İstanbul 'KCK' ana davası komedyası-İzlenim – Mustafa Doğan

  • Arşiv
  • |
  • Kürt Sorunu / Azınlıklar
  • |
  • 11 Aralık 2012
  • 10:59

İstanbul'da bir yılı aşkın süredir 122’si tutuklu 205 siyasetçinin yargılandığı ‘KCK İstanbul ana davası’nın duruşması için Silivri'deyiz.

İstanbul'a 60 kilometre uzaklıktaki Silivri ilçesinde yıllardır ayçiçeklerinin ekildiği devasa tarlalar kamulaştırılarak cezaevi kompleksine çevrilmiş. Cezaevi ve duruşmaların yapıldığı binalara giden yola sağdan girince ilk andan itibaren jandarma araçları karşılıyor sizi. Jandarma devriye araçları, jandarma trafik araçları ve jandarma robocoplar karşılıyor sizi yol boyunca.

Duruşma salonunun yakınlarında Ergenekon davalarında yargılananlara destek vermek için konteynır ve çadırlar kurulmuş.

KCK, Ergenekon, Balyoz, Odatv gibi davalarda binlerce tutuklunun bulunması nedeniyle, gerek cezaevi ziyareti gerekse de duruşmaları izlemeye gelenler için Silivri-İstanbul arasına belediye otobüsleri tahsis edilirken, minibüsler de eksik edilmemiş.

Duruşma salonunun hemen 30 metre solunda Fatih İlkokulu ve Fatih Ortaokulu yer alıyor. Okullar ile duruşma salonunu tel örgüler ayırıyor.

Önünde kocaman harflerle 'Duruşma Salonu' yazılan bir kapıdan giriyoruz içeriye. X-ray cihazlarından geçiyorsunuz. Telefon, fotoğraf makinası yasak.

Girişte askerler karşılıyor. Tamamına yakını Uzman Çavuş veya astsubay. Aralarında kadın astsubaylar da var.

X-ray cihazından geçince görevli bir uzman çavuş, 'özür dilerim' diyerek üstünüzü aramak istiyor. Aradıktan sonra 'teşekkür ederim, geçebilirsiniz' diyor.

Daha önce Türkiye'nin değişik kentlerindeki siyasi davalarda duruşmaları izleyen biri olarak şaşırıyorum. İlk kez böyle bir davayı izlemeye giderken 'hoş geldiniz', çıkışta yine aynı güler yüzle 'iyi akşamlar' diyen asker-gardiyanlara rastlıyorum.

Arama noktasından geçtikten sonra duruşma salonunun solunda çay-kahve-nescafe servisinin yapıldığı kafeterya, sağında ise kahvaltı ve öğlen yemeği bulabileceğiniz restaurant var.

Çalışanlar sanki 5 yıldızlı otelde çalışan personeller gibi temiz, ütülü ve renkli üniforma giymişler.

Cafeterya ve restaurantta çalışan garsonlar yarı açık cezaevinde cezalarının bitimine az bir süre kalan adli mahkûmlardan oluşuyor.

Duruşma salonu değil sanki bir tatil köyüne gelmişsiniz izlenimi veriyor size. Sanki her şey siz gelen 'müşterileri' memnun etmek için hazırlanmış.

Yeni yapıldığı belli olan devasa binaya giriyorsunuz. Kapalı spor salonundan farksız. Hiç kolon bulunmayan ve adına 'duruşma salonu' denilen yapının içine girip izleyici sırasına oturduğunuz anda ise sanki bir duruşma salonunda değil, filmlerde gördüğünüz veya romanlarda okuduğunuz İngilizlerin bir zamanlar sömürgesi olan Hindistan'daki mahkeme salonlarında yapılan yargılama hissine kapılıyorsunuz.

En başta yerden 2 metre yükseklikte bulunan hakimlerin bulunduğu platform, hemen solunda yine aynı yükseklikte ve gösterişte savcının oturduğu platform göze çarpıyor.

Orta yerde etrafı korkuluklarla kapatılmış ve askerlerce çembere alınmış alan ise sanıklara ayrılmış.

Duruşma salonunun hemen solu basın mensuplarına, sağ tarafı ise savunma avukatlarına ayrılmış. Salonun ortasında tutuklu sanıkların hemen arkasında ise tutuksuz yargılananlar için ayrılmış bölüm var.

Duruşma salonu yaklaşık 300 kişilik, ama gelen izleyici sayısı sağanak yağmur yağışına rağmen 400'den fazla.

Mahkeme heyeti, tutsaklar, avukatlar, gazeteciler, tutuksuz yargılananlar ve izleyiciler...

Hepsinin etrafından askerler 'güvenlik' amacıyla bulunuyor.

Duruşmaya ilk önce izleyiciler, ardından da tutuklu bulunanlar alınıyor.

