Dr. Koşar: İşçi sağlığı ve güvenliği sistem analizi meselesidir

  • Arşiv
  • |
  • Düzen cephesi
  • |
  • Çevre /Sağlık
  • |
  • 16 Ocak 2013
  • 08:03

Türkiye’de kayıtdışı/güvencesiz çalıştırılan milyonlarca işçinin “iş kazaları, meslek hastalıkları”yla hayatlarını kaybetmesini “kader” olarak gören AKP iktidarı, çıkardığı yönetmelik ya da yasal düzenlemelerle de sermayeyi güvence altına alarak “iş kazaları”nın faturasını çalışana, işçiye kesiyor. İşçi sağlığının yalnızca fiziksel bir hasar ya da rahatsızlık olmadığı, politik nedenlerin de önemli bir faktör olduğunun altını çizen Türk Tabipler Birliği (TTB) İşçi Sağlığı ve İşyeri Hekimliği Kolu Sekreteri Dr. Levent Koşar, Kürt coğrafyasındaki militarizmin işçi sağlığını etkiliyen ne kadar çıplak bir faktörse batıda emeği sömürülerek hayatlarından olan işçilerin sağlıklarının da hayatlarının bir bütününü kapsayan politik nedenlere bağlı olduğunu vurguladı. Koşar, Roboski’deki katliamın militarizmin etkisiyle gerçekleştirilmiş bir ‘iş cinayeti’ anlamını da taşıdığına dikkat çekerek, “Esasen işçi sağlığı ve güvenliği konusu bir bütün sistem analizi demektir. Bu nedenle sistemin analiziyle birlikte teşhiri noktasında mücadele örgütleyerek, bunun denetimini sağlamak gerekiyor” dedi.

Milyonlarca kayıtdışı, güvencesiz işçinin çalıştırıldığı, her yıl yüzlerce işçinin bundan dolayı hayatını kaybettiği Türkiye’de işçi sağlığı ve güvenliği, iktidarın deyimiyle “kader” olarak görülüyor. Yaşanan onca iş kazaları, meslek hastalıkları nedeniyle üretimin öznesi olan işçiler hayatlarını kaybederlerken, istatistiksel verilerle, yüzeysel yaklaşımlarla sorununun çözülemeyeceği de ortada.

Sanıldığının aksine oldukça kapsamlı ve geniş bir perspektifle bakmayı gerektiren devasa bir alana hükmeden bir konu işçi sağlığı ve güvenliği meselesi. Türkiye’de mevcut durumda işçilerin yaşadıkları sorunlar, işçi sağlığının kapsamı, ne anlama geldiği ve mesleki hastalıklar gerçeği, iktidarın/sermayenin işçi sağlığı ve güvenliğine yaklaşımı ile yapılması gerekenleri TTB İşçi Sağlığı ve İşyeri Hekimliği Kolu Sekreteri Dr. Levent Koşar ile konuştuk.

Genel olarak tabloyu oluştururken, işçi sağlığı ve güvenliğini tanımlamakla başlayalım.

İşçi güvenliği ve sağlığı tanımını yaparken bizler, Dünya Sağlık Örgütü’nün tanımına katılmıyoruz. ILO’nun çalışma ortamlarıyla iş kazaları ya da meslek hastalıklanıyla bu alanın daraltılmış, sınıf bağlamıyla kopartılmış daha doğrusu ahlaksal ya da insanlık adına iyi işler yapıyormuş izlenimi veren bir tanımdan yana değiliz. Tanım şu; sermaye birikim sürecindeki çalışanların sistemin içindeki sağlık tanımı budur. Ruhen bedenen tam bir iyilik hali olmasıdır. Bu tanımı biz kabul etmiyoruz. Çünkü sınıf ve üretim bağlarından kopuk olduğunu düşünüyoruz. İnsan hakları evrensel beyannamesinin sınıf bağlamından koparılarak yapıldığı gibi.

Sizce işçi sağlığı ya da güvenliği tanımı nedir?

