Kavgası ve kararlılığı yolumuza ışık tutuyor...

  • Arşiv
  • |
  • Makaleler/Yazarlar
  • |
  • 13 Aralık 2010
  • 09:04

Erdal Eren mücadelemizde yaşıyor!

"Bugün devrimcileri ve onların bir parçası olan beni aldığınız emirlere uygun olarak yargılayabilir ve ölüm cezası verebilirsiniz. Fakat bu ilelebet sürmeyecektir. Bir gün mutlaka sizin yerinizde halkımız olacak, sizi ve koruduğunuz düzeni yargılayacak ve doğru kararı verecektir." Erdal Eren

(…) 12 Aralık 1980... Gece daha sabaha varmamıştı. Varacaktı... Ankara'da soğuk bir kış gecesi. Bahara daha vardı, ama dalların tomurcuklandığı, umudun filiz attığı bahar günleri gelecekti. O gecenin karanlığında bir cevahir yürekliyi daha aldılar aramızdan. Bir yıldız daha. kaydı gözlerimizin önünden. Ankara'da, o soğuk bozkırın ortasında, kestiler önünü engin denizlere coşkuyla akan bir ırmağın. O kışın soğuğunda kırdılar bir dalını daha bahara çiçeklenecek olan fidanımızın.

Hain bir pusu gibi gecenin karanlığına kurulmuş darağacı. Ve damgacının karşısına çıkmış 17 yaşında bir yiğit. Şairin mısralarında anlattığı sanki oydu: "o çocuk yumruklu dev, o dev yumruklu çocuk". Gencecik yaşında kavganın alevli rüzgarının içinden geçip gelmişti buralara. Askeri cezaevinin işkencehanelerinden, sorgulardan... Gelmişti darağacınm karşısına. Gözlerinde korkuyu görmek isteyenler boşuna bakıyorlardı ona. Ailesine yazdığı mektupta da söylemişti: "... çok açıklıkla söylüyorum ki, benim moralim iyi ve ölümden de korkum yok. Çok büyük bir ihtimalle bu işin ölümle sonuçlanacağını çok iyi biliyordum. Buna rağmen korkuya, yılgınlığa rağmen mücadeleye katıldığım için onur duyuyorum. Böyle düşünmem, böyle davranmam, halka ve devrime olan inancımdan gelmektedir."

Yürüdü inançlı yüreğiyle. Yürüdü devrimci bilinci, faşizme karşı sıkılı yumrukları, kararlı adımlarıyla. O yürek, o bilinç, yumruk.... Erdal Eren, haykırdı 13 Aralık 1980 sabahı, sehpanın üzerinde: "Faşizme ölüm, halka hürriyet!"

Hain bir pusuda şehit düşen Sinan Suner

Sinan Suner, ODTÜ öğrencisi genç bir devrimciydi. 30 Ocak 1980 gecesi Ankara-Hoşdere'de yazılama yapmaktaydı. Sinan umudu yazıyordu duvarlara. Duvarlara, esaret altındaki milyonlarca işçi-emekçinin özlemini yazıyor, kurtuluşu, geleceği müjdeliyordu. Elbette ertesi gün bu yazıları okuyacak olan işçileri, gençleri düşünüyordu. Ne var ki gecenin karanlığına saklanmıştı eli kanlı katiller. Sinan'a pusu kurdular. Herşeyden habersiz yazılama yapan Sinan'ı yakaladı ilk kurşun, sonra ikincisi, sonra üçüncüsü... Olduğu

yere yığıldı Sinan. Ama katillere yetmedi bu. Gözleri kana doymuyordu. Sinan, o soğuk sokaklarda saatlerce dolaştırıldı.

Kan oluk oluk akıyordu... Ölmesini bekliyorlardı. Zamanla boşaldı damarlarında kan. Onu hastanenin kapısına bıraktıklarında Sinan çoktan ölmüştü. Ve zabıtlara geçti "... hastaneye getirilen ... kan kaybından..."

En genç ve yiğitlerimizden birini daha almışlardı içimizden. Kalleş bir pusuda, gözü dönmüş katillerin elinde can verdi Sinan. Ama bu iş burada bitmeyecekti. Ankara'da tek tek kapılar dolaşıldı. Duyan evinden çıkıyor bir başka kapıya koşuyordu. Ankara'da GKB'liler ayaktaydı. Dilden dile çoğalıyordu isyan "Sinan yoldaş yaşıyor!"

