Kalkan: 2013'te bölgesel mücadele tırmanacak - ANF

  • Arşiv
  • |
  • Kürt Sorunu / Azınlıklar
  • |
  • 24 Aralık 2012
  • 10:21

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Duran Kalkan, 2013 yılında bölgesel düzeyde askeri ve siyasi mücadelenin tırmanacağını belirterek, “Bu herkesi içine alacak ve etkileyecek. Daha karmaşık, derinlikli ve kapsamlı bir siyasi-askeri mücadele yaşanacak” dedi. Kalkan, Kuzey Kürdistan’da 2012 yılında ‘devrimci Operasyonları’nın gerilla düzeyinde kaldığını kaydederek ekledi: “2013’te öyle olmayacak. İdeolojik, siyasi, askeri bütün alanlarda topyekun bir devrimci hamleyi ifade edecek ve sonuç alacağız.”

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Duran Kalkan, Kürdistan, Türkiye ve Ortadoğu’da yaşanacak gelişmeler ile ilgili ANF’ye yaptığı değerlendirmenin ikinci bölümünü yayınlıyoruz. “2013 yılında bölgesel düzeyde askeri ve siyasi mücadelenin büyük bir tırmanma yaşayacağı tartışmasızdır” diyen Duran Kalkan gelişmelerin herkesi içine alarak etkileyeceğini belirtti: “Daha karmaşık, derinlikli ve kapsamlı bir siyasi-askeri mücadele yaşanacak. Herkes bunu bilmeli, buna hazırlıklı olmalı.”

Duran Kalkan Suriye üzerindeki mücadelenin de “Daha derin ve kapsamlı olacağını” kaydederek, “2012 yılındaki örtülü dış müdahale ve düşük yoğunluklu çatışma durumu bir biçimde aşılacaktır” dedi.

Kuzey Kürdistan’da 2012 yılında geliştirdikleri ‘devrimci operasyonlar’ın gerilla düzeyinde kaldığına dikkat çeken Kalkan, 2013’te öyle olmayacağını belirtti: “İdeolojik, siyasi, askeri bütün alanlarda topyekun bir devrimci hamleyi ifade edecek ve sonuç alacağız. Parça parça demokratik özerklik çözümünü gerçekleştirecek, ikili yönetimi Kürdistan'da her yerde geliştirecek bir sonuca ulaşmayı özgürlük devrimini Kuzey Kürdistan'da ilerletmeyi hedefleyeceğiz.”

2012 yılı aynı zamanda AKP’nin iktidardaki 10. yılı idi. Bu yıl Hükümetin Kürtlere, demokratik çevrelere, toplumun tüm muhalif kesimlerine saldırılarını yoğunlaştırdığı bir yıl oldu. AKP kongresinde 2023 hedefi konuldu ancak, AKP ve ‘tek adam’ politikası izleyen Erdoğan’ı 2013’te neler bekliyor?

AKP gerçeğinin gerçekten çok bilinmesi ve anlaşılması gerekiyor. İktidarının onuncu yılında bu gerçeklik daha net bir biçimde açığa çıkmış durumda. Başlangıçtaki çıkış noktası AKP'yi tanımak açısından birçok çevre için gerçekten de yanıltıcı oldu. İşte İslami akımdan geliyor, milli görüşçü vb. şeyler denerek Necmettin Erbakan çizgisinin şu veya bu biçimde devam ettirileceği sanıldı. Oysaki bu yaklaşım doğru değildi. AKP Necmettin Erbakan’ın öncülük ettiği hareketi inkar ederek ortaya çıkan bir akım oldu. Dolayısıyla onun içinden çıkmış olsa da onun politikalarına tümüyle ters bir politik yapılanmayı ifade etti. Bu gerçeklik süreç ilerledikçe adım adım ortaya çıktı. Şimdi iktidarının 11.yılına girmiş durumda.

AKP'ye bakıldığında İslami akımla Necmettin Erbakan önderliğindeki siyasi İslam mücadelesiyle herhangi bir alakası olmayan bambaşka bir varlık karşımızda. Bu varlık gerçekten de ittihat ve terakki çizgisini en çok temsil eden varlık. CHP İsmet İnönü’sünün çizgisini en çok pratikleştiren varlık. Demirel Çizgisini en çok uygulayan varlık. Bir de rakipsizlik, on yıl iktidarda kalma, yüzde elli oy alma gibi sonuçlar temelinde gerçekten de kendini kaybetmiş, oldukça çok abartan, bukalemun gibi her türlü renge girebilen, demagojisi kuvvetli bir varlık. Mevcut varlığın ne kadar bir parti olup olmadığı da belli değil; Tayyip Erdoğan diktatörlüğü haline gelmiş durumda. Tek millet, tek devlet, tek dil, tek bayrak şimdi tek kişi, tek adam noktasına ulaşmış durumda. Böylece gerçekten de içte rakipsizlik, dışta küresel kapitalist sistem açısından alternatifsizliği iyi kullanarak ve her türlü işbirlikçi politikayı sahiplenen demagojiyle bunu topluma farklı göstererek işini yürütebiliyor. Halkı ve kamuoyunu aldatabiliyor.

‘BU DEVLETE CUMHURİYET Mİ İMPARATORLUK MU DEMEK LAZIM BELLİ DEĞİL’

Bu temelde AKP yeni bir devlet kuruluşçuluğunu ifade ediyor. Artık bu devlete cumhuriyet mi demek lazım, imparatorluk mu demek gerekli onu bilemeyiz, ama AKP'ninki bir parti iktidarı olmaktan çok öteye yeni bir kuruculuk olduğu tartışmasızdır. Bilindiği gibi bir kuruculuk ittihat ve terakki kuruculuğuydu; bir kuruculuk CHP kuruculuğuydu, bir kuruculuk 12 Eylül’le somutlaşan darbe kuruculuğuydu. Şimdi AKP de yeni devlet kuruculuğu misyonunu yürütüyor. Eğer yeni bir anayasa da yapabilirse tamamen böyle bir hükümranlık ortaya çıkacaktır. Ortada AKP iktidarı değil, AKP devleti olacak. AKP devleti yönetmeye, iktidar olmaya değil, yeni bir devlet kurmaya çalışıyor. Başta bunu kimse görmedi, anlamadı. Gerçekten de sinsi bir biçimde adım adım bu yürüyüşü Tayyip Erdoğan ve arkadaşları gerçekleştirdi. Başlangıçta çok zayıftı. İktidarda ne kadar kalıp kalamayacağı belli değildi. Fakat PKK'yi, Kürt Özgürlük Hareketi'ni tasfiye etme görevini üstlenme karşılığında küresel sistemle ve derin devletle anlaşarak iktidarda kalmayı başardı. Adım adım da bu iktidarını güçlendirip yeni bir devlet kuruculuğu düzeyine bir ölçüde ulaştı. 2023 hedefi aslında bunu ifade ediyor, tanımlıyor. Dikkat edilirse AKP gelip geçici bir iktidar olarak kendisine bakmıyor; artık yeni bir devlet, devletin bütünlüklü bir sahibi olarak öngörüyor ve herkesi bu temelde kendisine katılmaya, biat etmeye, kendi sistemi içinde yer almaya çağırıyor. Böyle olmayan, buna karşı duran, farklılık arz edenlerin üzerine de her türlü yöntemle gidiyor. Ekonomik baskı yöntemi uyguluyor, sosyal baskı yöntemi uyguluyor, şiddet uyguluyor, en çok da hukuku uyguluyor. Bastırıyor. Bunu iş çevrelerine dönük yapıyor, çalışanlara, emekçilere dönük yapıyor, basına dönük yapıyor. En son Taraf gazetesinin ne hale geldiği de ortada.

AKP'nin ulaştığı nokta işte bu. Bunu öyle faşist rejim baskı uygulaması benzeri nitelemelerle ifade etmek mümkün değil. Bu tür ifadeler gerçeği tanımlamakta dar kalır, yetersiz kalır. Bu, yeni bir diktatörlüğün inşa edilmesi oluyor. Buna AKP diktatörlüğü de insan diyebilir. Kürtler açısından ise yeni ve daha sinsi bir imha sisteminin tesis edilmesini ifade ediyor. Kürt soykırımının daha sinsi, kamuflajlı bir biçimde, ama daha tehlikeli derin bir tarzla sürdürülmesini içeriyor.

AKP hükümeti Kürt soykırımını çok daha derin, planlı, sinsi bir biçimde yürütüyor. Şimdiye kadarki hükümetlerin hepsinden çok daha boyutlu bir özel savaşı Kürtlere karşı sürdürüyor. Bunu herkes böyle bilmeli, görmeli. AKP'nin ne olacağını tanımlayabilmek için her şeyden önce ne olduğunu, neyi ifade ettiğini iyi görmek, bilmek, toplumu bu doğrultuda bilinçlendirmek lazım. Bunları bu açıdan belirtiyoruz. Tabii kendisini bu kadar tekleştirmesi ve yeni bir kuruculuk misyonuna soyunarak hegemonik güç haline getirmesi birçok çevreyle de karşı karşıya gelmesine yol açıyor. Dışta kalan, AKP'nin ölçüleriyle uyuşmayan bütün çevreler AKP'nin bu politikalarıyla karşı karşıyalar, bundan zarar görüyorlar ve rahatsızlar. Bunu son dönemlerde gittikçe herkes daha fazla anlıyor. Geçmişte bu durumu gerçekten göremedi, herkesi aldattı AKP bu konuda. Hep zeytin dalı uzattı, beklenti içine soktu. Sanki bir demokratikleşme sağlayacak, herkesi katacak, farklılıklara önem verecekmiş gibi bir hava yarattı. Fakat şimdi bütün bunların iktidarını sağlamlaştırmak için geliştirilen bir taktik, birer oyun olduğu açığa çıktı. Artık kendisi de açık oynuyor. Dolayısıyla daha fazla saldırgandır. Söz ile saldırgan, polis ile saldırgan, ordu ile saldırgan. Dikkat edilirse her türlü hakareti Tayyip Erdoğan ve arkadaşları topluma karşı yapabiliyor. AKP polisi herkese vahşice saldırıyor. Yaşlı, genç, devlete hizmet etmiş, karşı çıkmış ayırımı yapmıyor. Kendisiyle azıcık karşıt oldu mu birisi, onun üzerine gaz bombalarıyla, tazyikli suyla, şiddetle gidiyor, tutuyor hapse koyuyor. Genelkurmay başkanını bile terör örgütünü kurmakla yargılıyor, hapiste tutuyor. İş bu noktaya kadar getirilmiş durumda. Hukuku siyasetin hizmetinde çok kötü bir biçimde kullanıyor, silahı kullanıyor. Yani kendi iktidarı için AKP'ye göre her şey mubah. Çok faydacı, çok pragmatist, çok Makyavelist bir anlayış içerisinde.

Ekonomiyi, maliyeyi, çıkar sistemini bu doğrultuda çok kötü kullanıyor. Dolayısıyla bir iç savaş AKP iktidarı altında yaşanıyor. Zaten bir Türk-Kürt savaşı var. Bu AKP'den önce de vardı. AKP buna çözüm getireceğim diye uzun süre bir oyalama durumu yaşattıktan sonra şimdi savaşla sonuç almakta kararlı, ısrarlı olduğunu ortaya koyuyor ve savaşı en üst boyuta yeniden çıkartmış bulunuyor. Topyekûn özel savaş konseptini yeniden devreye koymuş durumda. Bu konuda orduyu saldırtıyor, yeni profesyonel ordu örgütlüyor, buna ek olarak polisi daha etkili bir biçimde devreye koymuş, PKK'ye karşı savaşı polis akademisine bağlamış bulunuyor. Fakat Türkiye'deki iç savaş bu da değil. AKP gittikçe Türkiye toplumuyla, emekçileriyle, azınlıklarıyla, kadınlarıyla, gençliğiyle bir savaşı yaşıyor. Bu savaş sadece Kürtlerle sınırlı değil. Bir iç savaş konumu aynı zamanda bir dış savaş haline de geliyor. Bölgedeki bütün komşularla da savaşır, çatışır halde.