İşçi sağlığını konuşacaksanız üretim ilişkilerinden üretici güçlerin içinde bulunduğu durumdan ayrı konuşamazsınız. Sınıf bağlamından koparılmış bir tanım bizden uzak dursun isteriz. Aynısı bugün Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve ona bağlı genel müdürlüğün işçi sağlığı, sınıfsal perspektifle alakalı, işin üretimin sağlığını her şey haline getirip işçi sağlığını hiçleştirmek, buna rağmen işyerinin üretimini tanımlar. Sınıfın dışındakini tanımlar. Sermayenin ne kadar fazla biriktireceğidir önemli olan. İş sağlığı budur orada. İşçi sağlığı çalışanın sağlıdığır. Sınıfsal bir analiz ve tanımlama farklılığıdır. Mevcut sistem içinde devletin sözcüleri, sermaye, iş sağlığı terimini kullanırken biz işçi sağlığı diyoruz. Bazı işçi sağlığını savunduğunu iddia eden yapılar da iş sağlığı kavramını kullanabiliyorlar. İşçi sağlığı dediğimizde tüm argümanları toplayan bir yaklaşımdır. Kimileri güvenlik terimini kullanmazsan içinde olmadıklarını düşünüyorlar. Bunlar tartışa tartışa birbirine yakınlaşırlar sonuçta.

İş kazaları ve meslek hastalıklarını konuşursak, işçi sağlığı meselesinin çok geniş ayaklarının olduğunu söylemek mümkün. Doğurgan ve kapsayıcı bir alan. İşçi sağlığını fabrika, atölye, işlikler içine sıkıştırılmış bir uğraş olarak görmüyoruz. Bu fabrika içine sıkıştırılmış, burada önlemini aldık, kimyasal önlemleri aldık, işçinin sönük kalacağı, risk ortamını temizledik demek yetmiyor. Önlemlerin yetmediği yerde maske ve aparatlarla koruyucuları giydirdiniz. Şimdi noldu? Fabrikanın içinde sıfırladın, azalttın. Bir iş kazası ya da meslek hastalığının işçinin fabrikada üzerine gelen fiziksel hastalıklar olarak değil kendisinin toplumda üretim sistemi içinde hasta edildiğini, kazalandırıldığını, meslek hastalığına uğratıldığını söylüyoruz biz.

Ostim’de işçilerin durumunu gözlemliyoruz. İşçi sağlığıyla ilgili. Onlarla beraber bir çalışma yapıp bu çalışmayı deklere edeceğiz. Raporlaştıracağız. Bu arkadaşlar da çalışırken iş akış içindeki kimyasalları da koruma yöntemlerini de araştırıyoruz. Ücret politikasını, işverenle sıkıntılarını geniş çerçevede değerlendiriyoruz. İşç sağlığı dendiğinde fabrikadaki işçiler anlaşılır. Bunun içinde ulaşım, barınma, yeme içme, çocukları yokmuş gibi.

İŞÇİ SAĞLIĞI BİR SİSTEM ANALİZİDİR

Bahsettiğiniz bu hususların işçi sağlığını etkileme biçimlerindeki faktörel durumlarını açacak olursak..
Çankaya Belediyesi’nde çalışan temizlik işçileriyle 7-8 yıl önce birlikte 24 saatlik risklerini araştırdık. Çocuğu okula gidiyor. Çöpçünun çocuğu deniyor. Bu hakaret travmatize ediyor aileyi bir bütün olarak. Böyle yaftalanan temizlik işçilerine yönelik bu çalışmayı görmezseniz, “sendikalılar, şu kadar para alıyor” diye bakarsanız, bu pencereden bakıldığında yaşadıkları görünmez. Çocuğu okula gidip travmatize olduğuna da bakmak gerek. Fabrika, atölye içinde değil üretici olması nedeniyle işçi sınıfına ait olması nedeniyle bu sistem sınıfı ezen sistem olduğundan politik sağlık uygulamalarıdır aslolan. Bu politika sağlığı etkiler. “AKP sağlığa zararlıdır” diyoruz. Sağlığı özelleştirme, sermayeye peşkeş çektiği için demiyoruz. Kürt coğrafyasında bir savaş var örneğin. Oradaki militarizm çıplak bir biçimde insan sağlığını bozuyor. Batıda da fabrikadaki sömürü de Askeri militarist yapıdan farklı değil. Sistem aynı. Kürt coğrafyasında militarizmin uzantısı çıplak şiddet olarak gelirken, burada fabrikada artı ürünle sömürülmesi işçi sağlığını etkileyen aynı meseledir. Bugün hiç farklı değil.

