli olduğunu düşünüyorum. Kayseri’de görüşme yaptığım 40 civarında işçinin hepsi, “Benim hakkımı verdiği ve inancıma karışmadığı sürece işverenin Müslüman olup olmaması beni ilgilendirmez” derken, aslında benzer bir yöne işaret ettiklerini düşünüyorum. Yakup Aslandoğan - Ümit Kartal Evrensel / 08.02.13