Geçmişten günümüze; Mısır’da kapitalizm ve sınıf mücadeleleri

  • Arşiv
  • |
  • Makaleler/Yazarlar
  • |
  • Ortadoğu
  • |
  • 31 Aralık 2012
  • 13:58

Tutsak sınıf devrimcisi Zeynel Nihadioğlu'nun Mısır'da yaşanan gelişmeleri gündemine alan makalesini okurlarımızla paylaşıyoruz.

II. Emperyalist paylaşım savaşı sonrasında dünya yeni bir sürece girdi. 1950’li 60’lı yıllarda ABD emperyalizmi, dünya ölçeğinde diğer emperyalist ülkelere oranla daha bir ağırlığını hissettirmeye başladı. Savaşta yaratılmış olan yıkım, savaş sonrası yatırım patlamasına zemin hazırladı. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın 2007 yılında yayınladığı raporda döneme ilişkin olarak önemli değerlendirmelerde bulunuyor. ”1948’den, 1952 ‘ye kadar, Marshall planı dâhilinde yeniden yapılandırma amacıyla tek başına Avrupa’ya 13 Milyar Dolar aktarıldı ve sanayi üretimi savaş öncesi seviyelere oranla yaklaşık %40 büyüdü.” 1944 yılında toplanan Bretton Woods konferansı ADB dolarının uluslararası para sisteminin, asıl para birimi olarak güçlenmesini sağlamıştı.

T.Hopkins ve I.Wallerstein isimli iktisatçılar “Dünya ekonomisi ve üretim sistemi “ kitabında, “1952 yılından itibaren ABD gelişmiş kapitalist ülkelerin sanayi üretiminin %60'ını ve spekülatif sermayenin %73'ünden fazlasını elinde bulundurduğu” vurgusunu yapar. ABD’yi ekonomik olarak güçlendiren bir başka etmen Kore savaşından kaynaklanan aşırı meta üretimi patlamasıdır. Bu durum beraberinde hükümranlık alanının genişlemesini de getirdi.