Aslında işçinin sağlığını etkileyen çoğul faktörler var. Fiziksel faktörler var. İnşaatta çalışıyor. Kafasına bir çivi düşüyor. Boyacılar boyanahanelerde soluyor kimyasalları. İş örgütlenmesiyle ilgili sistem olarak hiyerarşik, militer sistemde psikosistem hastalıkları çıkıyor. Asgari ücret en büyük toplu görüşmesini belirledi. Kişi çocuğunu okutacak, ev kirası gibi sıkıntıları var. Etnik tanımına kadar giden tarım işçileri var. Urfa’dan, Diyarbakır’dan, Mardin’den Samsun’a gidip çalışanlar var. O tarım işçilerine, “güvencesiz işçi olarak çalışıp, üretip, açlıktan öleceksin” deniyor. Potansiyel olarak bunlar meslek hastalığı ve iş kazasıyla buluşturuluyor.

KENDİ KOŞULLARINI EN İYİ ANALİZ EDEN YİNE İŞÇİLERDİR

Çalışma ortamına giden işçi de “iş kazası ya da meslek hastalığına yakalanabilirim ama çalışmazsam açlıktan ölürüm” diye düşünüyor. Böyle sıkıntılı bir durum. Çok faktörlü bir durum. Sistemdeki üretim ilişkilerinden kaynaklanan, üreten ve sömürenler ilişkisindeki çatışmadan kaynaklanan bir durum iş kazası ya da meslek hastalıkları. Bu tıbbi bir mesele değil. Hep yanlış tartışılıyor. Sağlık dendiğinde hep hastanelerin akla gelmei gibi. İşçi sağlığı meselesi sistem analizi meselesidir. Artı değer ilişkisi üzerinde sağlıkları tükenen işçilerin kadın ve çocukların, insanların durumudur. Bu sistem sorgusunu bizim gözümüzden uzaklaştırıp görünmez hale getiren sistem sözcüleri, bir takım gözlükler takmak isterler bizlerin gözlerine. “Bunlarla uğraşmayın. Değiştiremediğin şeye uyum sağla” derler ya, kaçınılmaz sonuçtur, içerden tartışın derler. Bu da nedir, teknik güvenlik meselesidir. Bununla da işçi sağlığının çözüleceği yanılgısını yaratırlar. Bu yanılgı sadece sistem uzantıları yapmaz. Yıllarca mesleki disiplinlerden hekimler mühendisler de bunu yaptı. İşçi sınıfına “siz anlamazsınız profesyonellerin alanı iş güvenliği” deniyor. Öyle düşünmüyorum. Kendi alanında en güzel analizi yapacaklar işçilerdir.

Bu durum karşısında işçilerin kendi içlerinde üretimin öznesi olmasına karşın ezilen ve yoksullaşması yanında mesleki olarak yaşadıkları sorunlar karşısındaki eğitim ya da bilinçlenme faaliyetleri ne düzeyde ya da belirttiğiniz sınıf bilincinin işçilerdeki üretim döngüsündeki başrole sahip olması karşısındaki yaklaşımı ne durumda?

İşçiden işçiye eğitim meselesi var. Bu model işçinin kendi bulunduğu yerde riskleri ve tehlikeleri değerlendirecek meziyetler beklenir. İşçi “sen anlamazsın, üzerinde işlem yapılan bir nesne” olarak görülüyor işyeri hekimleri ya da güvenlik mühendislerince. İşçi sınıfı bitmiştir tezleri üzerinden neoliberalizm doğarken, sınıf yok ki demeye başladılar. Sağlık hekimlerinin, güvenlik mühendislerinin meselesiymiş gibi algıda da daraltmayı yarattılar. Her yıl artan tarzıyla işçilerintepesine doğru çökerken temel önerimiz şu; bir kere bu sistem iş kazaları doğuran kapitalist bir sistem, meslek hastalıkları doğuran bir sistem. Herşeyin parayla alınıp satıldığı, işçinin değerinin bilinmediği sistemde işçi sağlığını tartışıyoruz. İki düşünceden biri sistem içinden düşünme tarzı var. Bunu söylüyor ve diyor ki; “İşçinin kendisinin dikkatsizliği nedeniyle yaratmış olduğu ölümcül iş kazaları var. Ya da işverenler bunlara eğitim veriyorlar, akılsız, eğitimsiz olduklarından kavrayamıyor. İnşaatta işçi baretini takmıyor metal, taş parçası düşüp fiziksel hasar meydana getiriyor ya da öldürüyor. Bu işçinin kusuru.” Çarpmada sıfır rakamı var. Çarpım tablosunda yutandır. Bir tarafına sıfırı koyduktan sonra karşısına istediğinizi koyun sıfırdır. Bunun gibi bir şey.

