Gıda krizi ve açlık ‘salgını’ Gıdanın jeo-politiği - Volkan Yaraşır

  • Arşiv
  • |
  • Volkan Yaraşır
  • |
  • 20 Ocak 2013
  • 23:09

Kapitalizmin yapısal krizi, multi kriz karakteri göstererek derinleşiyor.

Ekonomik kriz, hegemonya krizi, ekolojik kriz, gıda krizi ve uygarlık krizi şeklinde biçim alan kriz senkronları yapısal krizlerin temel özelliğidir.

Birbirini besleyen, tetikleyen, katastrofik bir döngü biçimde şekil alan bu kriz senkronları kapitalist sistemin doğasından ve onun ontolojisinden kaynaklanır.

Yapısal krizler ya da büyük bunalımlar aynı zamanda bu doğanın çıplak bir tezahürüdür. Kapitalizmin bütün yıkıcılığı, irrasyonelitesi ve yok ediciliği yapısal krizlerde kendini dışavurur. Çünkü, bu süreç kapitalizmin sürdürülebilirliğinin tartışıldığı, sistem olarak çökme ve yıkılma olasılığının arttığı yüksek bir konjonktür dönemidir.

Kapitalist üretim ve tüketim biçimi emeğin metalaştırması yanında doğayı ve ‘herşeyi’ metalaştırır. Herşeyi kârın aracına çevirir.

Sermaye birikimi, sistemin varoluşudur. Sistem bu yıkıcı ve yok edici birikim üzerinden kendini kurar ve kendini yeniden üretir. Muazzam kar açlığı ve güdüsü, kendini meta ve pazar üzerinden gösterir.

Değişim değeri kullanım değeri üzerindeki tahakkümünü, sistemin ‘herşeyi’ metalaştırıcı karakterinden sağlar. Kapitalist sistem, değişim değerinin tahakkümünün sürekliliği olarak da tanımlanabilir.

Gıda tekelleri hayata saldırıyor, katastrofik döngü

Finans kapital yapısal krizin yıkıcı etkilerinden kurtulmak için maksimum kar arayışına yanıt üretecek şekilde yeni metalaşma alanları yaratır.

Doğa özellikle son 30 yıllık dönemde hızlı metalaştırılan bir alana dönüştü. Aynı şekilde yaşamın kaynağı olan tohum ve gıda bu metalaştırma sürecinden şiddetle etkilendi.

Uluslararası tekeller küresel düzeyde, geleceğin gaspı anlamında toprakları, tohumları, gıda üretimini ve pazarını hızla kendi kontrolleri altına aldı. Bu bir anlamıyla yaşamın tüm boyutlarının kontrolü manasına geldi.

Tohum yaşamın başlangıcı olduğu kadar, gıda yaşamın sürdürülebilmesinin vazgeçilmez unsurudur.

Tohum, gıda, su ve toprak gibi yaşamın ana unsurları küresel düzeyde özelleştirildi. Küresel gıda tekellerinin denetimine bırakıldı.

Yaşamın temel unsurları hızla metalaştırıldı ve finanslaştırıldı. Tohum ve temel gıda maddeleri üzerinden muazzam boyutlara varan spekülasyonlar yapılmaya başlandı. Spekülatif sermayenin yeni yatırım alanları emtia piyasaları, gıda borsaları olarak öne çıktı. Özellikle 2008’den sonra bu alanlara yönelik spekülatif aktiviteler yoğunlaştı. 2011 yılında emtia piyasalarına fonların miktarı 450 milyar dolara ulaştı.

Bugün dünya tohum piyasasının %57’si 10 küresel gıda tekelinin kontrolünde bulunuyor. Geleneksel tohumların yok edilmesi, toprağın gaspı, toprağın ölümü ve gıdanın finanslaşması bugün özellikle bazı periferi ülkelerini ve kıta düzeyinde Afrika’yı açlık tehlikesiyle karşı karşıya bırakıyor. Hatta açlık birçok coğrafyada, yaşanan gerçekliğe dönüştü.