‘AKP’NİN GELECEĞİNİ İÇ VE DIŞ SAVAŞLAR BELİRLEYECEK’

AKP'nin 2013 yılını da, 2023’e gidişini de genel planda geleceğini de aslında bu iç ve dış savaşlar belirleyecek. Tayyip Erdoğan ve arkadaşları böyle bir savaş içerisine tüm yönleriyle girmiş durumdalar. Başlangıçta bu konuda ürkektiler, çok ihtiyatlı yaklaşıyorlardı. Adım adım ilerlemeyi tercih ettiler. Fakat şimdi geldikleri noktada artık durmaları ve geri adım atmaları mümkün değil. Varlıkları ve gelecekleri içte ve dışta yürüttükleri, yaşattıkları bu savaşa bağlı durumda. Bu savaşın gidişatı onların geleceğini belirleyecek. Bu bakımdan da 2013 yılında AKP bu savaşı çok daha fazla derinleştirecek. Bu net bir biçimde görülüyor. AKP de geleceğini böyle bir savaşı yürütmede ve kazanmada görüyor. Artık AKP karşıtları da onu iyi tanımış durumdalar ve geleceklerini AKP'den kurtulmaya gittikçe daha fazla bağlıyorlar. Bunun için de AKP'ye karşı toplumun değişik kesimlerinin direnişi çok çeşitli biçimlerde gelişiyor ve 2013 yılında çok daha boyutlanacak. Her şeyden önce Kürt halkının direnişi gelişecek. Topyekun Kürt direnişi 2013 yılında mevcut AKP politikaları sürdükçe çok daha kapsamlı ve derin hale gelecek. Devrimci halk savaşı stratejisini en etkili bir biçimde 2013 yılında Kürtler yürütecekler. AKP Kürdistan'da en zayıf konuma düşecek. Kürt direnişi nasıl ki beyaz Türkçü faşizmi yenilgiye uğrattıysa, AKP'nin yeşil Türkçü faşizmini de 2013’te daha çok yenilgiye uğratacak. AKP'nin yeşil Ergenekon’unu inşa etmesine izin vermeyecek.

Diğer yandan Türkiye toplumunun çeşitli kesimleri direnecekler. İşte bakanlar üniversitelere gidemiyor, gençlik protesto ediyor. Bu yeni bir durum. Her tarafta işçi direnişleri, protestoları var, önemli bir durum. Kadın hareketi gittikçe daha fazla gelişiyor. Kadına karşı baskı, zulüm, kadın katliamlarına karşı tepkiler artıyor. Halbuki bu katliamların hepsinin altında mevcut sistem var, AKP rejimi var, iktidar tarzı var. Kadınlar bu gerçeği gördükçe AKP'ye karşı mücadelelerini daha çok geliştirecekler. Erkek egemen sisteme karşı mücadeleyi AKP rejimine karşı mücadeleyle birleştirecekler. Çeşitli liberal demokrat çevreler, aydınlar, yazarlar direniş konumunda olacaklar. Devletin içinde çeşitli kesimler de direnişi sürdürecekler. Gittikçe daha fazla AKP’den kopuyor ve AKP ile karşı karşıya geliyorlar. Ordu içinde, bürokrasi içinde böyle kesimler var. CHP ve MHP’nin politika tarzı Tayyip Erdoğan’a koltuk değneği oluyor. Sözde kavga eder gibi görünüyorlar, ama aslında onun yaşamasına fırsat veriyor, izin veriyorlar. MHP, CHP’nin engelleyiciliği, oyunu aşıldıkça AKP'ye karşı toplumun çeşitli kesimlerinin tepkisi, direnişi daha çok açığa çıkacak, gelişecek.

Tabii bir de dış savaş var. AKP Suriye'de de gırtlağına kadar savaş içinde. İran ve Irak’la savaşır konumda. İsrail’le de danışıklı bir savaş yürütülüyor. 2013’te bütün bu alanlarda savaşın tırmanma olasılığı var ki, eğer böyle olursa AKP bu savaşta bir jandarma olarak rol oynayacak. Onun için ABD bu kadar imkan verdi, ön açtı, destek verdi. Bölgedeki savaşın önemli bir tarafı ABD’dir. Bu savaşta ABD'nin jandarma olarak birinci planda kullanmak istediği de AKP iktidarıdır. Dolayısıyla AKP içte savaşır konumda olduğu gibi bölgede de, yani dışta da savaşır konumda olacak.

Eğer AKP 2013 yılında aklını başına almaz, mevcut politikalara devam ederse onu bekleyen içte ve dışta bu düzeyde bir savaştır. AKP kendisini de, kendisiyle birlikte Türkiye'yi de büyük bir savaşın içine adım adım sürüklüyor ve sürükledi. Aslında eşiği aştırdı. Gerisini bu savaşın durumu belirleyecek. AKP'nin geleceğinin ne olacağını, 2013’te nasıl bir yıl geçireceğini, 2023 yıl hedefini yürütüp yürütemeyeceğini, Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı da değil, Başkan olup olamayacağını bu savaşın seyri izleyecek. Kendi içlerinde de çelişkiler ortaya çıkmaya başlıyor. Tayyip Erdoğan Abdullah Gül çelişkisi bir oranda su yüzüne çıkmış durumda.

AKP derlenen bir güç. Tayyip Erdoğan tek adamlığına boşuna o kadar güveniyor. Tayyip Erdoğan’a yürü diyen güçler AKP içinde kime yürü deseler o temelde yürümeye hazırdır. O durumda kimse Tayyip Erdoğan’ı dinlemez. Şimdi zannediyor herkes kendisini dinliyor. Pınarın başını tuttuğu için, imkanları elinde tuttuğu için, arkasında ABD desteği olduğu için böyledir. Bu gücü kaybettiği zaman Tayyip Erdoğan’ın çok fazla bir gücü olmayacaktır. Bu bakımdan da hem iç ilişkileri hem sistemle ilişkileri de 2013 yılında AKP açısından ciddi zorlayıcılık yaratacaktır. AKP 2023’e doğru yürüyebilir de, 2013’te dağılabilir de. Bu kadar birbirinden çok farklı olasılıkları bir arada yaşar konumda. Bu bakımdan istikrarsızdır, dengesizdir, dıştaki görünüşe aldanmamak lazım. Her türlü gelişme ortaya çıkabilir. Biz AP’leri gördük, ANAP’ları gördük, hatta en son SHP’nin koalisyonunu ve kendisini gördük. Türkiye'deki particilik ne yazık ki böyle. İktidar oldum sananlar iktidar mı oluyorlar, yoksa bir emanet mi yürütüyorlar çok fazla belli değil. Gerçeklik ikincisini doğruluyor.

Çatışmalı geçen bir yılın ardından 2013’e girerken Kürt sorununa çözüm tartışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz. Türkiye çözümün neresinde?

Türkiye'de her şey, Kürt sorununun çözümüne ilişkin tartışmalar da yanardönerlidir. Bir bakıyorsun var bir bakıyorsun yok. Rüzgar gibi gelip geçiyor. Hiçbir şeyin kalıcılığı yok; söz değerini yitirmiş, anlamsız hale gelmiş. Dolayısıyla söylenenlerin de bir değeri, anlamı yok. Kürt halkının, AKP'nin topyekun özel savaş saldırıları karşısındaki direnişi, bu direniş temelinde Kürt Özgürlük Hareketi'nin varlığını koruması, AKP'nin PKK'yi imha ve tasfiye planlarını boşa çıkarması, yeniden Kürt sorununun tartışılmasını gündeme getirdi. Özellikle gerilla direnişinin etkileri insanları buna zorladı. Cezaevi direnişi, açlık grevi eylemi bunu çok daha yakıcı hale getirdi. Önder Apo'nun İmralı’da bir milim bile gerilemeksizin sağlık, güvenlik ve özgürlük hedefi temelindeki kararlı duruşu insanları, toplumun çeşitli kesimlerini etkiledi. Bunların sonucunda özellikle zindanlardaki açlık grevlerinin Önder Apo'nun çağrısı üzerine sonlandırılması temelinde Kürt sorununun çözümü için yeniden bazı tartışmalar geliştirildi. Çeşitli aydın çevreler, gazeteciler bu tartışmaya katıldıkları gibi, hükümet çevreleri, politikacılar da katıldılar. Liberallerden İslami çevrelere kadar birçok çevre görüş belirtti.

Aslında genel eğilim artık bu durumun böyle devam edemeyeceği yönündedir. Gerçekte bir zihniyet değişikliği olmuyor, demokratikleşme, demokratik zihniyetle olaylara bakma, dolayısıyla Kürt halkının ulusal varlığını ve demokratik haklarını görme temelinde bir zihniyet değişimi gerçekleşmiyor. Fakat şu ortaya çıkıyor: mevcut faşist soykırımcı politikalara ne kadar imkan verilir, şiddet uygulanırsa uygulansın başarılı olmuyor; Kürt direnişini yenemiyor, ezemiyor, tasfiye edemiyor. Bu durum Türkiye'ye pahalıya mal oluyor. Bu kadar genci ölüyor, parası gidiyor. Ülke çok gergin bir savaş durumunu yaşıyor. Baskı, terör, gerginlik ortamı hakim oluyor. Bu durum herkesi rahatsız ediyor. İnsanlar bu durumun değişmesini istiyor. Bunu değiştirecek politikalar uygulansın diyorlar. Yani demokratik bir zihniyetle Kürt sorunu çözülsün, Kürt halkının hakları verilsin değil de bu savaşı sona erdirecek, Türkiye'de toplumu rahatlatacak bir siyasi ortam yaratılsın istiyorlar. Bunun için de bunu sağlayacak şekilde Kürtlere bir şeyler verilsin diyorlar. Ama ne verilsin konusuna gelindi mi, herkes bu noktada dut yemiş bülbüle dönüyor. Aslında somut bir şey önerebilenler azdır. Birçok hile yapılsın, Kürtler aldatılsın, kandırılsın, silah bıraktırılsın deniyor. Yani PKK yok olsa, silah bırakılsa, Kürt direnişi ortadan kalksa, dolayısıyla Kürtlerin hak araması olmazsa ne iyidir diyorlar. Bu tam da faşist soykırımcı bir sistemin istemidir. Fakat politik olarak zorlandığı için AKP politikalarını kısmen eleştiriyor, yeni politikalar üretmelerini istiyorlar.

Kürt sorununda demokratik zihniyet sahibi olan ve çözüm isteyen çevreler de var. İslami akımdan var, sol-sosyalist çevrelerden var, emekçi çevreler içinde var. Bunlar Kürt halkının varlığının tanınması ve ulusal demokratik haklarının verilmesini istiyorlar. Bu anlamda çözüm projeleri de ortaya koyuyorlar. Ama bunlar çok etkili konumda değiller, cılızlar, zayıf konumdalar. İster demokratik zihniyetle çözüm isteyenler olsun, isterse politik aldatıcılık içinde olsunlar hiçbirisinin sözünün etkisi olmuyor. Bir dönem konuşuyorlar, gelip geçiyor, bir harekete dönüşmüyor. Sözün bir anlamı kalmamış. Sıkışılınca konuşuluyor, Kürt halkının eylemleri azalınca hemen unutulup gidiyor. Çözüm tartışmaları; günlük, anlık, çatışmalı duruma göre yaşanan bir durum oluyor. Geriye iktidar çevrelerinin veya siyasi çevrelerin yaklaşımı kalıyor.

