Kürtlerin kimlik sorunu, kültürel hakları, yönetime katılma talepleriyle ilgili asgari programı karşılamak, bilinçli biçimde çarpıtılarak, belli bir kesime, belli bir coğrafyada ayrıcalıklar tanımak, bir tür “taviz”, hatta “teröre taviz” olarak kamuoyuna sunuldu, sunuluyor. Mesele, “taviz”e indirgendiğinde, bunu göze alanın bir “bedel”i de göze aldığından, alacağından da dem vuruluyor tabii. RTE’nin (yalandan kim ölmüş!) neye mal olursa olsun sorunu çözeceğini üfürmesi de bu bakışın devamı. Oysa sorun, bir “taviz”, bir ayrıcalık tanıma, ‘bölme-böldürme’ değil, ülke bütünlüğü içinde, barış içinde, kimliklere saygı çerçevesinde birlikte yaşama, bir topyekûn demokratikleşme sorunudur. Sorun Kürt’ü,Türk’ü, Lazı, Arap’ı, Çerkezi ...her kimliğe, çokkültürlülüğe, çok renkliliğe saygının gereğini yapma sorumluluğudur. Kürt düğümünü çözmek bir “lütuf” değil, bir sorumluluktur.
AKP ile sınıfsal çelişki
Kürt sorununu, Türkiye genelinin bir demokratikleşme sorunu olarak almayan zihniyet, elbette ki demokrasiyle sorunu olan zihniyettir öncelikle. AKP’nin, neden az gidip uz gidip bir arpa boyu yol alamadığı da demokrasi algısıyla ilgilidir. Başkanlık sistemini, diktatörlük düzeninin son basamağı olarak gören AKP rejimi için Kürt hareketinin talepleri, hazmı kolay talepler değildir. Her gün biraz daha merkezileştirilen yetkileri yerelle paylaşmak, İstanbul merkezli mali kaynağı da güdükleşmiş yerelle paylaşmak demektir ki neoliberal zihniyetin kabul edeceği şey değildir bu. Yerelde demokrasi demek, merkezi bütçenin azgelişmiş bölgeler lehine daha adil bölüşümünü istemek, yerelde politika üretmek demektir ki bu, büyük sermayenin ve iktidarı AKP’nin kimyasına uymaz. PKK, son tahlilde bir Kürt burjuva hareketi değil, yoksul Kürt proleterinin, topraksız Kürt köylüsünün hareketidir. Taleplerin kimlikle sınırlanmayıp sınıfsal bir muhteva kazanması kaçınılmazdır.
Anadilin özgürleşmesi kadar, iş-aş meselesinin çözümünü de kapsamak zorundadır program. “Kürtlüğüm tanınmış, ama işim yok, ekmeğim yok” demez mi yoksul kitleler? Gerçek çözüm, beraberinde, en çok ezilen Kürt işçi sınıfına örgütlenme, iş güvencesi, daha adil bölüşüm, sosyal devlet, yoksul, topraksız köylüye toprak dağıtımı demektir ki bunlar, sermayenin, büyük toprak sahiplerinin hazmedeceği şeyler değildir. AKP ile işte bundan dolayı olmaz, yol alınamaz…
Sol, ille sol...
Böyle bakınca, Kürt sorununun gerçek çözümü, demokrasiyi dert edinen, eşitsizliklere karşı, adil bölüşümden yana tüm kimliklerden sol, sosyal demokratlarla daha mümkündür. CHP, bugünkü bileşimi ve Kürt sorununu algılama biçimiyle AKP’nin yapamayacağını yapabilecek durumda mıdır? Henüz değil. CHP’de, parti yönetiminin hiç olmasa, Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu ile aynı frekans boyuna gelmesiyle bu soruya olumlu yanıt vermek mümkün olabilecek. CHP’nin “çözüm ortağı” durumuna gelmesi için daha çok emek odaklı, demokratikleşmeyle Kürtlerin özgürlük mücadelelerinin iç içe bir süreç olduğunu görecek duruma gelmesi gerekiyor.
AKP ve CHP seçeneklerinden geriye, sosyalist solun Kürt siyasetiyle birleşik muhalefeti seçeneği kalıyor. Aslında, böyle bir etkili bütünleşme, sadece Kürt sorununa çözüm değil, Türkiye’nin bütün sosyal, siyasal, ekonomik açmazlarına yeni ufuklar açabilecek, çürümüş, adaletsiz, köhne yapıları tersyüz edip yeni bir Türkiye kurmanın muazzam dinamizmini harekete geçirecek potansiyel demek. Böyle bir güçlü bütünleşme, toplumu değiştirecek cesareti ve özgüveni tüm kesimlere taşıyabilir, aynı zamanda CHP yelkenlerine de müthiş bir değişim rüzgârı taşır.
Ne yazık ki hem Türkiye solunun hem de Kürt siyasetinin içinde bu potansiyeli görememe, ütopyaları küçümseme, büyük hedefleri göze alamama zafiyeti, güvensizlik var. Hem Türkiye solunun hem de Kürt siyasetinin kendini “iç AKP’lilerden”, milliyetçi-muhafazakâr, liberal, sermaye kuyrukçusu çapaklardan arındırması, emeğin programına daha yakın yapılandırması gerekiyor.
Programına, pratiğine ve söylemine biraz daha “bir arada yaşama”, ülke bütünlüğünde emek siyasetinin mücadelesini yapma vurgusu yapacak Kürt siyaseti, Karadeniz’in hırçın dalgalarını karşısında değil, bütün haşmetiyle arkasında bulur. Hem öyle bulur ki artık gittiği her yere Enver Gökçe’nin dizelerini önden gönderir:
Açık ve Türkiyeli avuçlarımı/Sıcak sakladım/Buz tutmuş/Eller içindi,/Şimdi sargısız, merhemsiz, çaresiz geliyorum/Şarapnel yarası kollar!/Şimdi uzaklardan teklifsiz ve senin için geliyorum.
Cumhuriyet / 22.02.13