Tutsaklar oturacağı alana getirilince duruşma salonu birden hareketleniyor. İzleyicilerden ve tutsaklardan sesler yükseliyor. Her izleyici yargılanan arkadaşını, eşini, babasını, kızını, çocuğunu, amcasını görmek için el sallamaya başlıyor. Ve 'heval', 'heval' sesleri yükselmeye başlıyor.

Konuşulan, seslenilen, selamlaşılan tek dil Kürtçe.

Tutsaklar ile izleyiciler birbirlerine çok uzak. Seslerini duyurma çabasındalar. Ancak o kalabalıkta seslerini duymaya imkan yok.

Tek anlaşabildikleri dil işaret dili.

Tutsaklardan kimi selam gönderiyor yakınına, kimi el işaretleriyle sağlığının iyi olduğunu, morallerinin yüksek olduğunu anlatmaya çalışıyor.

Mahkeme heyetinin gelip platformda yer almasından sonra bile devam ediyor bu manzara.

Kürtçe konuşuluyor ama mesafe uzak olduğu için tutsaklarla yakınlarının birbirlerini anlamasına imkan yok. İşaret diliyle durumlarını, sağlıklarını, morallerini, umutlarını anlatmaya çalışıyorlar.

5-10 dakika süren bu işaret diliyle anlaşma faslından sonra, platformda oturan mahkeme başkanı tek tek kendi ismi başta olmak üzere diğer iki üye hakimin ismini anons edip tanıttıktan sonra duruşmayı açıyor.

Duruşmaların 21 Aralık tarihine kadar süreceğini belirtiyor hakim. Sonra söz avukatlara veriliyor.

Bir avukatın, 'KCK davaları siyasidir, iktidar karar vermiştir. Bunu BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş da dile getirdi. Demirtaş'ın tanık olarak dinlenilmesini talep ediyoruz' yönündeki talebi mahkeme heyetince 'varsa bir suç duyurusu savcılığa başvurabilir' denilerek reddediliyor.

Ve mahkeme başkanı, 2 bin 500 sayfalık iddianamenin şu ana kadar 600 sayfasının okunduğunu, geri kalanın okunmasına başlanacağını belirtiyor.

İddianame 600'üncü sayfadan okunmaya başlıyor. Okuyanlar biri kadın biri erkek iki TRT spikeri. Duruşma boyunca yorulup yorulup birbirlerine devrediyorlar okuma sırasını.

İddianamedeki telefon görüşme kayıtları okunurken telefonda söylenen ve suç unsuru olan cümleler içinde yer aldığı iddia edilen 'hııı, haaaa, hıım, aaaa...' ifadeleri spikerler tarafından sık sık telaffuz ediliyor.

İddianamenin bir yerinde yapılan bir protesto gösterisinde atılan 'Erdoğan Kerdoğan' sloganı okununca, izleyici sıralarından gülüşmeler yükseliyor...

Mahkeme heyeti anlamıyor ikinci kelimeyi, ama hem tutsaklar, hem de tutsak yakınlarını gülümsetiyor bu sözler.

İddianamede sık sık BDP ilçe örgütlerinin bağış kampanyaları "KCK'ye para temin etmek, haraç toplamak" şeklinde savcının suçlamasına yansıyor.

Oysa bahsi geçen bağışlar kimi yerde 5 TL, kimi yerde 10 TL halkın verdiği paralardan oluşuyor.

Devasa bina, görkemli hakim ve savcı platformları, koltuklar, masalar...

Yargılayanın dili ayrı, yargılananın ve izlemeye gelenlerin dili ayrı. En azından tamamına yakını öyle.

Duruşma, daha önce Kürtçe yapılmak istenen savunmalara izin verilmemesi, avukatların salonu terk etmesi, ziyaretçilerin protesto gösterileriyle başlayan olaylı bir şekilde ara verilen yerden, iddianamenin 600'üncü sayfasından başlıyor.

Duruşma salonunda güvenliği sağlayan askerlerin bazılarının uyukladıkları gözlenirken, buna önlem olarak her yarım saatte bir er ve erbaşlardan oluşan ekip değiştiriliyor. Ancak ‘KCK manifestosu’ sayılan 8 maddelik bölüm okunurken, herkes pür dikkat kesilmiş 'Ekolojik Bölüm', 'Siyasi Bölüm', 'Öz Savunma', 'Kadın' gibi bölümlerin ayrıntılarının okunmasını can kulağıyla dinliyorlar. En dikkatli dinleyenler ise uyuklamayı bırakan er ve erbaşlar...

Duruşmaya ara verilince kafeteryada izleyiciler kendi aralarında konuşuyor. Kimisi ilk kez KCK manifestosu sayılan bölümleri okuduklarını anlatıyor.

Tutsaklarla işaret diliyle anlaştıklarını dile getiren izleyicilerden biri, "Yarın bu işaretlerden dolayı bizleri de içeri alırsa şaşmayın..." diyor gülerek.