MHP’nin tutumu gerçekten de çok olumsuz ve faşist bir temelde; ortamı tahrik ediyor. Herkes bu gerçeği çok iyi görmeli. Bu konuda CHP çok daha tutarsızdır. Sözde sosyal demokrat partidir! Elini taşın altına koysun, sorun çözülsün deniliyor, nasıl çözecek hiçbir çözüm önerisi yok! Hem Alevi hem de Kürt bir genel başkanı var, ama ne Alevinin hakkını savunabiliyor ne de Kürt’ün; ne Alevi olduğunu söyleyebiliyor ne de Kürt. Ne Kürtçe konuşuyor, ne Alevice ibadet ediyor. Aslında bu kadar asimilados bir kişinin bir sosyal demokrat partiye başkan yapılması o partiyi baştan bitirmek anlamına geliyor. Bu bakımdan CHP’nin tutumu, genel başkanının AKP'ye karşı sözleri AKP'yi zayıflatmıyor, aslında güçlendiriyor. Halkı aldatıyor. İşte aralarında bir çatışma var, hakkımızı CHP arıyor gibi bir yanılgıyı toplumun değişik kesimlerinde yaratıyor. Bu gerçeği görelim. Onun için AKP-CHP kavgasına inanmamak, bel bağlamamak lazım.

AKP ise her şeyi kendi iktidarına, onu da Tayyip Erdoğan’ın başkan olmasına bağlamış durumda. Her şeyi kendi çıkarına göre yürütüyor. Öyle ilkeyle, demokrasiyle bir alakası yok. Bu bakımdan da herkesi idare etme çabasında. Bunun için çok sinsi politikalar üretebiliyor, her türlü oyunu geliştirebiliyor. Gerçekten de demagojide çok ustalar. Yapmadıklarını yapmış gibi gösterebiliyorlar, gerçekte yaptıklarını inkar edebiliyorlar. Dikkat edelim Tayyip Erdoğan milletin gözüne baka baka yalan söyleyebiliyor, bakanlarıyla ters düşebiliyor; hiçbir şey olmuyor, geçip gidiyor. İşte bir Roboski katliamı var, bir yıl oldu hiçbir şey açığa çıkarılamadı; kim yapmış, kim yapmamış belli değil! Öyle bir durum var ki, 34 insan uçaklarla bombalanıp katledilmiş, bir yıldır bunu izah etmeden hükümet hala işbaşında ve kimse bir şey diyemiyor, bir şey yapamıyor.

AKP her şeyi hile ve oyun olarak sürdürmeye çalışıyor. Bu temelde tek öngördüğü, kendi iktidarını kalıcı, sağlam kılmak ve Tayyip Erdoğan’ı Cumhurbaşkanı yapabilmektir. Buna hizmet eden her şeye evet diyor. Gündemi buna göre belirliyor, tartışmaları buna göre yürütüyor, politikalar buna göre oluşturuyor. Bu çerçevede de tabii ki hiçbir inandırıcılığı yok. Kürt sorununun çözümü konusunda AKP'nin ne yapacağı bir şey var ne de inandırıcılığı. Tayyip Erdoğan Kürt sorunu için her şeyi söyledi; devlet adına özür dilemekten, Kürt sorununun kendi sorunu olduğunu ifade etmekten, sorunu çözeceğini söylemekten Kürt sorununun olmadığına, düşünmezseniz böyle bir sorunun olmayacağına kadar birbiriyle yüz seksen derece ters, çelişen her şeyi söyledi. Özel savaş kapsamında bazı uygulamalar da yaptılar TRT6’dır, seçmeli derstir. Bunları da bol bol ileri sürüyorlar.

‘AKP’NİN ARTIK KÜRT SORUNUNU ÇÖZMESİ MÜMKÜN DEĞİL’

Bunların yanında İmralı sistemini on yıldır AKP iktidarı sürdürüyor. İmralı sistemi Kürt halkı için bir hakaret ve işkence sistemidir. Dört yıldır demokratik Kürt siyasetine karşı siyasi soykırım operasyonu sürdürüyor, on binden fazla tutuklu; kırk, elli bin insan bu temelde gözaltına alındı. Bunu sanki demokrasi uyguluyormuş gibi rahatlıkla yapıyor. AKP'nin geçmişte Kürt savaşında yeri yoktu, eli Kürt kanına bulanmamıştı. İktidarı sürecinde “çocuk da olsa, kadın da olsa gerekenler yapılacaktır” diyerek yüzlerce, binlerce Kürt gencinin, çocuğunun, kadının katledilmesine yol açtı. Omuzlarına kadar elleri Kürt kanına bulaştı. Böyle bir AKP'nin artık Kürt sorununu çözmesi mümkün değil. Bu bakımdan Türkiye Kürt sorununu çözecek durumda değil. Aslında çözümsüzlüğü yürütecek gücü de yok. İktidarı, muhalefeti, diğer toplumsal kesimleriyle artık Kürt sorununda çözümsüzlüğü sürdürecek, Kürt savaşını yürütecek güçleri de yok. Ama çözüm iradeleri de yok. Derinden çözmek isteyen bazı güçler çıkıyorsa da onu küresel güçler boşa çıkartıyorlar, müdahale ediyorlar. Zaman zamna bazen görüşmeler oluyor, sanki çözüm olacakmış gibi bir hava yaratılıyor, ama bir anda yok oluyor. Bu yanardönerlikte Türkiye'nin iradesizliği temel bir rol oynuyor.

NATO’ya ve ABD'ye o kadar bağlı ki, her şey dışarıdan yönlendiriliyor. Kendi iç iradesi yok. Dış güçler, küresel güçler çözümü istemiyorlar. Kürt sorununu çözse Türkiye demokratikleşecek. Türkiye demokratikleşse Ortadoğu'nun öncü, temel gücü olacak. Böyle bir Türkiye de ne ABD'yi dinleyecek ne de Avrupa Birliğini. Kendi işini kendisi yapabilir noktada olacak. ABD ve Avrupa Birliği, dolayısıyla NATO bunu istemiyor. Bunun için de Kürt sorununun çözümünü istemiyor. Türkiye'yi Kürt savaşı içinde tutarak kendine muhtaç kılıyor. İşte en son Patriotları verdiler, patriotla Tayyip Erdoğan hükümetini ve Türkiye'yi savunacaklarını söylüyorlar. Halbuki bunların hepsi Türkiye'yi NATO’ya bağlama ve NATO’nun hizmetinde kullanmak içindir. NATO’dan Patriot’u isteyeceğine Tayyip Erdoğan hükümeti kardeşim dediği Kürtlerle görüşse, Kürt sorununu çözse, biraz demokratik zihniyet içine girseydi Türkiye'yi daha iyi savunurdu, Türkiye daha güvencede olurdu. Böylece Türkiye çok daha büyük bir güç sahibi olur; ne NATO’nun ve ABD’nin desteğine ihtiyacı kalırdı ne de bölgede bu kadar itilen, kakılan bir konuma düşerdi. Tam tersine her şeyi kendi özgücüyle yürütebilen güçlü, demokratik bir ülke haline gelirdi. Ama dikkat edilirse yapamıyor. Kürt sorununu çözmek üzere adım atmak yerine NATO’dan Patriot isteyerek kendini savunma konumuna düştü.

Tabii her Patriotun bir de karşılığı var. Ona karşı NATO’ya ve ABD'ye Türkiye ne veriyor, kimse onu sorgulamıyor. Türk basını, yazarları bunun karşılığı nedir diye sormuyorlar. Patriot geldi mi, gelmedi mi? nereye konuldu? Şuraya mı konuldu, burayı mı konuldu deniliyor. Halbuki geldi, şuraya kondu, ama bunun Türkiye'ye bedeli ne oldu, ne pahasına oldu? Türkiye'yi hangi yükümlülük altına soktu? Bir de bu sorular sorulsa, tartışılsa herhalde daha iyi çözüm üretilebilir. Bu bakımdan mevcut haliyle çok çözüme açık bir noktada görünmüyor Türkiye. Türkiye gırtlağına kadar savaş içine girmiş konumda bulunuyor.

‘2013 YILI DEMOKRASİ GÜÇLERİ İÇİN PRATİKLEŞME YILI OLMALI’

Bu yıl içerisinde Türkiye demokratik sol güçler açısından da önemli gelişmeler yaşandı. Halkların Demokratik Kongresi birinci yılını geride bırakırken partileşme kararına gitti. Türkiye’nin demokrasi güçleri açısından nasıl bir yıl geride kaldı, gelecek yılda yapılması gerekenler neler?

Türkiye demokratik güçleri açısından da önemli ve mücadeleci bir yıl yaşandı. Bu konuda 12 Haziran seçimlerinde Kürt demokratik siyasetiyle yapılan ittifak temelinde elde edilen sonuçlar siyasi mücadeleye önemli ölçüde yansıdı. Özellikle meclis grubu etkili bir mücadele yürüttü. Bu geliştirilen Halkların Demokratik Kongresi önemli bir çalışma içinde oldu. Demokratik ittifak Kürtleri de içine alacak şekilde hem biraz daha genişleyip güçlendi hem de AKP'nin topyekun savaş konsepti temelindeki saldırılarına karşı direniş içerisinde sağlamlaştı, sınandı. Kürt direnişi Türkiye'nin demokratik güçleriyle de ittifak halinde Türkiye'nin bir demokratik direnişi haline geldi. Bu iyi bir durumdur, önemli bir durumdur. Aslında çoktan olması gereken, ama gerçekleştirilemeyen bir durumdur. Şimdi gelinen bu noktayı gerçekten önemsemek, ciddiye almak gerekiyor. Hem Türkiye'nin demokratik güçlerinin kişi, kurum, örgüt, parti bir araya gelip asgari demokratik ilkeler temelinde birleşebilmesini, hem de Türkiye demokrasi güçleriyle Kürdistan Özgürlük Hareketi'nin ortak bir programda birleştirilebilmesi, ittifak yapabilmesi gerçekten de tarihi bir gelişmedir.

Geçmişte olsaydı Türkiye'deki gelişmelerin seyri çok farklı olurdu. Bu duruma kesinlikle kalınmazdı. Şimdi Türkiye'nin en etili siyasi gücü demokrasi hareketi olurdu. Belki de iktidarı ele geçirebilirlerdi. AKP'nin önü bu kadar açık olmazdı. Boşluktan dolayı AKP iktidara geldi ve kendisini bu kadar sağlamlaştırdı. AKP'nin bu konuma gelmesinde demokrasi güçlerinin rolü var, sorumluluğu var. Görev ve sorumluluklarına yeterince sahip çıkamama, bir olamama ve etkili bir siyaset geliştirememenin yarattığı boşluk AKP'ye kapıları açtı ve bu kadar güçlenip etkili hale gelmesine yol açtı. Şimdi çok gecikmiş de olsa, hataların düzeltilmesi, eksikliklerin aşılması önemli ve ciddi bir durum. Böyle bir konuma 2012 yılında daha güçlü bir biçimde gelindi.

Aslında doğrunun ne olduğu, siyasetin nasıl yapılması gerektiği ortaya çıktı. Hem hangi amaçlar doğrultusunda mücadele etmek gerektiği, hem nasıl bir birliğin oluşması gerektiği somutlaştı. Halkların demokratik kongresi bu konuda önemli bir platform oldu. Bütün bileşenleriyle birlikte yürüttüğü toplumsal, siyasal mücadeleyi seçime yansıtabilmek, seçimde başarıya dönüştürebilmek için de partileşme yoluna gitti; Halkların Demokratik Partisi kuruldu. Bu da önemli bir adımdır, gereklidir. Devletçi sistem içinde iktidar mücadelesinin böyle bir partileşmeyle yürütülmesi gerekiyor. Ama tabii demokratik toplum örgütlülüğünün, sivil toplum kurumlaşmasının da Halkların Demokratik Kongresi temelinde geliştirilmesi, demokratik mücadelenin, sosyal, kültürel mücadelenin daha çok bu kongre platformu temelinde yürütülmesi de önem taşıyor. Siyaset her şey değildir, herkesi içine almıyor; toplumun tümünü kapsamıyor. Toplum daha geniştir, demokratik toplum daha büyüktür. Toplumun kurumları, kolları daha fazla. Bunları kendisinde birleştirecek bir demokratik kongre platformu her zaman sosyal, kültürel ve ekonomik mücadeleyi daha etkili bir biçimde yürütebilecektir.

