Uzunca bir süredir, çalışma hayatı başta olmak üzere, gündelik hayatın neredeyse tamamı sermayenin dönemsel ihtiyaçları ve güncel çıkarları doğrultusunda biçimlendirilmeye çalışılıyor.
Özellikle çalışma yaşamında düzenli ve standart istihdam biçimlerinden hızla uzaklaşılırken, standart dışı, kuralsız ve güvencesiz çalışma koşulları hızla artmaya başladı. Bu durumun da kaçınılmaz bir sonucu olarak en temel ekonomik, sosyal ve sendikal haklar, sermayenin dikensiz gül bahçesini oluşturmak adına göstere göstere tasfiye edilmek isteniyor. işçi ve emekçilerin çalışma ve yaşam koşullarının gelecekte nasıl olacağından, nerede, ne kadar ve nasıl çalışacağına; neyi, nasıl ve ne kadar tüketeceğine kadar hemen her şey sermaye tarafından belirlenmeye çalışılıyor.
Günümüzde çalışmanın sınırları hızla belirsizleşirken, başta taşeronda çalışan işçiler olmak üzere, esnek ve güvencesiz çalışan tüm emekçiler, sermayenin üzerlerinde sürekli artan baskısı üzerinden mutlak bir itaat ve boyun eğme ilişkisi içinde çalışmaya zorlanıyor. Son yıllarda üretimde yaşanan dalgalanmalara paralel olarak ekonomik, sosyal ve sendikal hak gasplarında belirgin bir artış yaşandı.
Artan ücretsiz izinler, düzenli çalışma saatlerinin esnekleşmesi, sendikalaşan işçilerin sorgusuz sualsiz kapı önüne konulması gibi uygulamalara maruz kalan işçiler her yönden kendilerini köşe sıkışmış hissediyorlar. Kapitalizm, geçmişteki uygulamalardan çok daha etkili yöntemlerle, emekçileri sadece giderek belirsizleşen mesai saatleri içinde değil, 24 saatlik yaşamlarının tamamında, kendi çıkarları doğrultusunda sürekli yeniden düzenlemeye çalışıyor.
Bunu yaparken onların bedenlerini ve zihinlerini hem çalışırken, hem de iş dışı zamanlarda denetimi altına almayı kesinlikle ihmal etmiyor. Bütün bu adımların temel amacı ise, emekçileri her türlü otoriteye (patron, devlet vb.) koşulsuz itaat eden, sadece kendisine söyleneni yapan, öyle sendikaymış, siyasetmiş bu tür işlerle uğraşmayan, her açıdan robotlaşmış bireyler haline getirmek.
Toplumsal sistem kendi gelişim yasalarına göre işlerken, işçilerden ve aslında toplumun tüm ezilen bireylerinden evde, okulda, fabrikada ya da işyerinde kendisini bir şekilde esir alan kurallara ya da yasalara "itaat" etmesi, onlara koşulsuz "uyması" isteniyor, işçilerin çalışırken, zam isterken en temel hakları ellerinden alınmak istendiğinde birbirine ya da mücadele örgütleri olan sendikalara güvenmek ve örgütlü mücadeleye katılmak yerine, hallerine şükretmeleri, kaderlerine razı olmaları gerektiği öğütleniyor.
Günümüz modern çalışma ilişkilerinin geçici, kuralsız, istikrarsız ve güvencesiz hale gelmesi, çalışma şansına sahip olanları sürekli daha çok ve daha hızlı çalışmaya, otoriteye daha fazla boyun eğmeye zorlarken, gündelik hayatın bütün aşamalarını sarıp sarmalayan esaret zincirine yeni halkalar eklemeye çalışıyor. işçi sınıfı mücadelesi ne kadar parçalanmış, sınıf bilinci ne kadar geriletilmiş olursa olsun, sermayenin attığı adımların ortaya çıkardığı çelişkiler hızla derinleşiyor. Bu durum, emekçilerin uğruna mücadele ettiği talepler üzerinden dayanışma ve örgütlenme ihtiyacını sadece gerekli değil, aynı zamanda zorunlu hale getiriyor.
Bugün örgütlenme talebi, örgütlülük bilinci ne kadar yara almış olursa olsun, başka bir düzeyden kendini zorunlu kılarken, sendikal ve siyasal örgütlülüğün yeniden ve daha güçlü araçlarla oluşturulması konusunda ısrarcı olmayı gerektiriyor.
Evrensel / 14.02.13