Dünya nasıl işler: Chomsky ile bir gün – Pelin Batu

  • Arşiv
  • |
  • Basın
  • |
  • 20 Ocak 2013
  • 05:33

Bu zamana kadar huşu içinde takip ettiğim pek çok kişiyle tanışıp vakit geçirme şansına erişmişliğim var.

Birkaç sene evvel, benim matematiksel zekaya hayranlığımı perçinleyen birisiyle, John Nash ile bir öğlen geçirmiştik mesela. Keza Roma uçağında Umberto Eco ile yan yana oturmuştuk. Onun meşhur kütüphanesinden Ortaçağ tarihine kadar pek çok konuyu koyultmuştuk.

Şimdiye kadar hiç kimseyi putlaştırmadım, imza mimza istemedim. Oysa dün Boğaziçi Üniversitesi’ne doğru yol alırken tuhaf bir heyecan sarmaya başladı. Benim tarihi okuyuşumu değiştiren adamla tanışacaktım. Bir şair olarak kelimelerin temiz matematiğini görmemi sağlayan adamı dinleyecektim. Her şeyden önemlisi, korkusuz, vicdanlı bir insanla, ilham kaynağımla tanışacaktım.

Evet, duyduğunuz üzere Chomsky İstanbul’a geldi ve ben onunla oturup sohbet edecek altı kişiden biri olarak sabah saat on buçukta Albert Long Hall’da belirdim. Aslında Birand da yanımızda olacaktı, olamadı. Onun yokluğunu hissederek başladık sohbetimize. Koltuğunun boşluğu, acıtıyordu bizi.

Büyük resimden başladık

Profesör Chomsky için soru seçmek ne zordu bilemezsiniz. Bir aydır bu anı bekliyordum, bu süre zarfında son kitabını okudum, eski notlarıma göz attım ama buraya dokunan bir şeylere değinmek istiyordum. Bir taraftan Kürt sorunu ve yeni açılım süreci, bir taraftan kaynayan Suriye ve yeni Ortadoğu hikayesi, Sünni/Şii savaşları, Hrant Dink Anma Konferansı’na geldiği için hatırlama ve unutma üzerine düşünceler... Anlayacağınız, uçuşan sorulardan kafam kazan/ içim kelebek Chomsky’nin karşısına oturdum. İlk önce Ömer Madra başladı.

On sene evvel bu günlerde yine buluşmuşlar, o gün sorduğu aynı soruyu sordu: Ne olacak bu dünyanın haliydi soru. Aslında buradan girmek, büyük resimden başlamak çok da iyi oldu. Bunca haber “gelinciği” içinde aslında en önemli konu hep es geçiliyor, kimilerine duymamak iyi bile geliyordu.

 ‘Durum cidden vahim’

Chomsky, Ömer Madra’nın Açık Radyo’da senelerdir söylediği, dilinde tüyler bitene kadar anlattığı meseleleri destekleyen mahiyette bir cevap verdi. Dünyadaki pek çok bilim insanının küresel ısınma konusunda hem fikir olduğunu, iki sene içinde doğru adımlar atılmazsa geri dönülmez bir felakete gittiğimizi, kendi üniversitesi MIT’deki hocaların etrafa yayılan pek çok sahte raporu çürüttüğünü, durumun gerçekten vahim olduğunu anlattı.

Ben çok detaya girmeyeyim ama Chomsky, her konuda olduğu gibi burada da bilgisayar gibiydi. Dünyada sadece yerli halkların çoğunlukta olduğu Bolivya gibi ülkelerde “Çevre Hakları” gibi temel hakların olduğunu söyledi. Ekvador ve Avustralya örneklerini vererek yerel halkların mücadelelerinden bahsetti.

Gelişen ülkeler zaten dünyayı yeterince sömürmüştü. Şimdi, yeni gelişenler ve endüstri devrimini sonradan yakalayan bizim gibi, Brezilya gibi ülkeler de kervana takılıp, şımarık çocuk misali “onlar yaptı, şimdi sıra bizde” babında güzel bahanelerini diziyorlardı. Uzun lafın kısası, Chomsky dünyanın geleceğini çok iyi görmüyordu. Zaten kapitalizmin parlak posterleriyle uyuşturulmayan her zat, durumun vahametini görüyor ama dediğim gibi, bu konuda da üç maymunu oynamak pek çok “kukla oynatıcısının” işine geliyor.

‘Okullar şirketleşti’

Ömer Madra’dan sonra sınıf arkadaşı Gündüz Vassaf üniversitelerin geleceğine dair bir soru sordu. Malum, bir üniversitede buluşmuştuk, öğrencilerin mapuslarda çürüdüğü bir ülkede buluşmuştuk, bence çok yerinde oldu.

Chomsky tabii ki Amerika’daki üniversitelerin durumundan bahsetti. Ama biz de küçük Amerika olduğumuza göre söyledikleri bize de uyarlanabilir. Profesör Chomsky, okulların neden bu kadar pahalı olduğa kafasının basmadığını söyledi. Tabii basıyordu ama o anlamak istemiyordu. Bunun ekonomiyle ilgisi yok dedi. Eskiden devlet veyahut Pentagon gibi mecralar tarafından desteklenen MIT gibi okullar varmış. Şimdiyse bu okullar şirketleşmiş vaziyette. Eskiden okulların idari işlerini akademisyenler yaparlarken şu anda profesyonel elemanlar bu işleri kotarıyor. Bu son kırk yılda değişmeye başlamış.