İnsanlar hata yaparlar. Beyin cerrahı beyin ameliyatına girerken sinir üzerinde işlemler yaparken de kendisiyle alakalı birçok sıkıntısını o an düşünebiliyor. Burada hata kaçınılmaz. İnsan iradesine bağlayamayız bunu. Ya da vardiyada çalışan işçiyi düşünelim. Herkesin yatarken kendisinin çalıştığı, kendisi yatarken herkesin çalıştığı bir yaşam tarzı. Daha fazla artı değer sömürüsünün olması için yasalar da buna müsait, çalışma süresinin uzatıldığı ücretlerin kısıldığı sistemden bakarsak işçinin kendi iradesi çerçevesinde kendisine ait bu düşünsel yoğunluk içinde hata yapmaması mümkün değil. Sıfır dediğimiz hadise budur. Önemli olan bunu kurmak. İnsan iradesinden bağımsız olarak sıfır noktada hataya getirmek önemli. İşveren ürettiği ürünü sıfır hatayla üretmekle meşgul. Çünkü piyasada onun diğer ürünlerle rekabet etmesi gerekir. Burada üretim noktasında ürünün sıfır hatayla çıkmasını isteriz elbet ama bunun yanında işçinin iş kazasından dolayı her tür donanınımın işçiden bağımsız sıfırlanması da gerekir.

Maden ocağında hekim arkadaşımla konuşuyoruz bu konuya dair. Maden ocağında çalışan bir işçi oya oya gidiyor. Diğer yandan da çökmemesi için destekleyip gidiyor. En ufak boşlukta çökme oluyor ve diğer tarafta çöküyor. Destek olmasına rağmen. Bunu nasıl sıfırlayacaksınız? Yurtdışından aletler getiriliyor, o makinalar oya oya gidiyor. İşçi de korunaklı havzaların içinde çalışıyor. Ya da kömür yukarı yürüyen bantlarla çıkıyor. Etrafında işçi çalışıyor. Büyük bir kaya parçası düşüyor. İşçi bunu uzaklaştırıp mekanizmayı serbestleştirmesi gerekir. Sistemi durdurmadan bunu yapmak istiyor. Çünkü günde çıkması gereken bir birim var. Ondan aşağı çıkarmamak adına bunu yapıyor. Siparişin altına düşmemesi gerekiyor. Zaten mevzuatlarda işin akışını aksatmayacak önlemler gerektirir! Bu da baskı yaratıyor. Bantı durdurmadan elini ayağını sokan işçi kaptırıyor elini ayağını.

MERDİVEN ALTI İŞLERDE ÇALIŞTIRILANLARIN ÇOĞU KÜRT

Verdiğiniz örnekler işçi sağlığının kapsamını da genel bir perspektife kavuşturuyor. Bir de kayıtdışı çalıştırılarak kat be kat sömürülen, güvencesizleştirilen işçiler var. Bu da azımsanmayacak düzeyde.

Kapalı sistemlerde iş kazaları, meslek hastalıklarını çok çok azaltabiliriz. Merdiven altı işçileri var. Silikozisten ölen işçiler var. Kot taşlarken. Bırakın korunaklı sistemleri bu kot taşlamada silikosizsten ölen insanlar Kürt coğrafyasından gelen insanlar. Nerede çalıştıkları bulunamıyor. İş adresleri yok. Ankara iş hastalıkları, meslek hastanelerinde yatarlarken kendilerini ziyaret ettik. Muşlu, Bingöllü, Batmanlı insanlar. Savaştan kaçıp para kazanmak için gelen, çalışan insanlar. Kot taşladıkları işyerlerinde canlı mezarlıklar gibi düşünün, o ortamlarda yatıp kalkıyorlar. Sistem içinden düşünürsek de yapılacaklar var. Bunlar bile yapılmıyor. İşçiye rağmen üretimin yoğunlaştırılması söz konusu.