Kuzey Afrika ve Ortadoğu'da sömürücü güçler olarak varlıklarını sürdüren İngiliz ve Fransız emperyalizmi, ikinci paylaşım savaşından zayıflamış bir şekilde çıkmışlardı. Örneğin İngiliz sterlini önemli ölçüde değer yitirmişti. Dolayısıyla Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki varlığı bir hayli masraflı olduğu için tehlikeye girmişti. Fakat örneğin İngiltere ve Fransa’nın Mısır’dan önemli ölçüde çekilmesi, salt savaş sonrası yaşadıkları zayıflamayla ilgili değildir. Dönem aynı zamanda güçlü kitle mücadelelerinin olduğu bir dönemdir. Sovyetler Birliği ve Sosyalist blok’un varlığı işçi ve emekçilerin mücadelesine dünya ölçeğinde ilham veriyordu. Dönemin atmosferine anti-faşist direnişlerin örgütlenmesiyle beraber, kararlı bir anti-emperyalist, anti-kapitalist hava hâkimdi. Fransa, Yugoslavya, İtalya ve Yunanistan’da militan işçi hareketleri egemendi. Jopanya, Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinde savaştan sonraki iki yıl boyunca grev dalgaları vardı. İş bırakma eylemleri geniş bir alana yayılmıştı. Sınıfın bu kitlesel ve militan mücadelesi beraberinde önemli ölçüde hak kazanımı da getirdi. Ancak bu hak kazanımları sermayeyi fazlasıyla rahatsız etti ve sistematik baskılarla gelişen mücadeleyi sekteye uğratmak için türlü yol ve yöntemlere başvurdu. Dönemin Mısır’daki tezahürü üç aşağı beş yukarı aynıdır. 1940’lı yıllar İngiltere destekli Kral Faruk'a karşı, militan sokak eylemleri görülür. Eylemler Kral Faruk’u hedef aldığı gibi, Mısır'daki İngiliz ve Fransız emperyalizminede yönelir. 1952 yılında sol söylemlerle dikkat çeken Hür subaylar Hareketi Lideri Albay Cemal Abdulmasır, bir darbeyle Kral Faruk’u tahttan indirir. Yerine aynı hareketin liderlerinden Muhammed Necip geçer. Fakat Kral Faruk’a yönelen militan hareketler Necip’i de hedef alır. Necip, 1954 yılında görevini terk etmek zorunda kalır. Necip yerine geçen Nasır, Mısır'da yeni bir dönemi işaretliyordu. Bir türlü susturulamayan kitle hareketinin taleplerini bir bir yerine getirmek zorunda kaldı. İlk olarak Süveyş Kanalı üzerindeki İngiltere ve Fransa’nın tasarrufu sona erdirildi. “Tarım Devrimi” olarak tanımlanan reformla büyük toprak sahiplerinin toprak üzerindeki hâkimiyeti sona erdi. Nasır dönemi Mısırlı işçi ve emekçileri refah düzeyinin en yüksek olduğu dönemdir. Fakat kitleler bu görece refah düzeyini Nasıra değil kendi eylemsel öz gücüne borçludur. “Nasır sosyalizmi” tanımı işte bu anti-emperyalist söylem ve uygulamalardan kaynaklanmaktadır. Nasır sosyalizmi, bir burjuva sosyalizmidir ve omurga olarak sosyal-şoven bir yapıya oturmaktadır. Nasır’ın geniş bir kitle desteğine sahip olmasına rağmen, yine de hatırı sayılır bir muhalefet vardı. Nasır muhalefete karşı şiddetli önlemler aldı. Çıkarılan bir yasayla grevler yasaklandı. Her türlü kitlesel bir araya gelme mekanizmasını bilinçli olarak yok etti. Pek çok sendikacı ve siyasi muhalif öldürüldü. Kendi kurduğu sendikalar işçi sınıfı hareketi içinde bugüne kadar varlığını sürdürmektedir.

1970 yılında ölen Cemal Abdulnasır’ın yerine Enver Sedat geçti. Sedat, Mısırdaki gerek neo-liberal politikaların uygulanması, gerekse de ABD emperyalizmine sadakat konusunda önemli bir dönemeci ifade ediyordu. İntifah (Dışa açılma) politikalarıyla ABD emperyalizminin bölgedeki İsrail’den sonra en önemli sac ayaklarından birini oluşturdu. Bunun için sadece İsrail ile Mısır arasında imzalanan, “Camp David” anlaşmasını hatırlatmak dahi yeterli. Bu anlaşma, salt Mısır emekçilerinin değil, tüm bir Arap coğrafyasındaki emekçilerinin tepkisine yol açtı. Sonrasında imzalanan birçok anlaşma ile ABD, İsrail, Mısır birlikteliği pekişti. Mısır, ABD’den dış yardım alan ülkeler listesinde yaklaşık olarak yıllık 2 milyar dolara ulaşan miktarla İsrail’den sonra ikinci sıraya yerleşti. Sedat dönemindeki İnfitah (Dışa açılma) politikalarının uzantıları günümüze kadar uzanmaktadır. 1981 yılında Enver Sedat’ın suikast sonucu öldürülmesi ile iktidara geçen Hüsnü Mübarek bu politikalara hız verdi. Sonuç, ülke işçi ve emekçileri için tam bir felaket olurken, burjuvazi gittikçe palazlandı. Servet ve sefalet arasındaki uçurum git gide derinleşti. Neo-liberal politikalar 1990-91 yılları arasında IMF ile imzalanan yapısal uyum programı, tarımı yok olma aşamasına getirdi. Mısır Halk Meclisi çıkarmış olduğu yasalarla tarım alanlarının kiralanmasını serbestleştirdi. Yapısal uyum programı çerçevesinde kira fiyatları astronomik rakamlara yükseltildi. Tarım büyük oranda tasfiye edildi. Burada köylü hareketleri açığa çıktı. Kırdan kente göç hızlandı. Tahrir’e, İskenderiye ve Süveyş’e göç eden köylü kökenli emekçiler burada kayıtdışı bir şekilde çalıştırıldı. Buna paralel olarak “Kamu İktisadi Teşekküllerinin(KİT)” tasfiyesi hız kazandı. 314 KİT’ten 230’u özelleşti. Kamu’ya ait bu şirketlerde çalışanların sayısı yarı-yarıya azaldı. (Kaynak; Körfez ülkelerinde kapitalizm ve sınıf, Adam Hanieh)

