İsrail’de bir acayip seçimler - Uri Avnery

  • Arşiv
  • |
  • İsrail
  • |
  • 08 Ocak 2013
  • 11:41

Birkaç yüz yıl sonra ezoterik bir konu arayan bir profesör öğrencilerinden 2013 İsrail seçimlerini incelemelerini isteyecektir. Öğrenciler ittifak ettikleri bir haberle geleceklerdir: Araştırmamızın sonucu müthiş. Üç vahim tehlikeyle yüz yüze gelen İsrail partileri ve seçmenler bunları göz ardı ettiler. Bir komploya iştirak etmişçesine, bu konular hakkında konuşmamakta zımnen anlaşma yapmışlardı. Bunun yerine önemsiz ve alâkasız konularda çekişip dalaşıyorlardı.

Bahse değer gerçeklerden biri, başbakan yıllık devlet bütçesine Knesset onayını alamadığı için erkene alınan seçimlerdi; hâlbuki 2013 Kasım’ında yapılması planlanıyordu.

Teklif edilen bütçe, devletin büyük bir açık verdiği gerçeğine göre şekillendirilmişti. Bütçe açığı çarpıcı tedbirleri kaçınılmaz kılmıştı. Benjamin Netanyahu’nun seyisliğinde geçen dört yıla göre vergiler daha da yükseltilmeli, sosyal hizmetlerde kesintiye gidilmeliydi. (Ancak Benjamin Netanyahu’nun İsrail ekonomisinin mükemmel durumda olduğuna öyle ki batılı ülkelerin ekonomilerinden bile daha üstün halde olduğuna dair seçim konuşmaları yapmasını engellemeyecektir bu.)

Kıyaslama yaparsak, ABD’deki son seçimler de sert bir mâli kriz gölgesinde gerçekleştirilmiştir. Muhasım taraflar çözüm adına iki temel kavram sundular. Biri bütçe açığı diğeri vergi ve sosyal hizmetlerdi. Bu tartışma seçimden sonra da devam etti ve ulusal iflastan kaçınılarak bir tür uzlaşmaya varıldı.

İsrail’de bu türden bir şey yok. Tartışma diye bir şey yok.

Doğru, oyların yüzde 15’ni alması beklenen İşçi Partisi üniversite profesörlerinin hazırladığı muhteşem bir ekonomik planla çıka geldi. Ancak bu plan, seçimin ertesi günü devletin karşısına çıkacak can alıcı sorunla tamamen alâkasızdır: 2013 bütçesinde on milyarlarca şekellik gediğin büyümesini nasıl durdurmalı?

Likud, Knesset’e sunmaya niyetli olduğu bütçe hakkında tek kelime etmedi. İşçi Partisi veya rekabet halindeki diğer bir düzine parti de öyle.

Oylarımızı sandığa attığımızda ne için oy atmış oluyoruz? Daha yüksek vergiler için elbette. İyi de kim ödeyecek bu vergileri? Zengin mi yoksa efsânevi orta sınıf mı daha fazla ödeme yapacak? Kesinti nerede yapılacak? Yaşlılara, hastalara, özürlülere ve işsizlere yapılan yardımdan mı? Devasa askeri bütçeye ne demeli? Yerleşimler? İsrail lehindeki uluslararası kredi notunu kaybedecek mi? Sarp bir gerilemeye mi gireceğiz?

Tafsilata girmeyi hiçbir partinin istememesinin nedeni açıktır. Ciddi bir teklif, seçmen oyunun kaybedilmesine yol açacaktır. Fakat biz, halk, yanlarına niçin kâr bırakalım? Cevapları niçin talep etmiyoruz? Hiç kimsenin ciddiye almadığı budalaca genelleştirmeleri niçin kabul ediyoruz?

Bir numaralı bilmecedir.

İsrail ciddi bir anayasal krizle karşı karşıyadır o da şayet bu terimi kullanmak bir anayasası olmayan devlet için uygunsa.

Ortadoğu’nun Tek Demokrasisi (OTD) içeriden ve geniş bir cepheden tehdit ediliyor.

En yakın tehdit, bir zamanların serpilen demokrasisinin kalan en güçlü tek kalesi Anayasa Mahkemesinin karşısında. Mahkeme, Knesset’in sağcı çoğunluğunun berbat hareketlerine ve tasarılarına ürkekçe direniyor. Anti demokratik yasaları iptal etmesi için yapılan başvurular yıllardır erteleniyor. (Yerleşim birimlerinde üretilen ürünleri boykot etmeyi savunanlara ağır cezalar getiren kanunun iptali için benim yaptığım başvuru da dâhil. Avnery v. İsrail Devleti davası defalarca ertelenmiştir.)

Anayasa Mahkemesinin bu ürkek – bazıları korkak da derler – icraatı bile sağcıları sinirlendirmektedir. Bu seçimlerin en hızlı yükselen patisinin (yüzde 6’dan yüzde 12’ye fırlamıştır) lideri Naftali Bennet, mahkemeyi kendi gözdeleriyle doldurmayı vaad etmiştir.

İsrailli hâkimleri bir komite atamaktadır ve bu komitede hâkimler başlıca rolü oynamaktadırlar. Bennet ve Likud’daki müttefikleri kuralları değiştirip hâkimlerin sağcı politikacılar tarafından seçilmesini istiyorlar. İlan ettiği amaç şu: “Yargının etkinliğine” son vermek, anti demokratik kanunları ve özel Filistin topraklarında yerleşim inşaatları gibi idâri kararları fesh etme yetkisini Anayasa Mahkemesinin elinden almak.

İsrail medyası hâlihazırda büyük ölçüde etkisizleştirildi ki Almanların Gleichschaltung (hizaya getirme) dediği ürpertici sürece benzemez değil hani.

