Ortadoğu siyasetinde olağanüstü bir haftaydı. Bir haftada yaşanan üç büyük olay, gelişme ve süreçlerin kaçınılmaz olarak bir kavşakta buluşması olarak görülmelidir: Suriye muhalefetinin Beşşar Esad rejimiyle diyalog teklifi; İran cumhurbaşkanının tarihi Mısır ziyareti; ve ABD’nin İran’la doğrudan, şartsız görüşme teklifi ve İran’ın bunu kabul etmesi.
Hepsi de birbirine bağlı. Birincisi, Suriye kaleydeskopu devam eden kan banyosuna rağmen çarpıcı biçimde değişiyor. Avrupa ülkelerinin Suriye’ye uyguladıkları silah ambargosu sona erip (1 Mayıs’ta bitecek) ayaklanmacıları silahlandırmaya karar vermezlerse, beraberlik durumu devam edecektir.
Batı başkentlerindeki halet-i ruhiye, el Kaide’nin avantaj elde ettiği vesvesesi yüzünden temkin ve ihtiyat yönünde değişti. Mali’den esen Militan İslamcılık fırtınası bu kaygı ve gönülsüzlüğü daha da güçlendiriyor.
Suriye Ulusal Koalisyonunun İslamcı lideri Muaz Hatib’i Suriye rejimi temsilcileriyle doğrudan görüşmelere isteklilik göstermeye teşvik eden – ve onu Rus ve İran dışişleri bakanlarıyla toplantıya iten – şey Suriye muhalefetindeki düzensizlik ve Hatib’in muteber bir “sürgündeki hükümet” kuramıyışı; ve bunların yanısıra Batıdaki halet-i ruhiyenin Suriye hakkında temkinlilik olduğunu fark etmiş olmasıdır.
İran, son aylarda Suriye üzerindeki sinir savaşında önemli bir rol oynadı. Tuhaftır, Suriye’de (dolayısıyla Bahreyn’de) reform ve değişimin anahtarı olarak diyalog, müzakere ve demokratik seçimleri savunarak tarihin doğru tarafında duran bugün İran’dır.
Suriye’deki değişim, İran’ı tecrite sokan Sünni-Şii bariyerlerini aşmasını sağladı. Böylelikle, Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ın Mısır’a yaptığı tarihi ziyaretin bölgesel boyutu, İran-Mısır ikili ilişkilerini onarmasından çok daha büyüktür. Ahmedinejad, Mursi ve Abdullah Gül arasındaki üçlü görüşme, İran’ın bu iki büyük Sünni ülke karşısında amansız bir hasım olmaktan ziyade ilgili bir muhatap olduğunu göstermiştir.
Mursi şöyle demiştir: “Mısır devrimi, İran Devriminin yaşadığı şartlara benzer bir tecrübeden geçiyor ve Mısır’ın İran gibi hızlı bir ilerleme fırsatı olmadığından dolayı İran’la ilişkilerin ve işbirliğinin artmasının gerekli ve çok önemli olduğuna inanıyoruz.”
Söylemeye gerek yok, İran diplomasisi, Kahire’deki Müslüman Kardeşler rejimine karşı optimal bir yaklaşım sergiledi; ne dalkavukluk etti ne de büyüklük tasladı ve baskı kurdu; temponun nasıl olacağını Müslüman Kardeşlerin kararına bıraktı. Bu yaklaşımın temelinde, Ortadoğu’da İslamcılığın, bu isterse Sünni İslamcılık olsun, demokratik yolla yükselişinin en nihayet İran’ın çıkarlarına çalışacağına dair Tahran’daki özgüven vardır. Ezher Şeyhi Ahmed Tayyib’in Ahmedinejad’ı samimi bir şekilde karşılaması, yakın gelecekte de onun Tahran’ı muhtemel ziyareti, yakınlığı artırma yönündeki müşterek arzunun altını çizmektedir.
Basitçe söyleyecek olursak, Suriye krizi ciddi bir uyumsuzluk meselesi olarak İran-Mısır oyun sahasından geri çekildi. Doğru, Türkiye’deki Suriye Ulusal Konseyi Suriye rejimiyle müzakereleri reddetmektedir ve Müslüman Kardeşler Suriye Ulusal Konseyine hâkimdirler. Fakat bu da Türkiye, Mısır ve İran’ın kafa kafaya vermeleri için fırsat penceresi sunmaktadır. Ayrıca, Suriye Ulusal Konseyinin ayaklanmacı savaşçılar üzerinde gerçek bir nüfuzu yok ve Ankara, Suriye krizinin sürüklenişinden dolayı bezginlik hissediyor.
Dolayısıyla ABD başkan yardımcısı Joe Biden’in geçen hafta sonu Münih’te Washington’ın nükleer enerji programı hakkında İran’la doğrudan görüşmelere hazır olduğunu işte bu karmaşık zeminde söylemiştir. İran’ın ilk tepkisi, ihtiyatlı iyimserlik oldu. Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi şöyle dedi: İyimserim. Yeni Amerikan yönetimi bu kez ülkeme karşı geleneksel yaklaşımından başka yöne dönmeye bakıyor en azından.”