Neo-liberal politikaların işçi, emekçiler üzerindeki yıkıcı etkisi asgari ücretin önemli oranda düşürülmesiyle de görülebilir. “Asgari ücretin, gayri safi milli hasıla içerisindeki oranının 1985 yılında yaklaşık %60 düzeyindeyken, bu oran 1991-92’de %19.4, 2007’de ise %13’ e düşülmüştür.” (Mısır Ekonomi Araştırmalar Merkezi araştırması, Haziran 2009)

Mısır’lı işçi ve emekçiler uğradıkları bu yıkım karşısında şiddetli tepkiler ortaya koydu. İnfitah sürecinin daha ilk aşamalarında temel gıda maddelerine yönelik sübvansiyonların kaldırılması önderliğinde Mısır çapında ayaklanmalar oldu. “Ekmek isyanları” olarak bilinen ve sübvansiyon kesintilerini geri aldırmayı başaran bu eylemlerde 80 emekçi katledildi. Yıl 1977’di ve ondan sonraki süreçte de birçok grev ve direniş oldu. Yakın dönem içerisinde, yani 2006-2008 yılları arasında geniş ölçekte grev ve direnişler meydana geldi. Salt 2006 yılında İskenderiye, Kahire ve Süveyş’te ağırlıklı olmak üzere ülke çapında 220 grev meydana geldi. 2008 yılında doruk noktasına ulaştı. Bu, 2008 küresel krizin Mısır’daki yansımaları üzerinden açığa çıkmıştır. Mısır işçi sınıfı bu dönemde Cemal Abdulnasır döneminde kurumsallaşan sarı sendikacılığı da aştı. Sendikal bürokrasi tabandan gelen bir basınçla çatladı ve yeni sendikalar oluştu. Sınıf hareketinin bu gelişmişliği ayrıca bazı öğrenci örgütlerinin ve devrimci örgütlerin oluşmasına katkı sağladı. Devrimci Sosyalistler Eğilimi Örgütü gibi birçok örgüt bu dönemde açığa çıktı. İşte 2011 yılında başlayan ve Mübarek’in devrilmesiyle süren isyanın kökleri bu sınıf mücadelesinin derinleşen keskinliğidir. Fakat bazı sol örgütler gerek ülkemizde, gerekse de uluslararası alanda Mısır’da yaşananları emperyalizmin bir kurgusu olarak nitelendirdi. Fakat aşağıdaki değerlendirmede de görüldüğü gibi isyanın başlangıcı değişik sosyal katmanları barındırıyordu ve salt Mübarek’in gitmesine kilitlenmişti. Oysa kısa sürede işçi ve emekçiler bu gidişatı değiştirdi; “Örneğin Mısır ve Tunus’ta süren kitlesel mücadelerde dile getirilen talepler, başlangıçta odak noktası olan bireysel otokrasiden neo-liberalizmin doğurduğu olumsuzlukların temizlenmesine doğru kaymıştır. Bunlar arasında geçmiş dönemde yapılan özelleştirmelerin iptal edilmesini hedefleyen grevler, işçi eylemleri ve organizasyonları neo-liberalizmle birlikte adeta salgın gibi yaygınlaşan geçici iş sözleşmelerine son verilmesi; işçi haklarının ve işyerlerindeki demokratik kontrol mekanizmaların arttırılması; asgari ücretin arttırılması ve son derece yüksek bir sembolizm içeren azami ücret belirlenmesi çağrıları bulunmaktadır.” (Körfez ülkelerinde kapitalizm ve sınıf, Adam Hanieh-2012) Devrimci öncü partinin yokluğu, meydanı, emperyalizmin bir uzantısı olan Müslüman Kardeşler’e bırakmıştır.

