Gelecek, dünya ile birlikte acı olabilir! - Doğan Kuban

  • Arşiv
  • |
  • Düzen cephesi
  • |
  • 18 Ocak 2013
  • 09:48

Büyük Fransız düşünürü ve matematikçisi Blaise Pascal, kanımca, insanı en iyi tanımlayanlardan biri. Şöyle demiş: "İnsan nasıl bir kâbus: ne kadar değişik ve yeni, ne kadar canavar, ne karmaşık, çelişki ve mucize dolu. Her şeyini bir tartın: Bir solucan, ama gerçeğin de hazinesi, yanlışlık ve kuşkuların lağımı, evrenin şerefi ve pisliği" batırıp çıkarıyor.

Bugünün dünyasına bir bakalım. Kimse kimse hakkında iyi konuşmuyor. Batılılar Çin, Hint, Kore, Japonya’nın karamsar geleceğini anlatıyorlar. Avrupalılar, Birleşik Amerika ve Güney Amerika için karamsar gelecekler çiziyorlar. Birleşik Amerikalılar, Avrupa, Rusya ve Çin için öyle düşünüyor. Bütün dünya, Ortadoğu, Araplar ve İslam dünyasını tefe koymuş.

Ama kapitalizm dünya için güneşli gelecekler hazırlıyormuş. Amerika’da elli milyon kişi devletin verdiği yemek karneleri ile karnını doyuruyormuş. Bu sorun değil. Dünyada bir milyar kişi açlık düzeyinin altında yaşıyormuş. Bu da sorun değil. Bilim adamları iklim değişikliğinin getireceği felaketlerden söz ediyorlar. New York’da fırtına 50 kişi öldürüyor. Milyarlarca dolarlık zarar veriyor. Dünya Fareli Köyün Kavalcısı’nın peşindeki fareler gibi. Bazen Picasso’nun Guernica’sını anımsatıyor.

İnsanlar bu arada birbirlerini kişisel ve devletsel boyutlarda öldürüyorlar. Hepsi insani amaçlarla. Ayakta kalanlar suçlu değil, ölenlerin hepsi suçlu.

Zavallı insanlar bir yandan delik çoraplarını yamamaya çalışırken, tek pantalonlarını da yırtan fakir çocuklar gibi, tozlar içinde alt alta üst üste boğuşuyorlar.


Yaşam ve iyimserlik

Bütün bunlara karşın yaşam hâlâ güzel. Doğru şeylere tutunursak paçayı kurtarırız, diye düşünüyoruz. Ebedi iyimserlik. İyi ki var.

Sevgili Okuyucular,

Yeni yıla düşünerek girelim. Dünya sakinlerine göre işler iyi değil. Bizim habercilere göre Türkiye de öyle. Bir felaket ve cinayet haberi duymadan geçen bir gün yok. İnsanlar akıllarını kaçırdılarsa onun da farkında değiller. Arabayı çeken atların dizgini arabacının elinde değil. İnsanlar kendilerini vuran kurşunları bile hoş gören kovboy filmi artistlerine benziyorlar. Hem dünya egemeni olduklarını sanıyorlar, hem de içinde yaşadıkları düzenin zincirli esirleri. Ne var ki bu insanlık tarihinde de böyle.

Steven Pinker Harvard üniversitesi Psikoloji Bölümünde bir hoca. ‘The Better Angels of Our Nature, The Decline of Violence in History and its causes’ (İnsan Doğasının İyi Melekleri, Tarihte Şiddetin Azalması ve Nedenleri) adlı bir kitap yazmış. Dünyada cinayetlerin giderek azaldığını anlatan koca bir kitap.. Alp Dağları’nda İÖ. 8000 de başlayan cinayet serisi İsrail peygamberleriyle devam ediyor. Floransa’da Michelangelo’nun yaptığı David heykelini gördüğümüz zaman, onun on binlerce insanı acımasızca öldüren biri olduğunu bilmiyorduk. Goliath’i öldüren David’in kan içiciliğini öğrenmek isterseniz Tevrat’ta ‘Deutherenomy’ bölümünü okuyunuz. Hazreti Süleyman’ın marifetleriyle devam edebilirsiniz. Bunları okuyunca ‘demek böyleymiş’ diyoruz. Gönlümüze su serpiliyor. Kuşkusuz bu karın doyurmuyor.