Ancak bir sonraki gün şevki kıvamına geldi: “Olumlu bakıyoruz. Bunun iyi bir başlangıç olduğunu düşünüyorum…Fakat bu jestin gerçek bir jest olup olmadığını görmek için biraz daha uzun beklememiz gerekiyor…ki biz de kararımızı ona göre verelim.” “Geçmişe bakıldığında, Afganistan’a istikrar getirme konusu dâhil Amerikalılarla ne zaman görüşme yapsak, diğer taraf maalesef mükellefiyetlerini yerine getirmemiştir. Tehditkâr bir tonla konuşup tüm şıkların masada olduğunu söyleyemezsiniz; öte yandan, bu açık bir çelişkidir…Baskı kurmak ve müzakere teklif etmek birbiriyle bağdaştırılabilir şeyler değildir. Eğer dürüst niyetliyseniz, söz konusu mesele üzerinde ciddi müzakereler yapabiliriz.”
Açıktır ki Salihi çift sesle konuşmuştur ve sözünden geri çekilmesi, Tahran’ın “sahih” sesi olduğunu en nihayet göstermiştir. Dini lider Ali Hamaney Perşembe günü sessizliğini bozduğunda Amerika’yla doğrudan müzakere ihtimalini reddetti. “Siz Amerikalılar İran’a silah doğrultuyor ve ya müzakere edersin ya da seni vururum diyorsunuz. İran ulusu bu tehditlerden korkmaz…bazı saflar Amerika’yla müzakere fikrinden hoşlanıyorlar fakat müzakereler sorunları çözmeyecektir. Eğer bazı kişiler Amerika’nın İran’da hâkimiyeti yeniden tesis etmesini istiyorlarsa, ulus onlara karşı ayaklanacaktır.”
Hamaney’in Perşembe günkü sert demeçlerine bakmanın bir yolu da onun sözlerini Washington’ın önceki gün İran’a müeyyideleri artıracağını ilan ettiği bağlama yerleştirmektir; Amerikan yönetimi, vidaları çevirip İran’ın üzerinde ekonomik baskıyı artıracağını söylemişti. Ama Hamaney’in demecinin sertliğini ve kapsamlı reddini tam olarak açıklamıyor. Bu noktada üç etken dikkate alınmalıdır. Birincisi, İran’ın iç siyaseti ısınıyor; Ahmedinejad ile Meclis sözcüsü Ali Laricani arasında sertlik baş gösterdi ki Hamaney’in baş idareci olarak süreci tam kontrolünde tutacağı zorlu bir döneme işaret etmektedir.
Mayıs’ta yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaştıkça tahrikler de artmaktadır; Hamaney, Amerika’yla müzakerelerin en iyi seçimlerden sonra yapılabileceğini düşünüyor olabilir. (Obama’nın tercihi de bu yönde olabilir.) İkincisi, Hamaney, Tahran’ın müzakereler başlamadan önce Amerika’dan yana bazı iyi niyet jestleri beklediğine dair imada bulunmuştur. Amerika’nın geçmişte iyi niyetle hareket etmediğini anımsatmıştır. Mesela İran, Afganistan’daki Taliban rejimini devirmekte Amerika’ya yardım ettiğinde.
Üçüncü etken, Hamaney, Ortadoğu’da bölgesel ayaklanmalarla ilgili olarak İran’ın “tarihin doğru tarafında durduğuna”, Amerika’nın bölgesel stratejilerinin hiçbir yere varmadığını düşünmektedir. Özetle, Washington’ın propagandası İran müeyyidelerinin “can acıtıcı” olduğu, İran’daki rejimin kuşatılmışlık hissine kapıldığı şeklindedir ve gerçeklik farklı olduğu halde Washington’ın kendi propagandasına inanması tuhaf bir durumdur.
Eğer bu propaganda Tahran’daki rejimin Tahrir benzeri bir devrimden korktuğuna bizi inandırmışsa eğer, bilinmeli ki Hamaney’in sözleri korku veya ürkeklikten eser taşımamaktadır. Öte yandan, Hamaney Obama’nın İsrail lobisinin üzerinden buldozerle geçme ve İran’la normalleşme sürecini başlatma kapasitesini dikkatlice tartmış oluyor.
Richard Nixon 1970’lerin başında Çin üzerinde çalıştığında Amerikan siyasi seçkinleri arasındaki geniş fikir birliğinden istifade etmişti. Söz konusu olan İran olduğunda, gurur ve önyargılar en azametli Amerikalıları bile etkisi altına almaktadır.
Hamaney’in Obama’ya mesajı şudur: Biden’le muğlak, taahhütlerle desteklenmemiş bir teklif iletmek yerine ciddi ol ve ne istediğini iyi düşün. 22 yıldır geçmiş Amerikan yönetimlerinin üstesinden gelmiş İran lideri, topu Obama’nın sarayına attı ve gelecek ay İsrail’i ziyaret ederken onun topu nasıl karşılayacağını bekleyip görecektir.
Kaynak: Atimes
Dünya Bülteni için çeviren: M.Alpaslan Balcı
Dünya Bülteni / 13.02.13