Üniversite şirketleşince haliyle kâr gütmek durumunda kalmış. O yüzden çok değerli programlar “out,” para getiren işler “in” oluyor. Kestikleri programlar ise kısa vadede kar getirmeyecek, bilimde çığır açacak programlar; onlar da çok pahalı. Fizikçiler Japonya ve Avrupa’dan çıkmaya başladı diyor Chomsky, çünkü fizik Amerika’da para getirmiyor. İyi bir örnek Florida Üniversitesi; şirket/üniversite, bilim programını kesip, Amerikan futbol takımına para akıtıyor. Malum, o kazandırıyor. (İç ses: Nerde o Tesla’ların,  Einstein’ların göç ettiği Amerika diye düşünüyorum).

Günceli bizden iyi biliyor

En sonunda sıra bana geliyor. O ana kadar bir soruda karar kılamayan ben şöyle bir hile yapıyorum. Aslında Suriye ve Kürt meselelerine girmek istiyordum ama meslektaşlarım size bu soruları soracaktır zaten, o yüzen felsefeden girmek istiyorum diyorum.

Bunun üzerine Chomsky, “Türkiye’yi ve bölgeyi asıl benim sizlere sormam lazım, Suriye konusunda Türkiye’nin ne peşinde olduğunu anlayamıyorum” diyor. Hepimizden el cevap, “ah bir anlasak” oluyor. Bu arada bu kadar mütevazı olduğuna bakmayın, gündemi, günceli hepimizden daha iyi takip ediyor.

Unutmayalım ki Chomsky 85 yaşında. Bir insan en son çıkan kitaplardan alıntı yapıp, gangnam style dans ediyorsa, bilin ki “update” olmuştur. Gelelim benim soruma. Chomsky hayatı boyunca ezilenleri korumuş bir tarihçi, felsefeci ve aktivist olduğu için öteki mevhumunu soruyorum. Ama, ekonomiden genetiğe pek çok konuya hakim olduğu için, insan doğasını da işin içine katarak tarih ve antropoloji için de kapıyı aralayayım diyorum. Sorum şu: “Sizce ötekileştirmek insanın doğasında mı var ve biz ötekilerimiz olmadan yapabilir miyiz?”

‘Chomsky şu anda evrimsel-psikoloji gibi yeni bölümlerin türeyip insan doğasını incelemesine rağmen bu soruyu hala cevaplayamadığımızı söylüyor. Sözü Chomsky’ye bırakıyorum: “İnsanların ne yaptığı tamamen doğalarından geliyor. İnsanlar vahşi, insancıl, sempatizan, acımasız. Öteki yaratırlar, kendilerini ayırt etmek için. Diğerlerini arkadaşça davranıp yanlarına çekerler- bunların hepsini yaparlar.”

       Bundan sonra iyi ve kötü örnekler veriyor. Savaşlar çıkaran, ötekileştiren de insan. Aborjinler gibi doğaya saygılı, çevreyle, gezegenle bir bütün olma fikrini benimsemiş de insan.

Aborjinlerin hayata bakışını benimsersek dünya kurtulabilir deyip, Ömer Madra’nın sorusuyla birleştirmiş oluyor. En önemlisi son söylediği bence: “Sorulması gereken soru, insan doğasının iyi taraflarını ortaya çıkartabilmek için nasıl bir kültür geliştirmeliyiz ve kötü yanları bertaraf etmeliyiz insanlık olarak.”

 ‘Peki umut nerede?’

Türkiye ve Ortadoğu ile ilgili söylediklerini tekrarlamayacağım, konferansta da benzer şeyler söyledi, okumuşsunuzdur.

Sohbetimizden sonra yemeğe çıkıyoruz. Orada Chomsky ile kedilerimizden, mültecilerle çalışan kızından, merhume eşinin balık tutma merakından bahsediyoruz. Yıllar önce varoşlarda gittiği bir Kürt evinde gördüğü sefaleti anlatırken duygulanıyor. “Hiç unutamadım, böyle yoksulluk çok az gördüm” diyor. Yemeğin sonuna doğru, Zeynep Oral’ın sorusu aklımda yankılanıyor. Bu kadar karamsar şeyler konuşulunca Zeynep hanım “Peki umut nerede, bize güzel şeyler söyleyin” demişti. Chomsky, güzel şeyler söylüyor söylemesine ama ben asıl umudun onun gibi insanlarda olduğunu görüyorum. Onlar ki hakikati konuşmaktan çekinmeyen, onlar ki adaletsizliklere karşı savaşan, onlar ki mazlumun kısılmış sesine tercüman olan. Ona bakınca dünyada güzel şeyler var diyor insan.

KATI BİR ELEŞTİRMEN

Dilbilimci Avram Noam Chomsky... 7 Aralık 1928’de Philadelphia, Pensilvanya’da doğdu. Rus göçmeni William Chomsky’nin oğlu. Chomsky Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde dilbilim profesörü. Kendi ismiyle adlandırdığı Chomsky Hiyerarşisi’ni geliştirmiştir. Dilbilimine olan katkısı Davranışçılık Kuramı’nı çürütme yönünde etkili olmuştur. Ayrıca bilişsel bilimin popülaritesini artırmıştır. Dilbilimsel çalışmalarının yanı sıra Kuzey Amerika’nın en önemli sol politikacı entelektüellerinden biri sayılır. Vietnam Savaşı’ndan itibaren Amerika’nın dış ve ekonomik politikalarında dünyaca tanınan katı bir eleştirmendir. 1992 yılında gerçekleşen Sanat ve İnsan Hakları Takdirnamesi’nde, 1980 ve 1992 yılları arasında dünyanın en çok alıntı yapılan yaşayan insanı seçilmiştir.

Milliyet / 20.01.13