Üç televizyon kanalı aşağı yukarı iflasta ve devlet yardımlarına bağımlı. Editörler pratik olarak devlet tarafından atanmış kişilerdir. Yazılı basın da iflas eşiğinde sendeliyor; Sheldon Adelson’a ait olan, ücretsiz dağıtılan Netanyahu’nun propaganda çarşafı en büyük gazete hariç. Bennet, tüm gazetecilerin solcu (hain anlamında kullanmaktadır) olduğu gibi gülünç bir iddiayı tekrarlamaktadır. Hoş görülemez bu duruma bir son vereceğini söylüyor.

Bennet’in iddiaları, Likud ve dinci partilerinkinden biraz daha aşırıdır.

İsrail’in dünyadaki elçilerinin yıllık toplantısına katılan üst düzey bir diplomat, hükümetin Doğu Kudüs’te tüm dünyanın kınadığı yeni yerleşim inşaatları duyurusunu niçin yaptığını sordu. Diplomatlar soruyu alkışladılar. Kısa zaman öncesine dek Ortodoks kippa takan en kıdemli subay, Netanyahu’nun sözcüsü, diplomatları tersleyerek hükümet politikasıyla bir sorunları varsa istifa edebileceklerini söyledi.

İşgal altındaki Batı Şeria’dan sorumlu general birkaç hafta önce Ariel yerleşimindeki lisenin statüsünü üniversiteye yükseltme kararı aldı. Dünyada bir general tarafından kurulmuş tek üniversite olmalıdır.

İşgal altındaki topraklarda en küçük bir demokrasi ve insan hakları işareti de yok. Likud, orada neler olup bittiğini izleyen sivil toplum kuruluşlarının uluslararası mâli kaynaklarını kesmekle tehdit ediyor.

Demokrasinin çözülmesi, bu seçimlerde hararetli bir tartışmaya yol açtı mı? Birkaç zayıf gösteri haricinde olmadı. Oy toplamaya yarayan bir mesele değil.

İki numaralı bilmecedir.

Fakat en kafa karıştırıcı bilmece, en tehlikeli tehditle ilgilidir: Barış ve savaş meselesi. Seçim kampanyasında adı bile geçmiyor.

Tzipi Livni Filistinlilerle müzakereleri bir tür seçim marifeti olarak benimsedi; duygu yok; barış kelimesinden ise alabildiğince kaçınıyor. Meretz ve Hadaş gibi küçük iki parti hariç, bütün partiler de kaçınıyor.

Batı Şeria’nın İsrail’e ilhak edilmesi gelecek dört yıl zarfında gerçek olabilir. Filistinliler dar bölgelere hapsolabilir, Batı Şeria daha fazla yerleşimle dolabilir, şiddetli bir İntifada patlak verebilir, İsrail dünyada tecride düşebilir hatta hayati Amerikan desteği zayıflayabilir.

Eğer hükümet bu gidişatı korursa, tam bir faciaya kapı aralayacaktır: Akdeniz ve Ürdün Nehri arasında İsrail yönetimi altında tek ülke olacaktır. Büyük İsrail, Arap çoğunluğu ihtiva edecek; Yahudiler azınlık olduğu, kalıcı iç savaşa düşmüş, dünyanın dışladığı bir apartheid devletine dönecektir.

Eğer içeriden ve dışarıdan yapılan baskı hükümeti Arap çoğunluğa sivil hakları vermeye mecbur ederse, ülke bir Arap devletine dönüşecektir. 134 yıllık Siyonist gayret boşa çıkacaktır ki Haçlı Krallığının bir tekrarıdır.

Bu seçimlere katılan tüm partilerin bu yönde iradesi var görünüyor. Barıştan bahsetmek, zehirleyicidir diye inanıyorlar. Batı Şeria ve Doğu Kudüs’ü barış için vermek mi? Tanrı  bunu düşünmekten bile korusun.

Tuhaf gerçek şu ki bu hafta yapılan ve birbirinden bağımsız iki muteber kamuoyu yoklaması aynı sonuca vardı: İsrailli seçmenlerin çoğunluğu iki devletli çözümden; 1967 sınırları dâhilinde bir Filistin devletinin kurulmasından ve Doğu Kudüs’ün taksiminden yanalar. Likud seçmenlerin geniş bir kesimi hatta Benett taraftarlarının yarısı bu çoğunluğun içerisindedir.

Bu nasıl oluyor? İzahı bir sonraki sorudadır: Bu çözümün mümkün olduğuna inan seçmen sayısı kaçtır? Cevap: Neredeyse hiç kimse. İsraillilerin yıllar içerisinde beyni yıkanarak “Arapların barış istemediğine” inandırıldılar. Barış istediklerini söylüyorlarsa yalan söylüyorlardır.

Eğer barış imkânsızsa niçin barışı düşünmeli ki? Hatta seçim kampanyasında ondan niçin bahsetmeli? 44 yıl geriye Golda Meir günlerine gidip Filistinliler yokmuş gibi niçin davranmamalı? (Golda Meir 13 Ocak 1969’da şöyle demişti: Filistin halkı diye bir şey yok…sanki bir Filistin halkı varmış da biz gelip onları fırlatıp atmışız ve ellerinden ülkelerini almışız. Yoklar.)

Bu da üç numaralı bilmecedir.

Birkaç yüz yıl sonrasının bu öğrencileri şu sonuçlara varacaklar: “İsrail’deki o seçimler gerçekten tuhaf özellikle de takip eden yıllarda yaşananlara bakınca. Makul bir izahını bulamadık.” Profesör üzülerek başını sallayacak.

Kaynak: CounterPunch

Dünya Bülteni için çeviren: M.Alpaslan Balcı

Dünya Bülteni / 07.01.13