Kapitalizmin yıkıcı ve yok edici bir sistem olduğunu, değişim değerinin tahakkümüne dayanan bir işleyişle hareket ettiğini son derece trajik şu verilerden de görebiliriz:

Bugün dünyada 830 milyon kişi yeterince beslenemediği için açlık tehlikesi yaşıyor. Öte yandan 1,3 milyon kişi aşırı kilo ya da obeziteden kaynaklı hastalıklarla mücadele ediyor. Açlık ve obezite kaynaklı ölümler orantısal olarak artıyor.

Bu tablo bir paradoks değil, kapitalist sistemin işleyişine son derece uygun bir gelişmedir. Çünkü kapitalist sistemde, tarihin bazı dönemlerinde yaşandığı gibi kıtlıktan dolayı insanlar ölmez, tam tersine kapitalist sistemde insanlar bolluktan dolayı açtırlar ve bolluktan dolayı açlıktan ölürler. (1)

Yukarıdaki veriler bir paradoksu değil, kapitalist sistemin doğasını göstermektedir. Tablonun bir başka çarpıcı yönü bazı antropologların araştırmalarında vurguladığı gibi açlık ve aşırı kilo tehlikesine en yoğun maruz kalanların aynı yoksul ülkelerin insanları olmasıdır. Özellikle Latin Amerika ve Uzak Asya ülkeleri bu noktada dikkat çekiyor. Ayrıca doğanın tahribi, toprağın ölümü ve denizlerin özelleştirilmesi sonucu 1 milyar insanın gıda güvenliği bulunmuyor ve karşımızda katastrofik bir döngü var.

Dünya tohum piyasalarını elinde tutan Cargill, Dupont, Monsanto ve Bayer gibi uluslararası tekeller aynı zamanda kimyasal ilaç satıyor ve GDO’lu gıdalar üretiyor. GDO’lu gıdaların ve kimyasal ilaçların kanser yaptığı artık tartışılmaz bir gerçek. İşin ilginci aynı küresel şirketler kanser ilacını da üreten ve satan şirketler olarak da dikkat çekiyor. Daha da ötesi finans kapitalin bu taammüden ve son derece soğuk kanlı öldürme operasyonlarını protesto edenlere karşı, polisin kullandığı biber gazını da bu şirketler üretiyor.

Yeni jeo-politik ‘silah’: Tohum ve gıda

Yaşanan katastrofik süreç tohum ve gıdanın üretimini, tedarikini, pazarlamasını kompleks bir boyuta sokuyor. Hızlı tekelleşme tohum ve gıdayı son derece yıkıcı bir jeo-politik silaha dönüştürüyor.

Gıdanın kontrolü, finans kapitale küresel düzeyde ‘yeni’ kontrol ve tahakküm gücü veriyor. Tohum ve gıdadaki tekelleşme bir boyutta finans kapitalin maksimum kar arayışının ifadesi olurken, bir başka boyutta yeni ve tahrip edici ve son derece iyi ayarlanmış tehdit etme ve rafine zor uygulama aracına dönüşüyor.

Gıda artık küresel bir silah. Belki de son derece yok edici ve uzun dönemde etkisini gösteren, tahrip etme gücü çok yüksek organik bir ‘bomba’. Gıda krizi, gıdanın yapay kıtlığı ve gıda fiyatlarının yükselişi bu silahın gücünü arttırıyor.

Gıda fiyatlarının yükselişi kapitalist üretim ve tüketim biçiminden kaynaklanıyor. Ayrıca küresel ısınma fiyatları arttırıcı bir başka faktör olarak öne çıkıyor. Bunun yanında dünyadaki büyük ve verimli tarım alanlarının özellikle son çeyrek asırda kapitalist sistemin yeni enerji ve ham madde ihtiyaçlarına uygun biçimde, etanol-biyo yakıt üretimine ayrılması gıda fiyatlarını etkileyen bir başka faktör olarak dikkat çekiyor. Gıda borsalarının oluşması ve gıda piyasalarının hızla finanslaşması fiyatlarının yükselmesinin bir başka sebebidir.

Süreç gıdayı stratejik bir silaha dönüştürüyor. Gıda krizleri bu silahın tahrip gücünü yükseltiyor.

Kriz ve açlık ‘salgını’

Yoğun spekülatif hareketler, 2000’li yılların başlarından bugüne gıda fiyatlarını olağanüstü artırdı. Önümüzdeki 10-15 yıllık kesitte bugünkü fiyatların katlanması bekleniyor.