Müslüman Kardeşler Örgütü’nün tarihsel misyonu

70’li yılların sonu burada bir dönüm noktasıdır. Bu tarih iki önemli gelişmeyi, Sovyetler Birliği’nin Afganistan işgali ile kısa zamanda şeriatçı bir rejimin kurulmasıyla sonuçlanan İran devrimini bir arada işaretlemektedir. İslam Dünyasında büyük etki ve yankıları olan bu iki gelişme her biçimiyle İslami akımların toparlanmasında, politik ve moral açıdan güç kazanmasında, politik iktidar mücadelesine daha etkin bir biçimde ağırlık koymasında büyük bir rol oynadı. Amerikan emperyalizminin, İran’daki gelişmelerinin kendisi için yarattığı ve yaratacağı sorunlara aldırmaksızın ve Sovyetler Birliğini kuşatmak üzere “ Yeşil Kuşak” stratejisi çerçevesinde başta Afganistan olmak üzere tüm bölgede gerici İslami akımları var gücüyle desteklemesi bu zemini kendi yönünden ayrıca güçlendirdi.” (Parti Değerlendirmeleri-3, Eksen Yayıncılık)

Müslüman Kardeşler tüm temel sorunlarda emperyalist- kapitalist düzenin uyumlu uzantısı olmak anlamında, geleneksel “Ilımlı” konum ve kimliğini korudu. Tabandan yükselen sınırlı birkaç çıkış dışında bugüne böyle geldi. Bugün referandum vesilesiyle Sol’a saldıran ya da işçi direnişlerine saldıran Müslüman Kardeşlerin işçi, emekçi düşmanı tavrı Kral Faruk dönemine kadar uzanır. 1940’larda Kral Faruk ile işbirliği içerisinde grev kırmalarından, 1970’lerde Enver Sedat’ın İslamcıların solculara vahşice saldırmasının teşvik etmesine uzanan bir tarih var.

“Müslüman Kardeşler, sokakların sunduğu bu büyük imkâna rağmen, 1975’te yöneticilerinin tutuklanıp, askeri mahkemelerde yargılanmasından sonra takındıkları rejime karşı gelme” tutumunu sürdürerek sokaklardan uzak kaldı. Kardeşler üyesi öğrenciler sokağa çıkmayı reddettikleri gibi, zaman zaman militan göstericileri dağıtmak için onlara saldırdılar. Ekim 2000’de sosyalistler, Filistin yanlısı bir gösteride güvenlik güçleriyle çatışıp, polis araçlarını yaktığında, Kardeşler “Bu sosyalist sabotajı kınıyoruz” mesajını yayınladı. (Kaynak; Birgün gazetesi- 22.02.2011- Hassan el-hamalawy- Kahireli gazeteci)