Geleceğin yolunu açmak, kanımca cahillere merak aşılamaktan geçiyor. Sora sora belki bir yere ulaşabiliriz. Önce kendinizi sorgulayın, sonra toplumu, sonra dünyayı, sonra ağırlıklı olarak yakın geleceği. Sizi bu güne getiren geçmişe kızmayın, küfür etmeyin. Çünkü bütün bunları Pascal’ın sözünü ettiği insan kardeşlerimiz yaptı. Eline bir Kalaşnikof alıp 90 genci öldüren sapık bizden biri değil mi? Üzerine bomba sarıp camilerde onlarca dindaşlarının kanına girenler insanlar değil mi? İnsanları öldürmek için yeni teknolojilerle izleyen, onları pilotsuz uçaklarla öldüren öteki insanlar değil mi?

Uygar dünya ne güzel sentezler yapıyor: Beethoven’i de yetiştiriyor, ‘Drone’ları da üretiyor. Ölenlerin arkasında Chopin’in cenaze marşını da çalıyor.

 

Zenginlik tek amaç olunca

Bu işte bir bit yeniği var. Her şey, insanın, zenginliği tek amaç olarak görmesiyle bağıntılı değil mi? En büyük başarı zengin olmak olursa, bunu birisini boğazlayarak da yapsan, sonuçta en başarılı olmuyor musun? Parasal başarıya, insanları birbirlerini boğazlatarak ulaşmak üzerine kurulmuş bir komplo üzerine mi oturuyoruz acaba? Bunun adının demokrasi, kapitalizm, emperyalizm, sosyalizm ya da haydutluk, gangsterlik olması insanın insan olması, ya da uygar olması bağlamında, bir şey değiştirir mi?

Büyük sanatçı Japon rejisörü Akira Kurasava’nın ‘Raşomon’ adlı filminin sonunda fakir rahibin söylediği bir söz var. ‘Ben insana inanmak istiyorum!’ Bu inancı koruyamazsak dünya düşünen adama bugünkü haliyle bir şey vaat etmiyor.

Dünyada her şey kötü değil. İyi şeyler de var. Doğa güzel, yaşamak güzel, insanlar güzel, sevgi güzel, sanat güzel, musiki güzel. Kimilerinin yazması, kimilerinin okuması, kimilerinin resim, heykel, seramik yapmaları, kimilerinin onları seyretmesi, kimilerinin şarkılar bestelemesi ve kimilerinin onları söylemesi, kimilerinin onları dinlemesi, bazen de şarkıya katılması güzel.

Aşık Veysel “Güzelliğin on para etmez, bu bendeki aşk olmasa!” derdi. Güzelliğin alıcısı var. Bazen gülen insanlar var. Ağızlarıyla değil, ruhları ile gülüyorlar. Onlar size yalnız olmadığınızı düşündürüyorlar. Düşüncenin alıcısı var. Bazen sizin gibi düşünen ve dünyada ortaklarınız olan dostlara rastlıyorsunuz. Doğrunun alıcısı var. Bunlar yalana inananlardan daha akıllı. Bazen sizi uygarlığa inandıran olağanüstü rastlantılar oluyor.

Berlin Filarmoni Orkestrası Aya İrini’de konser veriyor: 8. yüzyıl kilisesi içine bir 18. yüzyıl kompozisyonu ve onu çalan ve dinleyen 21. yüzyıl insanları. Burada insanları bir araya getiren 11 yüzyıl var. İnsanlar bu sürekliliğe dayanarak, yalan, hırsızlık, zorbalık üzerine kurulan her şeyin er geç yok olacağına inandırıldılar. Dinler iyilere cennet vaat ettiler. Filozoflar, bilgeler, bilim insanlara doğru ve daha mutlu bir dünyadan söz ettiler. Uygarlık bu umutla birlikte gelişti. Ulaşılamamış bu mutluluğun bizimle birlikte olan ve varlıklarını duyuran öğeleriyle yaşıyoruz.

Buna tutunalım. Sonra düşünelim, bu kokuşmuş şeytan düzenini yürüten hangi insan hastalığıdır?

Cumhuriyet / 18.01.13