Hollywood işkenceyi aklıyor – Nilgün Cerrahoğlu

  • Arşiv
  • |
  • Basın
  • |
  • 15 Ocak 2013
  • 05:43

Vietnam’da gördüğüm en etkileyici mekânlardan biri, Saygon’daki “Savaş Kalıntıları Müzesi” idi.

Müzenin orijinal adının “Savaş Suçları Müzesi” olduğu söylenmişti.

Gel zaman git zaman Vietnam’ın en önemli ticaret partnerlerinden birine dönüşen ABD baskısıyla müzenin adındaki “savaş suçları” ibaresi kaldırılmış ve ismi “Savaş Kalıntıları Müzesi’ne” çevrilmişti.

Vietnam’ı dümdüz eden dev “Chinook helikopterlerinin” bulunduğu bir bahçeden giriliyordu müzeye. Sonra içeride, savaşın bıraktığı acılar çeşitli belgeleriyle anlatılıyordu.

Amerikalıların “waterboarding” tabir ettikleri işkence yöntemini ilk kez burada Vietnam’da kullanmış olduklarını, bu müzede öğrenmiştim. Camlar ardındaki fotoğraflarda, birbirine bağlı halde sorguya götürülen tutsak Vietnamlıların görüntüleri vardı. Bu tutsaklara ardından, feci boğulma duygusu yaratan “waterboarding” sisteminin uygulandığı belirtiliyordu…

İngiliz düşünür Bertrand Russell’ın Vietnam Savaşı yıllarında kurduğu “Russell mahkemelerinde”, ABD’nin bu gerekçelerle “savaş suçu uygulamakla” sorumlu tutulduğunu burada öğrenmiştim.

Hollywood’un polemik yaratan son filmi “Zero Dark Thirty”yi izlerken, işte sürekli olarak Vietnam’ın bu ünlü “Savaş Suçları Müzesi”ni hatırladım…

El Kaide tutsaklarına “waterboarding” usulü işkence uygulayan sahnelerle açılan ve Usame bin Ladin’in yakalanışını anlatan “Zero Dark Thirty”nin başrol oyuncusu Jessica Chastain “Altın Küre”yi aldı. Film Oscar’a da aday.

Şoke edici film

Irak savaşını konu alan bir önceki “Ölümcül Tuzak” filmiyle “Oscar’a layık görülen ilk kadın yönetmen” unvanını kazanan Kathryn Bigelow’un bu yeni yapıtını, İspanya’da yakaladım. Ve hemen bir bilet alıp sinemaya girdim. Filmin bende beklemediğim oranda tedirginlik yarattığını söylemem lazım…

“Bin Ladin avında” Amerikalıların kullandığı hukuk dışı yöntemleri bu filmle keşfetmiyoruz. 11 Eylül zanlılarını sorgulamak için ABD dışında kurulan gizli CIA kampları ve hapishanelerinin varlığını da öteden beri biliyoruz. Bu kamplarda işlenen işkence suçlarından ve insan hakları ihlallerinden de haberdarız…

Ancak kendi adıma ben, bu insanlık suçlarının hangi oranda meşruiyet kazandığından ve içselleştirildiğinden yeterince haberdar olmadığımı öğrendim. “Zero Dark Thirty”yi izlerken tedirgin olduğum şey bu çıplak gerçeğin ayırdına varmak oldu...

Türkiye’de şubat başı vizyona girmesi beklenen film, işkencenin pervasız teşhiriyle başlıyor. 40 dakika süren işkence sahnelerinde Hollywood’un el üstünde tuttuğu kadın yönetmen Kathryn Bigelow, hiçbir eleştirel tavır almadığı gibi, meseleyi, Bin Ladin’in yakalanması uğruna göze alınması gereken bir zorunlu tatsızlıkmış gibi sunuyor.

Paradigma değişikliği

İnsan hakları ihlalleri ve işkencenin meşruiyetindeki bu tarihi perspektif değişikliğinin kayda geçirilmesi gereken önemli bir kilometre taşı olduğunu düşünüyorum.

Hollywood yapımları dahil, işkenceye şimdiye değin “yol kazası” gözlüğüyle bakan hiçbir film izlememiştim. Yaşamım boyunca gördüğüm filmlerde, izleyici olarak işkenceciyle değil, hep işkence görenle empati kurup, bu insanlık ayıbını lanetlememiz beklendi.

“Zero Dark Thirty”, işkence görenle değil, izleyicinin işkence yapanla empati kurmasını şartlayan bir film...

Filmde olumlanan “başkahraman” -CIA görevlisi!- Maya/Jessica Chastain, işkencecilerin patroniçesi rolünde. Altın Küre işte şimdi böyle bir rolü kutsuyor. Kathryn Bigelow yapıtı bir de Oscar’la taçlandırılırsa, hukuk devletini hiçe sayan bu paradigma değişikliği Hollywood katında en üst perdeden yüceltilmiş olacak.

Vietnam Savaşı yıllarında, yüz kızartıcı sayılan, üstü örtülüp saklanmak istenen “savaş suçları”; artık “savaş suçu” sayılmadığı gibi “Zero Dark Thirty”de olduğu gibi bir kahramanlık öyküsü gibi anlatılıyor.

ABD’de Noel üstü vizyona girdiğinden beri tartışılagelen filmdeki bu çarpıcı paradigma değişikliği “Occupy Wall Street” hareketi öncülerinden aktivist Naomi Wolf’un da tepkisini aldı. Wolf ocak başında kaleme aldığı bir açık mektupta, yönetmen Kathryn Bigelow’u kınadı ve bu kadın yönetmeni, Hitler döneminin gene bir kadın olan ünlü propaganda sinemacısı Leni Riefenstahl’e benzetti.

“Ancak devran döndü. Nazi propagandacısı Riefenstahl’in foyası ortaya çıktı. Bir gün senin de ne olduğun anlaşılacak!” sözüyle Bigelow’a ayar veren Wolf; “Guardian”da yayımlanan mektubunda “Girişmiş olduğun ahlaksız tavizin nedeni savunma bakanlığından film için sağladığın mali destekler olmasın? Film sanayisini bilen dostlarım, militarist mesajı yüksek filmlerin, çok daha kolay destek bulduğunu söylüyor” diyor.

Bigelow’un özetle “embedded bir yönetmen” olduğu iddia ediliyor.

“Embedded gazeteciliğin” ardından, sıra şimdi de artık Hollywood’un “embedded yönetmenlerinde”...

Cumhuriyet / 15.01.13