Sömürü üzerine kurulu emperyalist-kapitalist sistem sürekli şiddet üretiyor. Bu şiddetin en yoğunlaştırılmış hali ise savaşlardır.
İnsanlık tarihinde 15 bin savaşa tanıklık edildiği tahmin ediliyor. Bu savaşlar yaklaşık 4,5 milyar insanın hayatına, doğanın tahribatına sebep olmuştur. Son yüzyılda yaşanan iki büyük emperyalist dünya savaşı dışında pek çok bölgesel savaşta da on milyonlarca insan öldürülmüştür. II. Emperyalist Dünya Savaşı’nda toplamda 52 milyon insan öldürüldü, 34 milyon insan ise sakat kaldı.
Günümüzde de emperyalist/kapitalist sistem saldırganlık ve savaş politikalarını en barbar yöntemlerle sürdürmektedir. Afganistan, Irak, Libya, Suriye ve Yemen gibi ülkeler savaş ve iç savaşla harabeye çevrildi. Ukrayna’da savaş üç yılını doldurmak üzereyken Siyonist İsrail Filistin’de sistematik işgal ve soykırım saldırısını artırıyor. İsrail’in Gazze'de devam eden soykırım savaşında öldürülen 50 binden fazla kişinin %70’i çocuk ve kadınlardan oluşuyor. 13 ayda Gazze’de öldürülen kadınların sayısının ise, son 4 yılda yapılan tüm savaş ve katliamlarda hayatını kaybedenlerin 4 katına ulaştığı belirtiliyor. Öte yandan Birleşmiş Milletler, İsrail'in saldırdığı Lübnan'da 1,4 milyon kişinin yerinden edildiğini açıkladı. Saldırılarda öldürülenlerin sayısı 3 bin 287'ye yükseldi.
Kısacası dünya Ortadoğu’dan Afrika’ya, Karadeniz’den Doğu Balkanlar ve Asya-Pasifik bölgelerine dek emperyalist savaş ve saldırganlığın etkisiyle büyük bir tehdit altında bulunuyor.
Emperyalist savaş ve saldırganlık politikaları sadece ölüm getirmiyor; toplumsal yıkım, açlık, sefalet, yoksulluk, işsizlik, hastalık, kadın ve çocukların tecavüze uğraması, fahişeliğe zorlanması gibi pek çok kötülüğü de alabildiğine yaygınlaştırıyor.
Savaş öncesi ve sonrası süreçten en fazla etkilenenler ise kadınlar ve çocuklar oluyor. Savaşın yıkıma uğrattığı bölgelerde tecavüz sıklıkla kullanılan bir kirli savaş politikasıdır. Geçmişten bugüne tarihte yaşanan savaşlara bakıldığında işgalci güçler kadın bedeni üzerinden de egemenliklerini göstermek istemişlerdir. Kadın bedeni işgal edilen toprakla özdeşleştirilmektedir. Geleneksel ataerkil anlayış gereği kadın bedeni “namus simgesi” olarak kodlandığı için bu “ele geçirme” sembolik bir silah olarak da kullanılmaktadır.
Savaş ve çatışmalarda kadınların maruz kaldığı bu cinsel şiddet, sonrası süreçte de devam etmektedir. Kadınlar istenmeyen hamilelik, cinsel yolla bulaşan hastalıklar ve toplumdan dışlanma gibi ciddi sorunlarla yüz yüze kalıyor.
Savaşın sonuçlarından biri olarak yaşanan göçlerden de en çok kadınlar ve çocuklar zarar görmektedir.
Dünyada her 150 kişiden birinin, yaklaşık 40 milyon insanın, savaşlar nedeniyle göçe zorlandığı belirtilmektedir. Göçmenlerin %80’ini kadınlar ve çocuklar oluşturuyor. Kadınlar ve çocuklar gerek göç sırasında gerekse yerleştirildikleri mülteci kamplarında cinsel şiddete maruz kalmaktadır.
Cinsel saldırılarla birlikte daha pek çok sorunu kadınlar derinden hissediyor. Hayatın her alanında savaşların neden olduğu yıkımlar kadınlara daha fazla sorun getiriyor. Eğitime, sağlığa ve alt yapı hizmetlerine ulaşımın zorlaşmasıyla eziyete dönen yaşamlar, artan işsizlik ve yoksulluk kadınları çok yönlü etkiliyor.
Savaşa ve saldırganlığa karşı direniş!
Her ne kadar emperyalist kapitalist sistem sürekli savaş ve saldırganlık üretse de tıpkı bugünlerde Filistin, Lübnan ve Yemen’de olduğu gibi buna karşı halkların direnişi de gelişiyor. Savaş kadınları çok yönlü yıkıma uğratsa da onlar direniş ve mücadeleleriyle savaş ve saldırganlık politikalarına karşı sesini yükseltiyor. Savaş ve saldırganlığın mağduru olan kadınların mücadelenin öznesi olduğunu da tarihten öğreniyoruz. 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü’nün sembolü olan Mirabel Kardeşler gibi, geçmişten bugüne farklı coğrafyalardaki kadınlar mağdur olmak yerine direnişi seçmeye devam ediyor.