Görüldüğü üzere Mısır’daki yükselen sınıf mücadelesi, karşısında sürekli olarak Müslüman Kardeşleri bulmuştur. Üniversite amfilerinden tutun, sokak gösterilerine, fabrika grevlerine ve köylü eylemlerine kadar sürekli bir engel durumundadır. Ancak gerek neo-liberal saldırıların yarattığı yıkım, gerekse de Filistin İntifadası karşısında suskunluğu tercih eden Müslüman Kardeşler’in yoksul tabanında ciddi rahatsızlıklar baş gösterdi. Bu nedenle Müslüman Kardeşler yer yer sınırlı olsa da sokakta görünmek zorunda kaldı. Hem de Mısır solu ile birlikte. Ancak Müslüman Kardeşler açısından bu yaklaşımın hiçbir samimiyeti yoktu. Mübarek ile ilgili rahatsızlıklar 2005 yılında sokak gösterileri ile ortaya kondu. Müslüman Kardeşler, Mısır solu ile görüşmeler yaptı. Bu görüşmelerin ardından Haziran-2005’te değişim için Ulusal İttifak hareketi başladı. Bu ittifak, Mübarek karşıtı hareketin çizgisini izleyen ve o sene içinde yapılacak oylarda hile yapılmasına karşı tetikte olmayı hedefliyordu. İttifak, Temmuz-2005’te büyük bir eylem yapacaklarını duyurdu. Ancak, Müslüman Kardeşler “güvenlik nedenleri” yüzünden eyleme katılmadılar. Şubat-2011’de kitle eylemleri patlak verdiğinde Müslüman Kardeşler boşluktan yararlanarak ve tartışmasız olarak emperyalizmin desteği ile Mursi’ yi, Mübarek’in yerine geçirdi. Bu saatten sonra da sol’a karşı sert bir tutum almaya başladı. Yani özne geri döndü. Rejim, tüm yapıları ile birlikte olduğu gibi dururken, Mursi, kapitalizmin yeniden restorasyonu için kolları sıvadı. Tüm yetkileri elinde toplama amaçlı çıkarılan kararnameye tepkiler, tahmin edilenden büyük oldu. Kitle, sokakları işgal etti. Mursi, gerek Müslüman Kardeşler’i, gerekse de orduyu da devreye sokarak eylemleri bastırmaya çalışıyordu. Uzun yıllar boyunca Müslüman Kardeşler ile ordu arasındaki gerilim, yerini uzlaşmaya bıraktı. Nitekim ordu, Mısır sermayesinin güçlü kollarından biridir. Mısır’a akan yıllık 2 milyar dolarlık sıcak paranın 3’te ikisi Mısır ordusuna aittir. New York Times gazetesinin Mısır ordusunun buzdolabı ve televizyon üretiminin yanı sıra, bilinen “safi” isimli maden suyu komplekslerinin orduya ait olduğunu vurgulamaktadır. Ordu, ayrıca tatil köyleri oluşturmuş, zorunlu askerlik nedeniyle askere gelenleri bu köylerde ücretsiz olarak çalıştırmaktadır. Sokak eylemleri, Mısır sol’unu gittikçe ön plana çıkardığı gibi, ordu da fabrika ve sokak arasında gerçekleşen bu eylemleri kendi sermayesinin korunması açısından tehlikeli görmektedir. Mursi ile ordu ittifakının gerisinde bir bütün olarak bu çıkar hesapları yatmaktadır. Hillary Clinton’un Mısır ziyareti bu birlikteliği pekiştirmek yolunda atılmış bir adımdı. Clinton’un bu ziyareti ve Mursi ile yaptığı görüşmeler Müslüman Kardeşlerin tabanında bulunan kimi radikal eğilimlerin makul sınırlar içerisine çekilerek ılımlaştırılmasıdır. Bütün bir tablo karşısında Mısır’lı işçi, emekçiler hâli hazırda öncü-devrimci bir partiden yoksundur. Bu yoksunluk, emperyalizm çizgisinde ilerleyen düzen güçlerinin açığa çıkan eylemleri başka mecralara sürükleme olanağı vermektedir. Kendi mecralarına sürükleyemediklerini zor yolla bertaraf etmeye çalışmaktadır. Mısır’lı işçi, emekçilerin en acil ihtiyacı ordu, polis ve bürokrasiyi zor yoluyla devirmeyi amaçlayan iktidar hedefli bir komünist işçi partisidir. Bu partinin sınıfla birliğidir. Türkiye’li işçi, emekçi ve komünistlere düşen görev, Mısır proletaryası ile eylemli sınıf dayanışmasını yükselterek enternasyonalist dayanışmayı güçlendirmektedir.


Zeynel Nihadioğlu

F tipi Cezaevi A-6/A-17 Edirne