Bu anlamda 2012 yılında hem Kürt direnişi temelinde yürütülen mücadeleyle ittifak sağlamlaştı hem de partileşmeyle en geniş örgütsel platformuna kavuştu. Şimdi gerekli olan pratik uygulamadır. Ne yapmak gerektiği ve nasıl yapmak gerektiği soruları cevabını bulmuştur. Geriye yapmak kalıyor, yapmak için seferber olmak lazım. Aslında 2013 yılının Türkiye demokrasi hareketi açısından temel anlamı pratikleşmedi. Yapma, pratikleşme, eyleme geçme sürecidir. Hem Halkların Demokratik Partisini geliştirip güçlendirerek her alanda örgütleyip AKP'ye alternatif iktidar odağı yaratma yönünde pratikleşme hem de Halkların Demokratik Kongresini bütün sivil toplum kuruluşlarını, sendikaları, meslek örgütlerini, kadın ve gençlik örgütlerini içine alacak biçimde toplumun temel karar organı haline getirip en geniş demokratik toplum örgütlülüğünü ve eylemini ortaya çıkartacak bir pratikleşmeyi sağlamak lazım. Yani demokrasi hareketinin nasıl olması gerektiği, programı, tüzüğü, hedefleri neler olmalı bunlar olmalı, yeteri kadar tartışılmıştır. Kurumlaşma yönünde de geçen yıllarda tarihi adımlar atıldı. Çok sayıda parti, dernek, kurum var. Bunların en üst birliği olarak Halkların Demokratik Kongresi ve Partisi de var. Geriye kalan artık pratikleşmedir; herkes pratiğe seferber olmalı. Mevcut platformların ilkeleri çerçevesinde herkes gücünü seferber ederek, imkanlarını ortaya koyarak pratik çalışma yürütmeli, halkı eğitmek, örgütlemek için seferber olmalı. Ancak bununla sonuç alınabilir. Doğruları ortaya çıkartmak ve onu partiye ya da kongreye kavuşturmak gerekli, ama yeterli değil; bir de onları pratikleştirecek günlük çalışma tarzı gerekli. Planlama ve pratikleştirme içinde olmak lazım. Bunun gerektirdiği çabayı harcamak, çabayı, fedakarlığı göstermek gerekli.

Yönetimler bunlara öncülük edebilmeli. Şu kadar insan çalışsın denmemeli; yediden yetmişe herkes, toplumun bütün kesimleri demokratik bilinci geliştirmek, örgütlülüğü ilerlemek, demokratik kitle eylemliliğini geliştirmek için seferber edilmeli, katılmalı. Dar, sınırlı yaklaşım içinde tutulmamalı. Herkesi katan, içine alan, daha fazla örgüte ve mücadeleye çeken bir tutum içinde olunmalı. Böyle olursa kazanılacaktır. Halkların Demokratik Kongresinin ve Partisinin önü açıktır. Gelişme potansiyeli büyüktür. Böyle bir süreç içine de girilmiştir. Gerisini günlük çalışma, seferberlik düzeyinde pratikleşme belirleyecek. Bunlar gerçekleştirildiği ve böyle bir konuma girildiği ölçüde de Türkiye demokrasi hareketi gelişip güçlenecek; Halkların Demokratik Partisi AKP karşısında iktidar alternatifi parti haline gelecektir. Bu kesindir, bunun önü açık. 2013 eğer çalışılırsa bu konuda en güçlü ve kalıcı gelişmelerin sağlandığı yıl olacak. Biz buna inanıyoruz. Bu temelde hem bu çalışmaları selamlıyor hem de başarı dileklerimizle birlikte tüm demokratik çevreleri AKP faşizminden Türkiye'yi kurtarmak üzere birlik içerisinde daha fazla ve seferberlik halinde çalışmaya çağırıyoruz.

‘BİRÇOK ÇEVRE 19 TEMMUZ DEVRİMİNİ BEKLEMİYORDU’

2012 yılına Batı Kürdistan’daki gelişmeler damgasını vurdu. Rojava’da yaşanan gelişmeler, Suriye, Türkiye başta olmak üzere Ortadoğu’yu nasıl etkiledi?

Batı Kürdistan'da 19 Temmuz devrimi olarak yaşanan gelişmeler elbette önemli ve tarihseldir. Etkisi günümüzde çok fazla olduğu gibi, önümüzdeki süreçte de devam edecektir. Bu etki Suriye'nin demokratikleşmesi, demokratik konfederal birliğinin sağlanmasında olduğu gibi, Türkiye'nin Kürt sorununun demokratik çözümüne yönelmesi ve Türkiye'nin demokratikleşmesi üzerinde de olacaktır. Böylece başta Türkiye olmak üzere tüm parçalarda Kürt sorununun demokratik çözümüne, Kürt demokratik birliğinin yaratılmasına önemli katkılarda bulunacaktır. Doğrusunu söylemek gerekirse Batı Kürdistan'daki özgürlükçü gelişmeler herkes tarafından beklenen gelişmeler değildi. Herkes açısından biraz yeni ve şaşırtıcı oldu. Buna Rojava’daki Kürt halkı da, yine bu halk içinde örgütlenme mücadelesi yürüten Kürt özgürlük güçleri de dahil. Birçok çevre Batı Kürdistan'da bu tür bir gelişme olur diye tahmin etmiyordu. Böyle bir eğilim, düşünce de yoktu. Daha çok düşünülen, söylenen, programlanan Kürdistan'ın diğer büyük parçalarında Kürt sorunu çözülecek, ona bağlı olarak Kürdistan'ın bu küçük parçası, Batı Kürdistan da ulusal demokratik haklarına kavuşacak yönündeydi.

Öncelikli devrimci gelişme ve çözüm Kuzey Kürdistan'da, Güney Kürdistan'da ve Doğu Kürdistan'da bekleniyordu. Hiç kimse Batı Kürdistan'da özgürlük devriminin bunların hepsinin önüne geçer diye düşünmüyor, beklemiyordu. Bu konuda 1981’de Önder Apo'nun bu halkın da Özgürlük Mücadelesi yürütmesi gerekir, biçimindeki değerlendirmeleri Suriye'de Kürt sorununun çözümü için öngördükleri dışında çok fazla bir düşünce de üretilmemişti. Önder Apo'nun öngördüğü temelde yürütülen mücadeleler Kürt halkını eğitse, örgütlese de diğer parçalardan önce Batı Kürdistan'da Kürt sorunu çözüme kavuşur anlayışı bu mücadeleyi yürüten güçlerde de pek yoktu. O nedenle de mevcut gelişme biraz da şaşırtıcı oldu.

Diğer yandan Tunus’ta, Mısır’da başlayan Arap isyanının Suriye'ye etkisi, Suriye'deki değişimi gündeme getireceği düşünülse ve bunun Kürtleri de etkileyeceği değerlendirilse de bu düzeyde böyle bir devrimci gelişmenin olacağı da beklenmiyordu. Suriye'nin diğer kesimlerinde yaşanan iç çatışma sürecinde Batı Kürdistan kentleri özgür hale gelecek, halk kendi demokratik konfederal örgütlülüğünü geliştirerek kendi kendini yönetir hale gelecek biçiminde bir düşünce çok fazla yoktu; kimse buna ihtimal vermiyordu. Fakat hareketimiz bu konuda somut durumu, gerçekleri görür oldu. Öncesinden Batı Kürdistan'da böyle bir gelişme olur biçiminde çok görüş olmasa, program ve planlama bu doğrultuda geliştirmese de, özellikle Tunus ve Mısır’da başlayan Arap isyanının Suriye'yi yansıması ardından Suriye'deki gelişmelerin Batı Kürdistan'da ön açıcı olabileceği değerlendirmesi yaparak Batı Kürdistan halkını, oradaki özgürlük ve demokrasi mücadelesi veren güçleri uyardı. Daha doğru, tutarlı, etkili eğitim ve örgütleme çalışmaları yapmaya çağırdı. Doğru politikalar izlemesi doğrultusunda uyarıları ve çağrıları oldu. Bu konuda genel Kürdistan Özgürlük Hareketi düzeyinde doğru bir politik tutum takınma ve gelişmeleri doğru değerlendirme yaklaşımı hakim ve etkili oldu. Bu çerçevede Batı Kürdistan özgürlük güçleri de hem doğru politikalar izlediler hem de zamanında demokratik toplum örgütlülüğünü çok çeşitli biçimlerde geliştirdiler. Özsavunma güçlerini örgütleyip geliştirdiler, Suriye'deki çatışmalar güçler arasındaki dengeyi bozup Şam yönetimini zorlayınca ve Kürdistan'ı yönetemez hale gelince de işte bu koşulları değerlendirmek üzere 19 Temmuz özgürlük devrimi gerçekleşti. Kürdistan'ın bu küçük parçasında halk kendi kendini yönetme iradesini ortaya koydu, kararlılığı içine girdi. Yönetimi devraldı ve hızla halk meclislerini örgütleyerek, yönetim komitelerini geliştirerek ve öz savunma güçlerini örgütleyerek bu durumu ilerletti.

‘ROJAVA SURİYE’DEKİ ÇATIŞMALI DURUMDA DOĞRU TUTUMU ORTAYA KOYDU’

Bu gelişme tabii Kürdistan açısından da, bölge açısından da tarihi oldu. Kürdistan genelini çok olumlu etkiledi. Yurtdışındaki Kürt halkına büyük coşku, heyecan kazandırdı. Önümüzdeki süreçte Kürdistan genelinde yürütülecek mücadelede ve Kürt sorununun çözümünde de önemli etkisi olacaktır. Kürdistan üzerindeki etkisi kadar Rojava özgürlük devriminin Suriye ve Türkiye üzerinde de etkisi oldu. Her şeyden önce Suriye'deki sonu nasıl olacağı bilinmeyen belirsiz çatışmalı duruma da yön verdi. Doğru tutumun, özgürlükçü tutumun ne olması gerektiğini gösterdi. Kürtler Suriye toplumuna demokratikleşme dersi verdiler, öncülüğünü ortaya çıkardılar, demokratik Suriye birliğinin temel bir gücünü ve öncülüğünü yarattılar. Bu etki devam ediyor. Birçok çete grubun çatışmasına, yağmalamasına karşı halkın demokratik yönetiminin ne kadar etkili, güçlü, sonuç alıcı olduğu Batı Kürdistan'da açığa çıktı. Bu temelde Kürt-Arap ilişkilerinin demokratik birlik çerçevesinde yeniden kurulmasının önü açıldı, zemini ortaya çıktı. Suriye demokratik devriminin sağlam bir meclisi Batı Kürdistan'da yaratıldı. Bunlar önümüzdeki süreçte çok daha fazla politik etkide bulunacaktır. Hem Suriye'deki hem Arabistan’daki gelişmeler üzerinde hem de Kürt-Arap demokratik birliğinin ve kardeşliğinin gelişmesinde bu adım önemli rol oynamaya devam edecektir.