İŞ KAZALARININ SORUMLULUĞU İŞÇİYE YÜKLENİYOR

Bunun sorumluları kimler?

Sistemin koruyucuları şunu biliyor. İş kazaları meslek, hastalıları olacak. Çalışanar ölecek. Bunu biliyorlar. Çıkaracakları mevzuatlarda bunu korumayı planlıyorlar. Suçluyu bulmaya yöneliktir. Çözüm yok. Ey işveren şunu şunu yapacaksın diyor. İşyeri güvenlik uzmanın olacak. İşyeri hekimin olacak. İşyeri hekimliğine ilişkin yöetmelik çıkardı. Yapmazsa sorumluluğunu, cezalar veriliyor. İşçi öldüğünde hücum ediyor bunlara. İşyeri hekiminin yapılması gerektiğini söylediği hususları işveren yapmıyor. İş kazası yaşandığında da sorumluluğu işçiye yüklüyorlar. İşçinin “hatasıyla” olduysa “yanındaki diğer arkadaşının ölümünden, işyerinin malına zarar vermekten de sorumludur.” Yani işçi sorumludur diyor.

İŞVEREN VE SİSTEM KORUNUYOR

Bilirkişi raporu örnekleri var. Bunlar hakaten komik raporlar. İşçilerin asli kusurlu olduğu belirtiliyor. Mesele işçinin tazminatının verilmesi değil hangi sistem işçinin değerini biçebilir!? 7-8 yıl önce Tuzla’ya gittik. İşçilerle görüştük. Kocaman gemilerin, yatların yapıldığı tersanede işçi suya düşüyor. Balık adamlar onu bulmak için arıyorlar çıkarıyorlar ama o suya düşen değil. Altı ay önce düşen işçiyi çıkartıyorlar. Bu trajikomik hikayeyi işçiler anlattı orada. İşveren de işçilerin ailelerini susturmak için birkaç kuruş veriyor. İşçiler bunu aktarıyor. Bilirkişi raporlarında işçiler kusurlu gösterilerek işveren ve sistem korunmuş oluyor. Ostim’de yaşananlar karşısında Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek ve Başbakan Erdoğan’ın sermayeyi korumaya dönük çıkışları buna bir örneaktir.

ROBOSKİ AYNI ZAMANDA BİR ‘İŞ CİNAYETİ’

Roboski’de kaçakçılık yapan 34 Kürdün katledilmesine ilişkin de TTB dergisinde ele aldığınız bir yazı var. Katliama aynı zamanda “iş cinayeti” yaklaşımınız oldu.

Kürt işçilerin/emekçilerin üretirken tükendiğini görüyoruz. Yine “kaçakçı” adıyla yaftalanan gencecik Kürt canların Roboski’de toplu imhası, onların kendi iradeleri dışında dört parçaya bölünen yaşadıkları topraklar içinde “iktisadi yaşam birliği”nin bölünmesine karşı hayatta kalma mücadelesi olarak tüm insanlığın yüzüne çarparken, yaptıkları işin canlarından olma pahasına yaşam mücadelesi olduğu yorumlanmalı ve militarizmin-milliyetçiliğin-şovenizmin yapılan işle bağlantısı kurulmalıdır. Burada militer kıyım ile iş cinayetinin Roboski’de kristalize olduğunu da görmek lazım. Çünkü bir zamanlar ulus-devlet sınırları içinde “baldırı çıplak” olarak yaftalanan işçiler, şimdi emperyal anlaşmalar ile halklara rağmen çizilen sınır bölgelerinde karşımıza “kaçakçı” olarak çıkıyor! Ama kaderleri değişmiyor: “Baldırı çıplak”lar fabrika denilen işliklerde, “kaçakçılar” ise “çatısız fabrika” denilen işliklerde ölümle buluşuyor. Kapitalizm, emperyalizm öldürüyor.