2 Şubat akşamı yoldaşları Sinan'ın şehit düştüğü yerdeydi. Katillerin kulaklarını sağır ediyordu bu haykırış: "Devrim şehitleri ölümsüzdür!"

Sinan Suner'in katlini protesto eden genç komünistler sokaklardaydı. Erdal Eren, o akşam oraya toplanan Sinanlar'dan yalnızca birisiydi. Erdal, meslek lisesi 2. sınıf öğrencisiydi. Bir akşam yoldaşları kapıyı çalmışlardı. Erdal, dışarı çıkıp onlarla bir şeyler konuşmuş, sonra dönüp babasından harçlık almış, "Ben dönerim anne" deyip çıkmıştı. Ama dönmedi. Evdekiler, kapıyı bir daha açtıklarında karşılarında silahlı polisler vardı. Erdal'ın odasına girdiler. Herşeyi darmadağın ettiler. Meslek liseli Erdal'ın mürekkepleri, plastik matbaası... Herşeyi dağıttılar. Ve birkaç kitap alıp gittiler.

2 Şubat günü gerçekleşen eyleme jandarma müdahale etmişti. Gençler bir sokak arasına çekildiler. Bu arada ateş edilmeye başlanmıştı. Erdal çıkardı silahını ve havaya iki el ateş etti. Düşmanı duraklatmak, yoldaşları güvenceye almaktı amacı. Ve madem ki silah belde taşınır, o zaman yeri geldiğinde kullanılacaktı. Bu sırada bir er yığıldı yere. Eylemden gözaltına alınanlar oldu. Erdal da onların arasındaydı. Ve bir senaryo uygulanmaya kondu bu andan sonra. Tam bu dönemde açıklama yapan Genelkurmay Başkanı Kenan Evren'in sözlerinde şekillenen bir senaryo: "Ne zamandır adam asılmıyor bu memlekette. Kanunların caydırıcılığı kalmadı. İdam cezası derhal yeniden uygulanmaya konmalıdır."

1980'de bir Drefyus davası

O zamana kadar hiç görülmedik bir yargılama başladı. Erdal'ın da dediği gibi bu bir yargılama değil, yukarıdan gelen emirlerin uygulanmasıydı. Sözde bir mahkeme 2 ayda karar verdi idama. Ne garip bir ülkeydi burası. Faşist katiller kendi itiraf ettikleri cinayetlerden senelerce yargılanıp ceza almadan yurtdışına "kaçıyorlardı" ama aynı ülkede hiçbir delil olmadan iki ayda 17 yaşındaki bir gencin idamına karar veriliyordu. Avukat Nihat Toktay itiraz etti. Maktulun ölümüne sebep olan mermi çekirdeği incelenmeli, bu mermi Erdal'ın silahından mı çıktı? Mahkeme karar verdi: gerek yok! Maktulun yarasındaki yanıklar incelenmeli, yakın atış mı yoksa 11 metre uzaktaki Erdal'ın yapabileceği uzak atış mı? Mahkeme karar verdi: gerek yok! Olay yerinde inceleme ve tatbikat yapılmalı. Nasıl olur da çatışma içindeki bir jandarma sırtından vurulur? Mahkeme: gerek yok. Erdal'ın yaşı 17'dir. Hayır karar verildi, 19'dur, incelemeye gerek yok: Aslında itirazlara da gerek yoktu, nasıl olsa bu mahkemenin karan önden verilmişti!

Darağacında edilen kavga yemini

Erdal yaşananların bilincindeydi, oynanan senaryonun sonunun ne olacağı önceden belirlenmişti. En iyi kendi sözleri anlatıyor yaşananları ve bu genç devrimcinin bilincini. "Bugün devrimcileri ve onların bir parçası olan beni aldığınız emirlere uygun olarak yargılayabilir ve ölüm cezası verebilirsiniz. Fakat bu ilelebet sürmeyecektir. Bir gün mutlaka sizin yerinizde halkımız olacak, sizi ve koruduğunuz düzen: yargılayacak ve doğru karan verecektir."