Türkiye üzerindeki etkisinden de söz etmek lazım. Türkiye'deki mevcut soykırımcı, inkarcı rejim telaşa düştü. AKP'nin bu kadar Suriye'de savaşçı olmasının nedeni Kürt sorunundaki çözümsüzlüğüdür. Kürt’ü inkar ve imha siyasetini sürdürmesidir. Dolayısıyla Batı Kürdistan'da sağlanacak demokratik gelişmelerden, Kürt halkının kimlik ve özgürlük yönündeki gelişmesinden büyük korku, kaygı duymaktadır. Türkiye üzerindeki etkisini engellemek için de Suriye savaşıyla fazlasıyla ilgilenmiş ve içli dışlı olmuştur. Herkesten önce Suriye'ye savaş açtı. Suriye'deki savaşın en etkili yürütücüsüdür. Bir yandan iktidarla ilişkisini tümden koparmıyor, bir yandan Suriye muhalefetini herkesten fazla örgütlemeye çalışıyor. Niye? Suriye'de Kürtlere hak ve yer verilmesin diye! Muhalefete şart koşuyor, Kürtlere statü tanınmasın, diyor. İktidarı da Kürtlerin statüsünü tanımaması ve herhangi bir hak vermemesi konusunda uyarıyor. İşte bu inkarcı siyaset AKP hükümetini gülünç duruma düşürdüğü gibi Türkiye'nin imkanlarını da tüketti. Bölge halkları karşısında güvenilmez hale getirdi. Özellikle saldırgan ve içişlerine müdahale eden bir konuma düştü. İstediği kadar Hamas’a sahip çıksın, Filistin edebiyatı yapsın, Suriye'ye ve Libya’ya dönük yaklaşımları AKP'nin Arap toplumu tarafından iyi anlaşılıyor ve tehlikeli görülüyor, güvenilmez bulunuyor.

‘BATI KÜRDİSTAN ARTIK ÖNEMLİ BİR SİYASAL FAKTÖRDÜR’

AKP hükümeti bu yaklaşımları niye gösterdi? Kürt sorunundan dolayı. Kürtler hak elde etmesin, statü kazanmasın diye Türkiye'nin her şeyini ipotek altına aldılar. Her türlü saldırganlık içine girdiler. İşte Libya’da NATO müdahalesine çanak tutmaları bunun içindi. ABD ve NATO’dan PKK'ye karşı destek alabilmek içindi. Suriye ile bu kadar savaş yürütüyor olmalarının nedeni de budur. Suriye'deki gelişmeleri denetlemek, dolayısıyla Kürtlerin hak elde etmelerini engellemek içindir. Bunlar da yetmiyor, şimdi çetelerle özgür Kürdistan'a karşı saldırı yürütüyorlar. Bu da tabii ki AKP'nin gerçek yüzünü daha iyi açığa çıkarıyor, maskesini daha net düşürüyor. Tamam Kuzey’de PKK teröristti, haydi savaş yürütüyordun, onlara karşı çıkıyordun, Afrin’deki, Kobani’deki, Serêkani’deki, Derik’teki, Qamışlo’daki Kürt sana ne diyor? Ona niye saldırıyorsun? Niye sınırları açıp çeteleri saldırtıyorsun? Demek ki Kürt düşmanısın. Demek ki Kürt karşıtısın, demek ki soykırımcısın. Kürt’ü inkar ediyorsun, imha etmeye çalışıyorsun. AKP gerçeği işte budur. Rojava’daki gelişmeler AKP'nin “Kürt vatandaşlarım, Kürt kardeşlerim” diyerek alttan alta gizliden Kürt soykırımını yürütmesi gerçeğini deşifre etti, açığa çıkardı, maskesini düşürdü. Bu sözlerin birer maske olduğunu, özünde ise AKP'nin tıpkı MHP gibi Kürt karşıtı ve Kürt düşmanı bir parti olduğunu, CHP’den bir farkı olmadığını, Kürt soykırımı savaşını devralarak şimdi kendisinin yürüttüğünü açığa çıkardı. Bu gerçeği iyi görmek, iyi anlamak lazım. Böylece Türk faşizminin ve soykırımcılığının teşhir edilmesine Rojava’daki gelişmeler önemli bir rol oynadı. Önümüzdeki süreçte bu durum daha fazla rol oynayacak. Dikkat edilirse TC devleti ve hükümeti Kuzey Kürdistan'ı tehdit ettiği kadar Batı Kürdistan'ı da tehdit ediyor. Dolayısıyla Kuzey Kürdistan özgürlük devrimiyle Batı Kürdistan devrimi de büyük oranda birleşiyor, ittifak içine giriyor. Önümüzdeki süreçte de bu etki daha fazla açığa çıkacak.

Suriye'deki ve Kürdistan'daki gelişmelere bağlı olarak Batı Kürdistan özgürlük devrimi rol oynamaya devam edecek. Artık önemli bir siyasi faktör Batı Kürdistan'daki gelişmelerdir. Herkes böyle bilmeli. Beş ayı aşıldı, altıncı aya girildi. Orda da artık bir Kürt statüsü var, Kürt yönetimi var, Kürt halk iradesi var. Hiç kimse bunu görmezden gelemez, bu gerçeği ret ve inkar edemez. Hiç kimse kolayca buna saldırıp ezemez de. Halk bilinçli, örgütlü, eğitimlidir, kendini daha çok da güçlendirir. Bütün Kürt halkının desteği arkasındadır; ilerici insanlığın desteği de arkasındadır. Dolayısıyla her türlü inkarcı ve imhacı saldırganlığa karşı Batı Kürdistan halkı ve özgürlük devrimi kendini savunacak güce sahiptir. Bu kararlılıkta olduğu gözüküyor. Böylece Kürt sorununun çözümünde de, Ortadoğu'nun demokratik dönüşüm yaşamasında da çok önemli bir mevzi ortaya çıkmış bulunuyor. Bu mevzi Kürt halkınındır, Ortadoğu halklarınındır; insanlığın değeridir. Rojava devrimi başta Suriye olmak üzere Ortadoğu'nun demokratik dönüşümünde etkili rol oynamaya önümüzdeki süreçte daha çok devam edecektir.

Suriye’deki gelişmelerin seyri nasıl olur, açık bir dış müdahale olası mı?

Her şeyden önce mevcut durumu doğru tespit etmek lazım. Mevcut haliyle Suriye’ye dönük bir dış müdahale zaten var. Suriye'de yaşanan olaylar kesinlikle içten kaynaklı olaylar değil, bir iç çatışma durumu değil. Bölgesel ve küresel güçlerin çatışması durumudur. Bunu iyi görmek ve iyi anlamak lazım. Evet, vuruşan güçler Suriye güçleri; bir tarafta devlet var, bir tarafta çeşitli muhalif gruplar örgütleniyor. Kuralsız, ölçüsüz, vahşi bir savaş yaşanıyor. Ama bu muhalif grupları örgütleyen, silahlandıran güçler kesinlikle dış güçlerdir. Başta Türkiye olmak üzere küresel ve bölgesel birçok aktör bu işin içinde. Bu gerçeği bilmemiz lazım.

Suriye cephesinde de tabii İran'ın, Rusya’nın desteği var. Çeşitli İslami örgütlerin, Şii mezhebinden olan örgütlerin desteği var. Böyle olunca, tabii çatışan güçler Suriye içindeki güçler, ama çatışmaları destekleyen, silahlandıran ise küresel güçler. Mevcut muhalif grupların eğitilip silahlandırılmasında Türkiye, Katar, Suudi Arabistan, ABD, bazı Avrupa ülkeleri büyük rol oynuyorlar. Silah onlardan geliyor, eğitim Türkiye'de yapılıyor. Dikkat edelim askeri toplantılar, komutalar Türkiye'de toplanıyor. Genelkurmayını Türkiye'de seçtiler, genel karargahlarını Hatay’da kurdular, Hatay’da ve Adana’da bir askeri eğitim kampları oluştu ve savaş oradan yürütülüyor. Aslında bir tür Suriye-Türkiye savaşı yaşanıyor. Bu da bir müdahaledir. Bu noktada bölgesel ve dış müdahale zaten var, ama doğrudan bölgesel ve küresel güçler kendi ordularıyla saldırmıyorlar, silahlarını Suriye içindeki güçleri eğitip onlara vererek saldırtıyor, iç çatışma yaratıyorlar. Tabii fiili durum, görüntü iç çatışma oluyor, ama arkasında bir dış müdahale durumu var. dünyada devletlerin bu kadar açık müdahale edip bir savaşa destek verdikleri gibi az görülen bir durumdur. Askeri güçleriyle saldırmadıklarını söylüyorlar, ama her türlü saldırı gücünü örgütleyip saldırtıyorlar. Dünyada dış desteğin olduğu iç savaşlar olmuştur. Kimi örgütlere destek vermişlerdir. Ama bu kadar açığı az görülmüştür.

‘SURİYE’DE 2012’DEKİ DÜŞÜK YOĞUNLUKLU ÇATIŞMA DURUM DEĞİŞECEK’

Bu örtülü, hatta açık dış müdahale durumu 2013 yılında doğrudan açık bir dış müdahaleye dönüşür mü, yoksa mevcut örtülülük mü devam eder, veya çatışma dışı yöntemler mi gelişip öne çıkar, bu konu şimdi temel tartışma konusudur. Herkes bunu değerlendiriyor, anlamaya çalışıyor. Bu konuda 2012’de yaşanan durumun değişeceği yönünde işaretler var. Son bir iki aydır ortaya çıkan bazı pratikler artık 2012’de yaşanan bu örtülü iç çatışma durumunun değişeceğini, 2013 yılında farklı politik-askeri durumların ortaya çıkacağını, Suriye üzerinde mücadelenin yoğunlaşarak bir “çözüm” aranacağını gösteriyor. Bir kere bunu öncelikle tespit etmemiz lazım. 2013 yılında Suriye üzerindeki mücadele daha derin ve kapsamlı olacak, çözüm aranacak. Bu kesindir. 2012 yılındaki örtülü dış müdahale ve düşük yoğunluklu çatışma durumu bir biçimde aşılacaktır. En azından mevcut siyasi ve askeri durum aşılarak Suriye'deki çatışmalı duruma bir çözüm aranacaktır. Suriye'deki mevcut durumu değiştirecek ve yeniden yapılandıracak arayışlar, bu temelde siyasi ve askeri mücadele yoğunlaşacaktır. Bunun işaretleri ortadadır. Son İsrail-Filistin çatışmasını bu temelde değerlendirmek gerekiyor. Yine Irak'taki durumun, Bağdat ve Hewler yönetimleri arasındaki gerginliğin bu durumla da bağlantısı var.

Türkiye'ye patriot füzeleri yerleştirmek yine bununla bağlantılıdır. İster savunma amaçlı ister saldırı amaçlı olsun, Suriye'deki durumla bağlantılı olduğu, İran ve bölgedeki çatışma durumuna göre hareket edildiği gün gibi açıktır. Sadece bugünü değil, yakın dönemdeki olası gelişmelerde bu adımlarda etkili olmaktadır. Yine ABD-Rusya görüşmelerinin, Türkiye-Rusya ilişkilerinin bu duruma işaret ettiği, yeni arayışları içerdiği açıktır. Bu bakımdan mevcut gelişmeler 2012’deki durumun 2013 yılında aşılacağını, politik ve askeri mücadelenin Suriye üzerinde daha çok yoğunlaşacağını gösteriyor. Elbette bu demek değil ki her şey bir günde, bir haftada olup bitecek. Kuşkusuz bu çözüm arayışı bir sürece yayılacak. Ama 2012’deki gibi düşük yoğunluklu siyasi-askeri durum kesinlikle değişecektir. Bu anlamda mevcut durum hangi yönde değişebilir? Çeşitli olasılıklar var bu konuda. Henüz netleşmeyen durum burası oluyor. Acaba örtülü dış müdahale durumu daha çok arttırılarak savaş mı yoğunlaştırılacak, yoksa dış müdahale örtülü olmaktan çıkarak doğrudan Suriye'ye askeri müdahale mi söz konusu olacak? Ki böyle olursa bu durumun hemen Irak'ı, İran'ı, Türkiye'yi de içine alacağı bölgesel bir savaş haline geleceği açık. Böyle bir durum ABD ve NATO tarafından geliştirilirse buna karşı Rusya ve Çin tarafının da çeşitli müdahalelerde bulunabileceği ihtimal dahilindedir. Çünkü Rusya ve Çin bu durumun adım adım kendi sınırlarının yakınlarına dayanacağını görmektedirler. Dolayısıyla öylesi bir durum bölgesel ve yerel düzeyde her alanda sürdürülen üçüncü dünya savaşının askeri bakımdan zirve yapması olacak. Bölgesel, hatta küresel düzeyde dünya savaşı en şiddetli askeri çatışma boyutuna ulaşacak. Belki bu güçler klasik bir dünya savaşı gibi doğrudan ve cepheden bir savaş içinde olmayacaklar. Ancak üçüncü dünya savaşının mevcut yürütülüş biçiminin keskinleşmesi herkesi ciddi düzeyde etkileyecektir. Kolay bir durum değildir. Öyle bir tarafın müdahale edip kazanması çok kolay gözükmüyor. Dolayısıyla herkesi hem zorlayacak hem de sonucu belli değildir; herkes açısından risk içeriyor. O nedenle taraflar bu düzeyde bir savaştan korkuyorlar denilebilir. ABD de Rusya da daha temkinli, dikkatli davranıyorlar. Sonucu belli olmayacak bir çatışmadan çekinir pozisyondalar. Bunu insan rahatlıkla anlayabiliyor. O halde savaş göze alınmayacak, bu düşük yoğunluklu ve örtülü çatışma devam ederken bir genel siyasi uzlaşma, genel siyasi çözüm mü gündeme getirilecek? Bu da bir olasılıktır.