BAŞBAKAN SİSTEMİ SORGULATMAMAK İÇİN ‘KADER’ DİYOR

Sisteme dokunulmadığından bahsettiniz.

Çıkarılan kanunlar yaşanan iş kazaları ya da meslek hastalıklarını önlemeye yönelik değil suçluyu bulma yasası. Yeri geliyor işçi, yeri geliyor işyeri hekimi, iş güvenliği mühendisi suçlu oluyor. Ama önemli olan sistemi suçlamamak, devamını sorgulamamak. Aslolan sistemin korunmasıdır burada. Bu nedenle bu kişiler suçlanıyor. Sistemin aktörleri bu sistemin kazasız belasız olmayacağını biliyor. Başbakan, “bu işin doğası bu, kaderdir” diyor. Kader dediğinde sınıfsal bir bağlamı olan durum. Buna karşı dışarıdan düşünerek örgütlenmek ve pratik hamlelelere girişmek lazım. Ortaklaşılan sınıf örgütleriyle dayanışma içine girmek gerekiyor. İşçi sınıfının temsilcisi sendikalar, maddi sıkıntı nedeniyle küçülürken işçi sağlığı ve güvenliği birimini lağvediyor. Soruyoruz niye? Çünkü sıkıntımız var, küçüleceğiz deniyor.

İşçi sağlığı ve güvenliği birimlerini küçülten bu zihniyet, herşeyin işçi sağlığıyla bağlantılı olduğunu görmeyen bir zihniyettir. Asgari ücret meselesi neticede sağlıkla alakalı. Ertesi gün emek gücünü yerine koyabilmesi için işçinin genel yaşamının bütününü düşünmek gerek. Ücret, çalışma saatleri, hafta sonu tatilinin kaldırılması işçi sağlığıyla alakalı konular. Birebir bağlantılı. Kafalarda bu devrimi yapmadığımız sürece sıkıntılar sürecek. Toplumsal mücadelede işçi sağlığı mücadelesi çok sıradan ele alınıyor. İşçilerle ortaklaşmak gerek. Eğitim önemli. Üretim ilişkilerinin imkan verdiği kadar etkili olur. Sendikalı işçi iğdiş, yok edilmiş. Sendikalar önemli. Örgütlenme ne kadar düşerse işçi sağlığı hizmetleri o kadar düşüyor. Bu bilimsel rakamları da içeriyor. İşçi sınıfı her yerden saldırı altında. Her tür uğraşın sağlıkla alakalı olduğunu bilmesi gerekiyor sendikaların.

DENETİMLER DE ÖZELLEŞECEK

Kimi sendikalar işçi sağlığı dendiğinde hastalanan işçi ve yakınlarının hastaneye gidip gelme hekimle buluşturmada yardımcı olan kişiler olarak anlaşılıyor işyeri hekimleri. İş güvenliği konusunda ne işçi ne de işyeri hekimi ya da işyeri güvenlik uzmanı işverene iş koşullarındaki riskleri anlatıp, işçinin çalışmama hakkı olduğunu söyleyemiyor. Bunu yaptığında sistem napıyor, kapıyı gösteriyor. Devletin ticarileştiği, özelleştiği yerde işçi sağlığı da ticarileştiriliyor. Denetimsizlik de söz konusu. Bir müfettiş bir işyerine gelene kadar aylar geçiyor. Sen üret, işçiye rağmen üret yaklaşımı hakim. Denetimleri de piyasaya sürüyorlar. Taşeron firma gibi. Denetlemeyi de özelleştirecekler. Herşey piyasa şartlarına göre ayarlanıyor.

İNSANLIK EVRİM Mİ GEÇİRDİ?

Bu da mevcut koşulların daha da kötüye giderek gerilemesi anlamını taşıyor.