12 Aralık'ı 13'e bağlayan gece. Aynı bilinçle Erdal, bir an bile duraksamaksızın, uzattı boynunu yağlı urgana. O yürek, o bilinç, yumruk.... Haykırdı sehpanın üzerinden, haykırdı faşizmin duvarlarında yankılanan ve yankılandıkça kabaran sesiyle: "Faşizme ölüm, halka hürriyet!"

Erdal ilk değildi, son olmadı. O koca bir tarihe ve tüm dünyaya ulaşan bir kavganın genç neferiydi. Erdal'ın ölümünden bir gün sonra bir yoldaşı daha, Ercan Koca katledildi. "Erdal Eren'in hesabını faşist cuntadan soralım!" yazılı bir pankart asmıştı yine 17 yaşındaki Ercan. Üsteğmen Yaşar Kunduk ve emrindeki katiller yakaladı. İndir bunu dediler. İndirmedi. Dövdüler. İndir dediler indirmedi. Dövdüler. Yumruklar, tekmeler, dipçikler... Genç Ercan dövülerek öldürüldü ve zabıtlara "... yerlerin buzlu olması sebebiyle bir kaç defa düştü ve düşme sonucunda beyin kanamasına maruz kaldı..." diye geçildi. Artık göstermelik yargılamalara, pusulara da ihtiyaç duymuyorlardı.

Erdal Eren yaşıyor!

"Partimizin kuruluşu, onyıllardır bu topraklarda devrim ve sosyalizm davası uğruna kavga vermiş, emek harcamış, acı çekmiş, büyük yiğitlik örnekleri sergilemiş dünün ve bugünün devrimci kuşaklarının yarattığı birikimin güvenceye alınmasıdır... Partimiz bu mirası kararlılıkla savunmakta, kendisini onun bugünkü temsilcisi ve yarınlara taşıyıcısı saymaktadır." (TKIP Kuruluş Bildirisi'nden...)

Sinan, Erdal, Ercan, bize bu ülke topraklarında devrim ve sosyalizm davası için harcanan emeği, ödenen bedeli, gösterilen yiğitliği hatırlatıyorlar. Özellikle biz genç komünistler için taşıdıkları önem büyüktür. Onlar tarihimizin, mücadelemizin bir kesiti, kavgamızın özlü bir anlatımıdırlar. Onların devrimci duruşlanyla taşıdıkları önem büyüktür. Onlar tarihimizin, mücadelemizin bir kesiti, kavgamızın özlü bir anlatımıdırlar. Onların devrimci duruşlanyla taşıdıkları önem kadar bir diğer nokta daha vurgulanmalıdır. Bugün bu devrimci mirasın gerçek taşıyıcıları komünist işçi partisinin saflarında yeni Ekimler için mücadele eden genç komünistlerdir.

Çok zorlu uzun soluklu bir mücadele yürütüyor, ağır bir yükü omuzluyoruz. Bu mücadelenin tarihi onun için ödenmiş ağır bedeller, değerlerle doludur. Ve bugün bu mücadele devam etmektedir. Bu bayrak tüm zorluklara rağmen yükselmektedir. Ve bugün bu değerlerin savunusu düzenin icazet alanı içinde çürüyenlere değil, devrimcilerle, öncesinde devrim davasıyla yollarını en net çizgilerle ayıranlara değil, devrimci kitle eylemliliğine katılmaya politik ufukları ve kararlılıkları yetmeyenlere değil, devrim için savaşan genç komünistlere düşmektedir. Ve bu değerlerin savunusu devrimciliği kendinden menkul görenlere, kitlelere kapanıp kendi motivasyonuyla günü kurtaranlara değil, devrimcilere ölçüsüzce saldırarak kendini gerekçelendirme dar hesaplarında olanlara değil, gençlik kitlesi içinde devrimin ve sosyalizmin bayrağını yükseltmeye çalışan genç komünistlere düşer.

Öyleyse, hep birlikte tüm gücümüzle bir kez daha haykıralım:

Erdal Eren yaşıyor, genç komünistler savaşıyor!

(Ekim Gençliği'nin Aralık 2005 tarihli 89. sayısından alınmıştır...)