‘SİYASİ UZLAŞMA İHTİMALİ DE GÜÇLÜ, ÇATIŞMA OLASILIĞI DA VAR’

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi düzeyinde yürütülen çalışmalar ABD-Rusya diplomasisi bunu gösteriyor. 2012 boyunca böyle yoğun diplomatik mücadele yaşandı. Son dönemde çok daha fazla da yoğunlaştığı gözleniyor. Son Putin-Erdoğan görüşmesinin de bu boyutu vardı. Suriye yönetiminden yapılan açıklamalar da böyle bir uzlaşmaya açık olunduğunu gösteriyor. Hem Rusya-Türkiye görüşmeleri sonucundaki açıklamalar, Rusya’dan gelen sesler, hem Suriye'den yükselen sesler buna açık olunduğunu ifade ediyor. Arap Birliği bu siyasi uzlaşmayı açık tutmayı ifade eden inisiyatif kullanıyor. Kofi Annan’dan sonra yeni bir temsilci atadılar ve bu temelde çalışma yürütüyorlar. Bu anlamda çatışmaları tırmandırmamak, ama diplomatik siyasi mücadeleyi yoğunlaştırarak genel bir uzlaşmayla Suriye'deki değişim ve yeniden yapılandırmayı siyasi yöntemlerle gerçekleştirmek de hala bir olasılıktır. Bunların hangisinin yaşanacağını gelişmeler gösterecek. Siyasi uzlaşma ihtimali de güçlüdür, çatışma olasılığı da vardır. Savaşın Suriye üzerinde tırmanması ve bölgeye yayılması da ihtimal dahilindedir. Hatta Suriye'de mevcut çatışma düzeyi sürdürülürken ABD ve İsrail’in İran’ı teknik güçle vurma ihtimali de vardır. Belki de patriot füzelerinin Türkiye'de savunma rolü oynaması İran'dan atılacak füzelere karşı olacaktır. Çünkü NATO ve Türkiye yönetimi hep savunma amaçlı olduğunu söylüyor bu füzelerin. Suriye'den Türkiye'ye dönük bir saldırı gelmeyeceğine göre Türkiye ancak İran’dan gelebilecek bir saldırıya karşı savunulabilir. Bu durumda acaba Patriot füzeleri Suriye'ye saldırı amaçlı kullanılacak da buna İran müdahalesi olursa onun karşısında mı savunma olacak. Yoksa Suriye'den önce İran vurulacak da İran’ın buna misilleme olarak Türkiye'ye dönük saldırısı karşısında Türkiye mi savunulacak. Durum biraz çeşitli olasılıkları içerecek düzeydedir. Bu anlamda çatışmaların, müdahalelerin Suriye'nin dışına yayılma olasılığı bulunmaktadır.

Dikkat edilirse bütün bunların hepsi bir dış müdahale anlamına geliyor. İster örtülü biçimde yapılsın, ister açık biçimde yapılsın, ister siyasi uzlaşma yapılsın hepsi Suriye'ye dışarıdan bölgesel ve küresel güçler düzeyinde siyasi ve askeri müdahale etmeyi içeriyor. Bu bakımdan Suriye'ye dış müdahale zaten var. Önemli olan bu müdahalenin çerçevesini anlamak ve nasıl boyutlanacağını, nereye varacağın kestirebilmektir. Bu konuda şunu diyebiliriz, 2013’te askeri ve siyasi mücadele yoğunlaşacak ve sonuç alınmaya çalışılacak. Şimdiden birçok veri bunu gösteriyor. Bunun hangi yöntemle olacağı ve nasıl gelişeceği pratikte görülecek.

‘KÜRDİSTAN ULUSAL KONFERANSININ TOPLANMASI GEREKİYOR’

Batı Kürdistan’daki gelişmelerle birlikte ulusal birlik konusu daha sık gündeme gelir oldu. Ulusal konferansın bu yıl içinde yapılacağı tartışılsa da bu pratikleşmedi. Rojava’ya sınır kapılarının hala açılmamış olması vb hususlarda da özellikle Güneyli siyasi partilere dönük eleştiriler var. Ulusal birlik söylemlerinin somut adımlara daha fazla dönüşmesi için ne gerekli?

Her şeyden önce şunu belirteyim Kürdistan ulusal kongresi veya konferansının toplanamamış olmasından büyük üzüntü duyuyoruz. Biz hareket olarak böyle bir kongre ve konferans toplamaya hem hazırız hem de istekliyiz. Böyle büyük bir toplantının yapılıp sonuç vermesini de süreç açısından ciddi öneme sahip olarak görüyoruz. Hem Kürdistan parçalarında ulusal demokratik birliğinin sağlanmasını, hem de Kürdistan genelinde bir demokratik ulusal birliğin olmasını ciddi bir biçimde önemsiyoruz. İçinde bulunduğumuz süreç ve gelecek açısından böyle bir birlik konumunu tarihi önemde görüyoruz. Kürt halkının varlığı ve özgür geleceği açısından önemli rol oynayacak biçimde değerlendiriyoruz. Çünkü tarihe baktığımızda, tarih bilincimizi yokladığımızda bütün tarihi süreçlerin, fırsat ve imkan veren dönemlerin Kürt birliği olmamasından dolayı heba edildiğini görüyoruz. Yine büyük çatışmalar, savaşlar içerisinde birlik olmaması nedeniyle Kürtlerin savunmasız kaldığını ve Kürt halkının büyük kayıplar verdiğini, acılar yaşadığını tarihten öğreniyoruz.

İçinde bulunduğumuz Ortadoğu'da yaşanan üçüncü dünya savaşında da böyle bir durumun yaşanmasını yanlış ve tehlikeli görüyoruz. Gerçekler bu kadar ortadayken, tarih bilincimiz bu kadar aydınlatıcıyken hala eksiklikleri giderememek, yanlış politikada ısrar etmek elbetti ki affedilmez bir durum olur. Bu, Kürdistan'daki bütün siyasi güçler açısından ağır bir tarihi sorumluluğu yükler. Hiç kimse de bu sorumluluktan kendini kurtaramaz.

Bu bakımdan Kürdistan parçalarında ve genelinde ulusal demokratik birliğin yaratılması hayati önemdedir. Mevcut birlik olamama durumunun aşılıp demokratik birliğin yaratılamaması kesinlikle sömürgeciliğin, emperyalizmin, soykırımın işidir. Bu parçalılığı sürdürmek sömürgeci soykırım sistemine bir anlamda hizmet etmek oluyor. En azından onun öngördüğünü aşamamak, devam ettirmek anlamına geliyor. Bu bakımdan da tüm aydınlara ve siyasi güçlere ağır sorumluluk yüklüyor. Bunun için parçalarda ulusal birliğin Kürt demokrasisini inşa etme temelinde geliştirilmesi gerekiyor. Kuzeydeki AKP oyunlarını boşa çıkartma, çözüm direnişini geliştirme de buna bağlıdır. Batı Kürdistan'daki 19 Temmuz özgürlük devrimini ilerleterek kalıcı kılma, Kürdistan ve Suriye devrimlerinde rolünü başarıyla oynatma kesinlikle ulusal demokratik birliğin sağlanmasına bağlıdır. Yine Güney Kürdistan'daki gerginlik, çatışmalı durum Bağdat’tan gelen tehditler kadar, Türkiye'den ve İran'dan gelen tehditler karşısında, yine olası bir bölgesel savaş karşısında Güney Kürdistan'ın savunulabilmesi açısından Kürdistan'ın geneline yön verecek bir ulusal demokratik birlik şarttır. Doğu Kürdistan'da on yıllara yayılan mücadele birikimini sonuca götürebilmek, halkın kazanımlarını ayakta tutup Kürt sorununun çözümünü sağlatabilmek yine birlik olmaya bağlıdır.

Bütün bunlar gösteriyor ki Kürdistan ulusal kongresi ya da konferansının toplanması gerekiyor. Herhangi bir güncel çıkar ya da dar politika böyle bir ulusal demokratik gelişme önünde engel oluşturmamalıdır. Fakat ne yazık ki böyle bir engel olma durumu yaşanıyor. Dar-politik çıkarlar, günceli kurtarma yaklaşımları, Kürt halkının kaderi üzerinde söz sahibi olacak bir demokratik birlik çalışmasının yapılmasını engelliyor. Bu konuda özelikle Güney Kürdistan yönetimine, Güney Kürdistan'daki siyasi partilere, KDP ve YNK'ye önemli bir rol ve sorumluluk düşüyor. Her ne kadar son yıllarda böyle bir ulusal toplantının yapılmasından yana tutum geliştirmiş olsalar da bunu pratikleştirme adımını bir türlü atmadılar. Uzak duruyorlar. Kürdistan'ın bütün parçalarını o parçaların somutunda görüp ele alma, ona göre yaklaşım geliştirme gücünü gösteremiyorlar. Kürdistan geneline hep Güney Kürdistan penceresinden bakıyorlar. Onun çıkarlarına göre yaklaşım gösteriyorlar. Dolayısıyla da Kürdistan geneli hakkında özgür, eşit çözümü öngörecek kararlar almayı ifade eden çalışma adımlarını atamıyorlar. Uluslararası ve bölgesel bazı güçler ne der diyerek tereddüt gösteriyorlar.

Örneğin Rojava’daki devrimi kaldıramıyorlar. Kuzey Kürdistan'da halkın özgürlük ve demokrasi savaşını, AKP'nin topyekun özel savaşı karşısındaki demokratik direnişini kaldıramıyorlar; güncel çıkarlarına ters görüyorlar. Bu nedenle de birlik adımını bir türlü atamıyorlar. Örneğin, Güney Kürdistan yönetiminin AKP ile ilişkileri genel mücadeleye ciddi zarar veriyor. AKP KDP'den aldığı güçle Serêkani’ye, Afrin’e, Halep’e çete saldırtıyor; Qamışlo’ya, Derik’e saldırmaya hazırlanıyorlar. Türkiye Güney Kürdistan'daki yaklaşımlardan aldığı güçle Suriye muhalefetinden Kürtleri dıştalamaya çalışıyor.