Evet, mevcut durumda koşullar daha da kötüye gidecek. AB’nin, ILO’nun zorlamalarıyla. AB’de de durum kötüye gidiyor. AB’de işçi sağlığı güme gitmiş durumda. Onlarda da çalışma saatleri, sendikasızlaşma, sermayenin uluslararası rekabeti var. AB rakamları da ortada. Kapitalist devletin sosyalciliği aldatmacası. Ayrıca bir başka husus şimdi de işyerlerindeki gürültü seviyesinin 80-85 desibelden Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın kendine göre çıkardığı kitapta 90-95 desibele çıkarılmış. Ne oldu, insanlık evrim mi geçirdi ki bu böyle oldu? İşitme kayıpları da var. Bu alandaki meslek hastalıkları tespitleri yok. Meslek hastalıkları hastaneleri de iğdiş edildi. Dönemin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan, meslek hastanelerini çoğaltacağız şunu bunu yapacağız dedi. Ama bugün durum ortada. Sanayi merkezleri artarken, meslek hastaneleri hastaneleri küçültülüp iğdiş ediliyor. Böyle herşeyin piyasaya sürüldüğü, işçinin sağlığının ölçme ve değerlendirmelerin piyasada cirit attığı bir ortam. İşçi de sesini çıkaramıyor. Baskı var çünkü. İşsizlik baskısı var. Bu ortamda işveren gözetiliyor.

YAPILMASI GEREKEN MÜCADELE ÖRGÜTLEME VE SÜRECİ DENETLEME

İşçi sağlığı, iş güvenliği ve mesleki hastalıklar konusunda bütüncül bir çerçeve çizdiniz. Bu noktada yapılması gerekenleri nasıl sıralıyorsunuz?

Bu sistem içinde bizim model önermemiz mümkün göörünmüyor. Model öneremeyiz. Ancak bir mücadele örgütleriz. Bugün için en önemli mücadele ayağı işçi sağlığı güvenliği kurulları gibi işçi temsiliyetinin de olduğu kurulların güçlendirilmesi. İşçinin lehine doğru çevrilmesi. Matematiksel demokrasi değil, özne işçiyse sakat kalan, ölen işçiyse, söz, karar ve yetki hakkı da onun olmalı. İletişim etiğine davet ediyorum ben. Eğer ki burada işçiyi konuşuyorsak onun sözünün bir kıymeti olmalı. Daha fazla değerli olması lazım. Bakanlığın bürokratları, TOBB’un yığıntılarıyla karşılaşıyoruz. Bir şey çıkmıyor. Çıkarsa sistem etkilenecek. Sendikalara baktığınızda onlar da iğdiş ediliyor. İşyerlerinde üretirken tükenmemenin denetimi olmalı. İşçilerin mücadelesini büyütmek gerekiyor. Süreci denetleme. Bugünkü mücadele budur.

Son olarak “İşyeri hekimi ve diğer sağlık personelinin görev, yetki, sorumluluk ve eğitimleri hakkında yönetmelik” ile ilgili bakanlık ay sonuna doğru bizden görüş istiyor. “Gelmezseniz, yönetmeliği kabul etmiş sayılırsınız” deniyor. Neden, siz kimsiniz? Bu soruyu sormak gerekiyor. Soruyu soran iktidar mıdır? Soruyu biz soracağız.

SİSTEMİ TEŞHİR ETMEKLE SONUÇ ALINIR

Örgütlenme hususunun önemine dikkat çekiyorsunuz...

Kapitalist sistem yıkılıp komünal yapı kurduğumuzda dahi sendikalar yine olacak. Devlet denilen ceberrutun olduğu her yerde örgütler, sendikalar olacak. Biz böyle bir şeyi savunmak zorundayız. Mesele, hazırlanan yönetmelik ve yasa tasarılarında teknik olarak birkaç kelimeyi değiştirmek meselesi değil. Mesele sistemin çözümlenmesiyle olur yoksa yasaların, yönetmeliklerin çıkmasını beklemek gibi bir düşünceyle bakmıyorum. Uzlaşmaz çelişkilerle uzlaşamayacak sınıfların birbiriyle bağı olan çatışmada çıkacak mücadele alanlarıdır. Bu durumda ben sorumluları demokrasiye ve iletişim etiğine davet ediyoruz. Sınıf örgütlerine yönelik, akademisyenlere, uzmanlara, işçilere sistemi teşhir etmeyi öneriyoruz. Bu şekilde sonuç alınacağını düşünenlerdenim.

İbrahim Açıkyer - ANF / 16.01.13