‘İmralı süreci’ne bakışta dört yanlış - Kadri Gürsel

  • Arşiv
  • |
  • Basın
  • |
  • 14 Ocak 2013
  • 06:55

Aralık ayının son günlerinden bu yana hükümetin “PKK’ya silah bıraktırma girişimi”ni tartışıyoruz.

Hükümet İmralı’daki özel mahpus Abdullah Öcalan’la görüşüyor ve onu silah bıraktırma hedefi doğrultusunda ikna etmeye çalışıyor. İkna olursa, Öcalan da Kandil’i ikna edecek. Özetle beklenti bu.

Medya, hükümet-Öcalan görüşmelerine “İmralı süreci” adını koydu. Umarız bu “İmralı süreci” gerçek “barış müzakereleri süreci”ne kapıyı açar.

Bugün, işte bu “İmralı süreci” paralelinde iktidar sözcüleri ve bazı kanaat yapıcılarında gözlemlediğim dört sakat bakış açısına değinmek istiyorum.
Başlayalım...

Bir: İktidardakiler, tabiri caizse “Öcalan’la işi bağlamanın” Kandil’e silah bıraktırmak için yeterli olduğunu sanıyor. Bu nedenle önce Öcalan’la baş başa “müzakere parametreleri” belirleyip sonra bu mutabakatı Kandil’dekilere empoze etmeyi deneyeceklerini gözlemlemek kabil.

Bu yaklaşım, Kürt sorununun özünü anlamaktan hala uzak olan bir siyaset esnaflığının zihinsel ürünü.

Sürdürülebilir bir barış müzakeresinin parametreleri, PKK’nın silahlı kanadını halihazırdaki “İmralı görüşmeleri”ne bir biçimde dahil etmeden oluşturulamaz.
Öcalan’la “işi bitirip” öylece devam etmek, bir kısım PKK militanının dağdan inmesiyle sonuçlanabilir. Ama başka bir kısım dağda kalır ve bu da şiddet sorununu halletmez.

Kişilerle kurulan mahsus ilişkiler zemininde strateji saptama zaafının Suriye’de nasıl bir kişisel alınganlığa neden olduğunu gördük. Umarız Öcalan ileride benzer bir şahsi alınganlığın kurbanı olmaz.

İki: PKK’nın herhangi bir nedenle silah bırakmaya teşne olduğunu sanmak esaslı bir yanılgıdır. ABD’nin bölgeden çekilmesi ve Suriye’deki durum Kandil’i, ™am-Bağdat-Tahran-Moskova mihverinde yer bulmuş bir “bölgesel aktör” konumuna taşımıştır. Kürt sorunu bölgeselleşmiştir.

PKK’nın Kürt nüfus barındıran dört bölge ülkesinde de tabanı vardır; bu tabanlardan devşirdiği güçler arasında akışkanlık sağlamıştır. Bütün bu faktörler Kandil’e 2009-11 döneminde sahip olmadığı bir stratejik derinlik sunuyor.

Bunlara ilaveten PKK’nın bir “insan kaynağı” sorunu var gibi gözükmemektedir.
Üç: “Türk sorunu çıkmayacak” demenin de, “Çıkacak” demenin de mesnedi yoktur. “Çıkmaz” ya da “çıkar” diyenlerin bu iddialarını “İmralı görüşmeleri”nin geleceğine dair hangi kesinliğe atfen ileri sürdükleri belli değildir.

Bir “Türk sorunu”nun oluşması bazı koşullara bağlıdır.

İktidarın bir Türk sorunu çıkarmak için şunları yapması gereklidir:
Adına ne denirse densin, ister “PKK’ye silah bıraktırmak”, ister “Kürt sorununu çözmek”, iktidar bu konuyu şeffaf, kapsayıcı ve çoğulcu bir demokratikleşme zemininin dışında ele alırsa, “süreci” kendi otoriter başkanlık gündeminin bir aracı haline getirirse, Kürtlerle anlaşarak sorun çözerken, hazzetmediği diğer toplumsal, kültürel ve siyasi kesimlere karşı kutuplaştırıcı, sorumsuz ve dışlayıcı söylem ve politikalarını sürdürürse, Türk sorunu pekala çıkar.

“Türk sorunu çıkmaz” diyenler iktidarın bu kötülükleri yapmayacağından nasıl bu kadar emin olabiliyorlar?

Dört: “Açılım” ve “Oslo” süreçlerini kendi siyasi gündeminin aracına dönüştürmekten sabıkalı olan bu iktidarın Kürt politikalarına gözü kapalı destek vermek, Kürt sorununun gerçekten çözülmesini arzu edenlerin işi değildir. Desteklenmesi gereken, soruna barışçı, demokratik ve sürdürülebilir bir çözümün ülke bütünlüğü içinde bulunmasıdır. Kriter bu olmalıdır.

Milliyet / 14.01.13