Yine AKP Güney Kürdistan'dan aldığı güçle Kuzey Kürdistan'da bu kadar saldırgan bir imha savaşı sürdürebiliyor. Her türlü teknikle Kürdistan dağlarını bombalıyor, Kürt gençlerini katlediyor, Kürt demokratik siyasetine karşı bu kadar vahşi bir siyasi soykırım operasyonu yürütebiliyor. Suçsuz, günahsız insanları yıllardır tutup hapishanelere tıkabiliyor. Kürt çocuklarını taş attılar diye zindanlara koyup her türlü hakaretlere uğratabiliyor. Bu tutuklamalara ve baskılara ciddi bir tepki gösterilmiyor. İmralı işkence sistemini Önder Abdullah Öcalan üzerinde 15 yıldır sürdürebiliyor. Bunlar önemli hususlar tabii. Kuşkusuz Güney Kürdistan yönetimi Kuzey ve Batı Kürdistan'daki halkla birlikte doğrudan savaşa girsin demiyoruz, fakat sadece kendi ekonomik çıkarlarını gözetip Kuzeyde, Batıda durumun ne olduğunu dikkate almaz, ona göre davranmazsa da o zaman o parçalardaki halkın mücadelesine zarar verilmiş olur. Nitekim mevcut durumda zarar da veriliyor. Bizim ihtiyacımız var, ekonomik, siyasi çıkarlarımız bunu gerektiriyor denerek bu yapılıyor. Halbuki Güney Kürdistan'ın ekonomik bakımdan AKP'ye muhtaçlığı yoktur. AKP bu konuda Güney Kürdistan'a muhtaçtır. Siyasi açıdan da Türkiye'ye muhtaçlığı yoktur. Irak’la, Arap alemiyle, küresel sistemle ilişkileri var. Mali durumu fazla ve her yerden mal alabilecek durumdadır.

‘GÜNEY KÜRDİSTAN DEĞİL ASIL TÜRKİYE GÜNEY KÜRDİSTAN’A MUHTAÇ’

Aslında ekonomik olarak da siyasi olarak da daha çok Türkiye Güney Kürdistan'a muhtaçtır. Eğer bu gücü Kürt sorununun çözümü yönünde etkili kullanabilse Güney Kürdistan yönetimi, diğer parçalarda, Kürdistan genelinde sorunun çözümünde önemli rol oynayabilir. Fakat bu noktada dar, çekingen, sadece kendini dikkate alan bir politik yaklaşım söz konusu. Bu nedenle diğer parçalardaki durum olduğu gibi görülemiyor, kabul edilemiyor. O nedenle de bütün parçaların mevcut durumunu değerlendirecek, yürütülen mücadeleleri birleştirecek, ortak karara bağlayacak adımlar atılamıyor. Ulusal kongre toplansa elbette bu kararları alması gerekiyor, bunu herkes biliyor. Ama Kuzey Kürdistan'daki Özgürlük Mücadelesi, Batı Kürdistan'daki mücadele, Doğu Kürdistan'daki mücadele kendi somutu içinde yeterince görülüp kabul edilemeyince onları kararlaştıracak, ortak sorumluluk alacak adımlar atmaktan da çekiniliyor. Mevcut kongre ya da konferans kararının pratikleştirilememesi buradan kaynaklıdır. O nedenle Güney Kürdistan yönetimine, siyasi partilere dönük eleştiriler var, ulusal kamuoyu kuşkuyla bakıyor buradaki politikalara. Çok dar, çok parçacı, çok mahalli buluyor. Çok fazla kendi çıkarını öngören, Kürdistan genelini ve Kürt halkının genelde yürüttüğü mücadeleyi yeterince dikkate almayan bir politik yaklaşım olarak değerlendiriliyor.

Bunun en somut örneği Batı Kürdistan'da ortaya çıktı. Bazı partiler ısrarla TC’yle ve çetelerle birleşerek Batı Kürdistan'daki özgürlük devrimini sabote etmeye çalışıyorlar. Buna Güney Kürdistan yönetimi etkin tavır alamıyor. Dahası el altından desteklediği yönünde de iddialar, hatta bilgiler var. Ne kadar doğru bilemiyoruz, bu bilgilerin yanlış olmasını diliyoruz. Ama ne yazık ki böylesi bilgiler var ve eğer bunlar doğruysa tabii ki Kürt halkının tüm parçalarda yürüttüğü mücadelenin sonucu ortaya çıkan gelişmelere ve imkanlara Güney Kürdistan'daki yönetimin böyle bir tutum takınması ulusal demokratik çizgi ve duruş açısından sakıncalı. Böyle ulusal duruş olmaz, demokratik duruş olmaz. Böyle Kürt sorununun çözümü, Kürdistan'ın özgürlüğü gerçekleşmez. Herkes böyle yapmaya kalkarsa o zaman ortada Kürt birliği, demokrasisi diye bir şey olmaz.

Kürtler bir olmazlarsa, peki, yarın Suriye üzerinden tüm bölgedeki sorunları çözmek üzere genel bir siyasi uzlaşma platformu oluşturulursa, geçmişteki savaşları sona erdiren anlaşma platformları gibi böyle bir ortamda Kürdistan bütünlüğünü, Kürt halkının ulusal demokratik çıkarlarını hangi Kürt birliği, iradesi temsil edecek? Diğer yandan farz edelim bir büyük savaş olur, bölgesel savaş gelişirse Kürdistan'ın merkezinde olacak bir savaş daha ileri düzeyde ortaya çıkarsa o durumda Kürt halkı kendini hangi birlikle, hangi güçle nasıl savunacak? Oysa bu tür gelişmeler güçlü ihtimaller düzeyindedir. Öyle zayıf değildirler, çok uzağımızda da değiller. Yakında her an gerçekleşebilirler. Böyle durumlarda Kürt halkının ulusal birlik halinde iradesini ve savunma sistemini ortaya koyabilmek, varlığını ve özgür geleceğini kazanabilmek açısından şart.

Tarihi geçmişe bakalım, I. Dünya Savaşı sonrasına, Sevr’e, Lozan’a. Ondan önceki tarihsel süreçlere bakalım. Hep böyle bir birliğin sağlanamaması, parçalı kalma, dolayısıyla Kürt halkının iradesini ve gücünü bütünlük halinde hareket ettirememe sonucunda Kürdistan bu hale geldi, böyle bir inkar ve imha sistemi altına alındı. Bu tarzda parçalanarak üzerinde soykırım uygulanan bir ülke ve halk konumuna düşürüldü. Eğer şimdi de bu durum aşılamazsa kurtuluş yine gerçekleşemez. Demek ki kurtuluşu gerçekleştirebilmek için her şeyden önce tarihten ders çıkartarak Kürtleri zayıf bırakmış, iradesiz kılmış olan bu parçalı duruşu aşabilmek lazım. Elbette sıkı bir merkezileşme doğru değildir; gerekli de değildir. Onlar despotizme, diktatörlüğe götürür. Demokratik konfederalizm bu konuda en önemli bir ilişki ve birlik biçimidir. Ama birliksizlik de despotik merkezi sistem yaratacak kadar tehlikelidir. O nedenle en doğrusu demokratik birlik ve ittifak halinde olmaktır. Bütün parçalarda ve Kürdistan genelinde demokratik birliği, ittifakı yaratacak bir konumda olmaktır. Hem bölgede barışın ve sorunların demokratik yöntemle çözümünün sağlanmasında rol oynamak, hem de Kürdistan'ın bölünüp parçalanmışlığına ve Kürtlere dayatılan inkar ve imhaya son vererek Kürt halkının varlığını ve özgür geleceğini garantilemek, böyle bir demokratik birlik yaklaşımı içinde sürece yaklaşmak, sorumluluk duyarak etkin, aktif ulusal demokratik çıkarları gözeten bir mücadeleyi yürütmeyi gerekli kılıyor. Başarı ancak böyle bir tutumla ve mücadeleyle olur. Her türlü tehlikeye karşı tedbir olduğu kadar, yine her türlü fırsat ve imkanı Kürt halkının ulusal demokratik çıkarları ve bölge halklarıyla kardeşçe yaşaması doğrultusunda kullanabilmek de ancak bu tutumla gerçekleşebilir.

‘ULUSAL BİRLİK SADECE SİYASETÇİLERE BIRAKILMAMALI’

Bu çerçevede demokratik birlik yaklaşımını önemsemek lazım; herkes böyle bir yaklaşım içinde olmalı. Ulusal düzey, tutum bu çerçevede gelişmeli. Siyasi partiler, siyasi güçler üzerinde ulusal, toplumsal Kürt iradesinin, Kürt kamuoyunun baskısı oluşmalı. Her şey siyasetçilerin kararına, görüşüne de bırakılmamalı. Aydınlar, sanatçılar, toplumsal irade siyaset üzerinde etkinliğini kullanabilmelidir. Doğru yönde adım atılması için yönlendirici, teşvik edici olabilmelidir. Bu anlamda siyasetçilere görev ve sorumluluk düştüğü kadar ulusal demokratik birliğin yaratılmasında aydınlara, sanatçılara, değişik sivil toplum örgütlerine, toplumsal demokratik güçlere de görev ve sorumluluk düşüyor. Herkes görev ve sorumluluğunun bilincinde olur, tartışarak ulusal demokratik çıkarlar temelinde doğruların ne olduğunu ortaya çıkarır, onda birleşirse işte o zaman sorun çözülür. Birliksizlik birliğe dönüşür. O da Kürt halkını geleceğe iradeli ve örgütlü biçimde hazır kılar.

2013 yılına hareketiniz hangi temel hedeflerle giriyor?

Ben her şeyden önce halkımızın ve dostlarımızın yeni yılını kutluyorum. Yeni yılda yürütecekleri özgürlük ve demokrasi mücadelesinde hepsine üstün başarılar diliyorum. Tabii hayalci olmamak, kimseyi yanıltmamak, gerçekçi olmak gerekiyor. 2013 yılı büyük imkanlar, fırsatlarla birlikte ciddi tehdit ve tehlikeleri de içeriyor. Bu bakımdan 2012 yılı gibi değildir. 2012 yılında küresel ve bölgesel güçlerin hamle yapma, aktif olma konumları yoktu. Dolayısıyla birçok çevreden gelebilecek olası tehlikeler gündemde değildi. Kürt sorununun çözümü için etkili bir hamle yapma ve mücadele etme imkanı vardı ve böyle bir mücadelenin gücüne dayanarak Kürt sorununu özellikle de Kuzey Kürdistan'da kendi çapında çözüme götürmek, Türklerle Kürtlerin anlaşması biçiminde çözmek mümkündü. Bunu gerçekleştirmek için biz elimizden gelen çabayı hareket ve halk olarak harcadık. Önder Apo bunun başarı kazanması için her türlü zorluğu ve tehlikeyi göze alarak tutum geliştirdi, direndi. Bu olmazsa ortaya çıkabilecek tehlikeler konusunda başta AKP hükümeti olmak üzere Türk devlet yöneticilerini, Türkiye'nin bütün duyarlı, dinamik kesimlerini uyardı. Aynı zamanda bizi de uyardı. Eğer daha net, kalıcı, kendi gücümüzle sonuç almak istiyorsanız devrim yapmaktan korkmayın, doğru siyasetler temelinde etkili, aktif mücadele yürütün ve çözümü Türkiye'nin toplumuna ve devletine dayatarak kabul ettirin dedi. Bu önemli bir durumdu ve tutumdu.

Bunu geliştirmek için bir çabamız oldu. 2012 yılının büyük mücadelesi bu durumu başarmak içindi. Bu doğrultuda belli gelişmeler de yarattık. Rojava’daki devrim bunun için önemli bir avantaj ifade ediyor. Yine PKK'nin Kuzey Kürdistan'da geliştirdiği devrimci halk savaşı bu konuda önemli bir gelişmeyi ortaya çıkardı. Her şeyden önce Kürt halkının yenilemeyeceğini, PKK ve gerillanın ezilemeyeceğini, her koşulda, her zaman özgürlük için Kürtlerin direnme gücüne ve potansiyeline sahip olduklarını ortaya koydu. PKK'nin savaş gücünün ve potansiyelinin yenilmez durumda olduğunu bir kez daha dost düşman herkese gösterdi. Sorunun demokratik siyasi yöntemlerle çözülebilmesi için de zemini oldukça uygun ve elverişli hale getirdi. Bunlar önemli gelişmeler olmakla birlikte bu faşist, soykırımcı, inkarcı iradeyi de tümden kıramadı, yenilgiye uğratamadı. Türkiye'yi değiştirecek büyük bir demokratik devrim hamlesi geliştiremedi.