Tutsakların günlük telefon konuşmalarının suç unsuru olarak lanse edilmesine tepki gösteren orta yaşlı iki tutsak yakınının tepkisi ise daha farklı. "Bu mu yargılama, bu mu Türkiye'yi bölmek. Aynı konuşmaları telefonda biz de her gün kullanıyoruz, aynı sohbeti yapıyoruz. Yarın bizi de mi alacaklar..." diyerek tepkilerini dile getiriyorlar.

Duruşma salonunun dışında robocoplar, jandarmanın Toplumsal Olaylara Müdahale Aracı (TOMA)'lar hazır halde bekletiliyor.

Duruşma salonunun dışında daha önce Kürtçe savunmaya izin verilmemesi ve izleyicilerin dışarı çıkarılmak istenmesi üzerine yaşanan protesto gösterileri nedeniyle jandarma hazır bekletiliyor kapı dışında.

Aynı davadan 8,5 yıl tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakılan ve halen tutuksuz yargılanan Prof. Dr. Büşra Ersanlı ile konuşuyoruz.

"İddianame 2 bin 500 sayfa. Bunun yüzlerce örneğinin tüm sanıklara, avukatlara çoğaltılarak dağıtıldığını düşünün. Bu dava kağıt israfından başka bir şey değil. Milli servete yazık oluyor" diyor.

Dava dosyasında kendisi hakkında 650 sayfalık ifade olduğunu belirten Prof. Ersanlı, "Benim hakkımda, burada ne demek istedin, bu konuşmalar ne anlama geliyor diyebilecekleri bölüm ise 6 sayfayı bulmuyor. Bu dava güüüm diye düşecek. Önümüzde yerel seçimler, Cumhurbaşkanlığı seçimi var.

İddianamede suç unsuru olarak gösterilen konuşmalar, telefon kayıtları yasal bir partinin çalışmalarında yapmış olduğu konuşmalar, görüşmeler. Okuyun bakın içinde suç unsuru bulamazsınız. Konuşmaların içeriğine bakarsanız, burada legal bir partide çalışan genç çocukların, parti çalışanlarının yaptıkları parti çalışmaları ile ilgili günlük konuşmalar. Bunları içinden çıkarırsanız iddianame diye bir şey kalmaz. Ama hepsi 'suç delili' olarak lanse edilmiş. Başka partilerin kayıtları ortaya çıksa kim bilir ne ahlaksızlıklar ortaya dökülür" diye devam ediyor.

Aradan sonra tekrar salona alınıyoruz. Kafeterya dışında yine asker-gardiyanlar...

Kapatılan DTP ile BDP İstanbul il örgütünün çalışmalarında yer alan bir ziyaretçi, 'Kendimi partinin İstanbul il ve ilçe toplantılarından birinde sandım bir an. Çünkü tutsakların hepsi o dönem birlikte çalıştığım il başkanları, ilçe başkanları, parti yöneticileri. Mahkeme değil, kendimi toplantıda sandım" diyerek şaşkınlığını anlatıyor.

Duruşma öğleden sonra yeniden başlıyor.

Tutsaklardan birinin tape kayıtları okunuyor iddianameden. Kişinin, parti yöneticilerini ziyareti, araçla seyahati, arkadaşlarıyla telefonla sohbeti, merhabalaşması, parti sorunları hakkındaki konuşmaları TRT spikerlerinin düzgün Türkçesi ile anlatılıyor 'suç unsuru' olarak.

Oturduğum koltuğun arkasında bulunan bir izleyici tepkisini dile getiriyor. "O araçta ben de vardım. Partinin toplantısına gidiyorduk. Onlar şu an sanık, ben şu an buradayım. Bunun nesi suç. Suç ise ben niye izleyici koltuğundayım" diyerek şaşkınlığını dillendiriyor.

Duruşma yaklaşık 150 sayfanın okunmasından sonra sona eriyor. Duruşma çıkışı yine aynı davadan tutuksuz yargılanan Mazlum Doğan'ın ağabeyi Ayten Doğan'la konuşuyoruz.

O da yargılananlar ve ziyaretçiler gibi tepkili, iddianamede 'suç unsuru' olarak gösterilen 'delillere'...

'Bunlarla birini suçlayamazsınız. Mahkum edemezsiniz. Herhangi bir partinin çalışmalarında yaptığı konuşmalar, etkinlikler KCK ile ilişkilendirilmiş. Böyle bir şey olabilir mi?" diyor.

"Duruşmalar nasıl sürer sizce" şeklindeki sorumuza ise Doğan, "Yasal düzenleme deniliyor, ona bakacağız nasıl şekillenecek" diyor.

Bir yılı aşkın bir süredir aralarında insan hakları savunucuları, akademisyenler ve DTP ile BDP yöneticilerinin bulunduğu tutsakların yargılanmasının en son duruşmasının ilk günü böyle renkli görüntü ve diyaloglarla sona eriyor.

21 Aralık tarihine kadar sürecek olan duruşmalarda iddianamenin okunmasından sonra tutsakların Kürtçe savunma taleplerine mahkeme heyetinin ne şekilde cevap vereceği ise merak konusu.

ANF / 11.12.12