Ekolojik kriz, küresel ısınmanın yan ürünü olarak kuraklık, küresel iklim değişimleri, suyun metalaşması, toprağın yaşlanması ve toprağın ölümü, gıdanın finanslaşması, yağmur ormanlarının tahribi, muson yağmurlarında % 40’lara ulaşan düşme, endüstriyel üretimin yok ediciliği, gıda krizini aktüelleştiriyor.

2007 ve 2008’de 30 ülkeyi saran ekmek ya da açlık ayaklanmalarına yol açan etkenler bugün daha da yoğunlaşmış durumda. Önümüzdeki birkaç yıl içerisinde 2008’den daha sarsıcı ve daha yaygın açlık ayaklanmaları yaşanabilir. Özellikle 2013, 2014, 2015 yılları sarsıcı gelişmelere sahne olabilir. Kuzey Afrika, Orta Afrika, Karayip Bölgesi ve Uzak Asya ekmek ayaklanmalarının ve açlık salgınının yaşanacağı coğrafyalar olarak öne çıkıyor.

Bu coğrafyalarda yer alan yoksul ülkeler gelirlerinin %75’ini gıdaya ayırıyor. Kapitalizmin yapısal krizinin yıkıcı etkileriyle sarsılan bu ülkeler, gıda kriziyle büyük toplumsal alt üst oluşlara sahne olabilir.

Açlık salgınının kapitalist krizin yıkıcı sonuçlarıyla birleşmesi büyük toplumsal infilakların önünü açacaktır.

Gıda krizi salt periferinin sorunu değildir. Kriz merkez ülkelerde de yıkım yaratabilir. Son 30 yıllık neo-liberal karşı devrim süreci metropolleri kendi içinde ‘kuzey’ ve ‘güney’ diye ikiye ayırdı. Her ülke, her kent son net bir sınıfsal ayrımla ‘iki ülkeye’, ‘iki kente’ bölündü.

21. yüzyılın ilk çeyreği kapitalizmin çağdaş barbarlığının her yönüyle teşhir olacağı bir dönemdir. 21. yüzyıl kaynak savaşları içinde; en önemli faktörlerden biri tohum, gıda ve sudur. Yaşamın vazgeçilmez bu üç unsuru sermayenin yok edici kar arzusunun nesnesine dönüştürülüyor. Finans kapital yaşama, yaşamın ana maddelerine saldırıyor.

Finans kapital modern barbarlık politikalarıyla tohumu, gıdayı ve suyu tarihin en yıkıcı silahına dönüştürüyor.

Kapitalizmin ‘soluk alıp verişinin’ bir yansıması olan bu işleyiş, çıplak bir gerçekliğin altını tekrar çiziyor: Kapitalizm öldürür...

Evet hem de taammüden, soğuk kanlı bir şekilde ve bin bir yöntemle...

Ancak işçi sınıfının kolektif aksiyonu, bu öldürücü soluk alıp verişi yok edebilir. Emeğin ve doğanın metalaşmasına karşı durabilir. Kolektif karşı duruşlar yaratabilir.

Dipnot:

(1)Çünkü üretilen tüm gıdalar insanlar için değil, piyasa ve kar amaçlı üretilir. Kara hizmet etmeyen gıdanın sermaye için çöpten başka bir anlamı yoktur.

Ayrıca gıdanın pazar için üretilmesi yanında kapitalist sistem bir tüketim terörü uygular. Bunun sonucu olarak bir tarafta yok edici açlık yaşanır, diğer tarafta milyarlarca tonluk gıda çöpe atılır.

Son araştırmalarda dünyada üretilen gıdanın % 30 ile 50 arasındaki kısmı kullanılmadan çöpe atılmaktadır. Bu miktarın 2 milyar tonluk bir gıdayı kapsadığı tahmin ediliyor. Kullanılmadan atılan yiyeceklerin ihtiyacı olanlara ulaştırılmasıyla dünyadaki açlık tehlikesinin ortadan kalkacağı bir gerçektir.

(Kızıl Bayrak, 18 Ocak 2013, Sayı 03)