O nedenle 2013’e girerken durum biraz daha farklılık arz ediyor. Elbette 2012’de Kürt sorununu kendi gücümüzle çözen, bu temelde Türkiye'nin demokratikleşmesini ve Kürt birliğini yaratan adımlar atabilseydik, kimsenin eli Kürt sorunun çözümüne ve demokratikleşmeye değmeseydi ne kadar iyi ve güzel olurdu; rahat olurdu. Bundan Kürtler kadar Türkiye toplumu, Ortadoğu halkları fayda görürdü. Fakat bunu tam başarmaya gücümüz yetmedi. En azından 2012 yılı açısından süreç devam ediyor bizim için. Diğer yandan Türkiye'de böyle bir irade ortaya çıkmadı. AKP faşist soykırımcı tutumda daha fazla katılaştı, derinleşti. Bu anlamda çözümsüzlük derinleşerek sürdü, devam edip gidiyor.

‘2013 YILINDA SİYASİ VE ASKERİ MÜCADELE ÇOK DAHA KARMAŞIK OLACAK’

2013’e girerken durum biraz daha farklı tabii. Artık Kürdistan'daki savaş da siyasi ve askeri boyutlarıyla tümüyle bir bölgesel çatışma savaşı haline geliyor. Artık ne Türkiye'nin demokratikleşmesi ne de Kürt sorununun çözümünü Türkler ve Kürtler kendi başlarına yapacakları bir dönem geride kalmış gibi oluyor. Çünkü Suriye'de bir siyasi uzlaşma da gelişse bu Kürtleri de Türkiye'yi de etkileyecek ve küresel sistem buna karar vermeye çalışacak. Diğer yandan Suriye'de bir çatışma çıksa Türkiye-Kürdistan bu savaşın ortasında olacak ki, artık savaş içerisinde dünyanın bütün güçleri bulunacağına göre Kürt sorunu da, Türkiye'nin demokratikleşmesi de böyle bir savaşın sonucuna bağlı hale gelecek. Bu bakımdan artık süreç daha karmaşıktır. Sorunların çözümü daha karmaşık, bölgesel ve küresel karakteri daha da arttı. Halbuki bu duruma gelmeden, bunu kendi inisiyatifimizle, gücümüzle yapabilseydik, kimse bu işe fazla karışmasaydı en iyisiydi. Ama özellikle AKP cephesi, Türkiye'de devleti elinde bulunduran güçler bunu engellediler, böyle bir durumdan fayda gördüler. Çıkarlarını küresel sistemle daha fazla birleştirmiş bulunuyorlar. Doğru mu yaptılar, yoksa ellerindekini de mi kaybedecekler bilemeyiz. ABD’den gelen sinyaller böyle giderse Türkiye'nin bölüneceğini ifade ediyor. Bu anlamda mevcut tutumun iktidar sahiplerine ne kadar kazandırıp ne kadar kaybettireceği de çok fazla bilinmiyor.

Bu çerçevede insan kısaca şunu söyleyebilir: herkes duyarlı olmalı, hazırlıklı olmalı. 2013 yılında siyasi ve askeri mücadele çok daha karmaşık, çok daha boyutlu olacağa benziyor. Her şey 2013 yılında olup bitecek, sona erecek değil elbette, ama 2013 yılında bölgesel düzeyde askeri ve siyasi mücadelenin büyük bir tırmanma yaşayacağı tartışmasızdır. Bu herkesi içine alacak ve etkileyecek. Kürdistan üzerinde mücadele de bunun içinde olacak, Türkiye'nin kendisi de böyle bir mücadele içinde yer alacak, bulunacak. Sonuçlar, gelişmeler böyle bir mücadelenin yürütülüşüne bağlı olacak. Artık Kürt sorununun çözümü Türkiye'nin ve Kürtlerin yalnız başına iradesiyle çözeceği bir sorun olmayı gittikçe daha çok aşar hale geldi; bölgesel ve küresel boyut kazandı. Daha çok çatışmalı durumu ihtiva eder hale geldi. Bu anlamda daha karmaşık, derinlikli ve kapsamlı bir siyasi-askeri mücadele yaşanacak. Herkes bunu bilmeli, buna hazırlıklı olmalı. Biz sürece bu temelde yaklaşıyoruz; 2013 yılına bu çerçevede yaklaşmaya ve buna göre kendimizi hazırlamaya çalışıyoruz. Doğru tutumun bu olduğuna inanıyoruz.

Bu temelde gelişebilecek olası kapsamlı siyasi uzlaşmalara, siyasi çözümlere her zaman hazır olduğumuz gibi, bir dünya ve bölge savaşı düzeyindeki savaşlar içerisinde Kürt halkının varlığını ve özgür geleceğini kazanma, savunmayı başaracak düzeyde bir askeri hazırlığı da önümüze koymuş bulunuyoruz. Kendimizi buna göre hazırlıyoruz. Kürdistan'ın bütün parçalarında halkın böyle bir tutum ve hazırlık içerisinde olması gerektiği inancındayız. Öyle Kuzeyde ya da Güneyde bazılarının gençliğinde ezberlediği bazı sözleri tekrarlaması gibi “silahın devri geçti, silahlı mücadeleyle bir şey kazanılmaz” gibi sözlerin hiçbir anlamının ve değerinin olmadığı, halk için aldatıcılıktan başka bir anlam ifade etmediği açık. Kimsenin buna da kulak asmaması gerektiğini belirtiyoruz. Herkes dikkatli olmalı, ciddi olmalı. Her şeyden önce Güney Kürdistan toplumu ciddi ve dikkatli yaklaşmalı. Çünkü ne olacağı belli değildir. Öyle varlığını ve geleceğini garantileme durumu söz konusu değildir. Her an büyük bir çatışma ve savaş içinde kalabilir; katliamlarla yüz yüze gelebilir. Geçmişte bunları çok yaşadık. Gelecekte de bunların olmayacağına dair hiçbir garanti söz konusu değildir. O nedenle bu tür durumlarda kendi öz savunmasını yapacak bir hazırlık düzeyine sahip olmak gerekiyor her an. Güney Kürdistan halkı, gençleri, siyasi güçleri bu konuda duyarlı olmalı.

‘DEVRİMCİ HAMLE 2013’TE SADECE GERİLLAYLA SINIRLI KALMAYACAK’

Kuzey Kürdistan'da devrimci halk savaşı stratejisi temelindeki demokratik özerklik çözümünü gerçekleştirme mücadelesini biz geliştirerek sürdüreceğiz. AKP'nin faşist soykırımcı saldırılarına karşı ancak varlığımızı ve özgürlüğümüzü böyle bir direnişle sağlayabiliyoruz. Dolayısıyla da gerilla ve serhıldan daha çok gelişecek. 2012’deki devrimci operasyon adımları daha da düzeltilmiş, daha iyi planlanmış ve sonuç alıcı bir temelde 2013 yılında geliştirilecek. Sadece gerilla hamleleri değil bunlar, devrimci operasyonlar 2012’de sadece gerilla düzeyinde kaldı, ama 2013’te öyle olmayacak. İdeolojik, siyasi, askeri bütün alanlarda topyekun bir devrimci hamleyi ifade edecek ve sonuç alacağız. Parça parça demokratik özerklik çözümünü gerçekleştirecek, ikili yönetimi Kürdistan'da her yerde geliştirecek bir sonuca ulaşmayı özgürlük devrimini Kuzey Kürdistan'da ilerletmeyi hedefleyeceğiz. Bu bakımdan gerillayı daha doğru tarz ve yaratıcı taktiklerle etkili, sonuç alıcı geliştirebileceğimiz gibi, serhıldanı etkin bir biçimde devreye koyacağız. AKP'nin topyekun özel savaşına karşı demokratik siyasal mücadele, propaganda-ajitasyon çalışmaları, ideolojik mücadele, kısaca topyekun devrimci demokratik direniş sürecek. Bu konuda önemli bir sonuç elde edebileceğimize inanıyoruz.

Kuşkusuz bu mücadele “Önder Apo'ya özgürlük ve Kürdistan'a statü” hedefi temelinde sürecek. 2012 yılında “Önder Apo'ya özgürlük” konusunda eşikten adımımızı attığımıza inanıyoruz. 2013 yılında bunu gerçekleşir kılacağız. Artık eşikten adım atma değil de, fiilen gerçekleşir hale getireceğiz. Özgürlük Mücadelesini ideolojik, siyasi ve askeri alanlarda bu düzeyde geliştireceğiz. Öyle ki kesinlikle mücadeleyi Önder Apo'nun özgürlüğünü sağlatacak bir düzeye, yoğunluğa çıkartacağız. Bütün mücadelemiz, her türlü çalışma her yerde “Önder Apo'ya özgürlük ve Kürdistan'a statü” hedefine bağlı olarak yürüyecek ve yükselecek.

Tabii Kürt halkı sadece Kuzey Kürdistan'da direnmiyor, Batı Kürdistan'daki 19 Temmuz özgürlük devrimini hem koruma, savuma hem de ilerletme yönünde Batı Kürdistan halkının çabaları da sürecek. Devrim ne pahasına olursa olsun mutlaka savunulacak. Ama bu savunma pasif bir savunma konumunda olmayacak, daha çok ilerletilecek bir savunma olacak. Geri kalan yerlere de özgürlük devrimi yayılıp Batı Kürdistan'ın tümü özgürleştirilerek, diğer yandan devrim demokratik konfederalizm örgütlülüğüyle bütün topluma derinliğine yedirilerek, aynı zamanda öz savunma güçleri her türlü saldırı karşısında Batı Kürdistan halkını savunacak bir eğitim ve örgütlülük düzeyine çıkartılarak bu savunma sürdürülecek. Dikkat edilirse bu aktif savunmadır. Devrimi, devrimci mücadeleyi daha büyütme, daha da çok geliştirme savunmasıdır.

Bunlarla birlikte Doğu Kürdistan halkımız da her an çıkabilecek çatışmalı duruma karşı hazırlıklı olmakla birlikte mümkün olduğu kadar çatışmasızlık içinde siyasi, ideolojik, örgütsel çalışmalarını yürütecek. Ama kendi etrafında gelişebilecek olası bir çatışma durumunda kendini koruyup savunacak, ortaya çıkacak zemini değerlendirebilecek bir hazırlık düzeyine de her zaman sahip olacak. O alan açısından da öngördüklerimiz bunlardır.

Dikkat edilirse 2013 yılını yeni bazı yaklaşımlarla birlikte değerlendiriyor ve ele alıyoruz. Hem dışımızdaki siyasi ve askeri mücadelenin daha çok yoğunlaşacağını düşünüyoruz, hem de bizim böyle bir mücadele ortamına özgürlük devrimini geliştirerek yeni hamlelerle devrimci savaşı ilerleterek katılmamızı öngörüyoruz. Yani dıştaki gelişmeler bizim için bir mücadele zemini olacak. Tehlikeleri olmakla birlikte, onlara karşı tedbiri geliştirerek cevap verip aynı zamanda böyle bir mücadeleci ortamın yaracağı avantajları da değerlendireceğiz. Ama diğer yandan daha çok biz doğru bir siyaset temelinde öz savunmamızı güçlendirerek Kürdistan özgürlük devrimini her parçanın özgürlüğüne uygun bir biçimde geliştirmek üzere mücadelemizi her alanda daha çok yoğunlaştıracağız.

2013 yılı bu anlamda daha büyük bir mücadele yılı olacak, daha büyük bir devrim yılı olacak. Biz inanıyoruz ve doğru bir tarzda etkili bir pratik uygulama geliştirdiğimiz ölçüde de 2013 yılının büyük bir başarı, zafer yılı olacağını; “Önder Apo'ya özgürlük ve Kürdistan'a statü” hedefimizin çok daha ileri düzeyde gerçekleşeceğine inanıyoruz. Bu inançla bir kere daha tüm halkımızın miladi yeni yılını kutluyor, 2013 yılında özgürlük ve demokrasi mücadelesi yürüten herkese bu mücadelesinde üstün başarılar diliyoruz.”

ANF / 24.12.12