Domuz bağı - Sinan Alçın

  • Arşiv
  • |
  • Uluslararası Siyaset
  • |
  • 19 Şubat 2013
  • 16:47

Son birkaç haftadır kapitalist ekonomilerde konuşulan en önemli konu “kur savaşları” oldu. Geçtiğimiz haftasonu düzenlenen G-20 zirvesinde de konu masaya yatırıldı. Karşılıklı bağımlılığın aşırı ölçüde arttığı “küresel piyasalarda” bir ülkenin hamlesi diğerlerini dolaysız biçimde etkileyebiliyor.
Hal böyle olunca da uluslararası kapitalist düzenlemeci toplantılar (G-8, G-20, IMF, Dünya Bankası, Ekonomik Forum gibi) ülkelerin birbirini tarttığı ve başroldekilerin küçük ülkeleri hizaladığı etkinliklere dönüşüyor.
***
Daha önce de üzerinde durmuştuk: 2008 krizinin ilk tetikleyicisi ABD ile Çin arasında 2006 yılında ortaya çıkan kota ve kur restleşmelerinden kaynaklanmıştı. ABD, Çin ithal ürünlerine sınırlama getirmiş hemen ardından Çin’de kademeli olarak elindeki ABD dolarlarını satacağını ve ticaretini Yuan ile gerçekleştireceğini deklare etmişti. O dönem Çin’in elinde 2 trilyon kadar ABD doları rezervi bulunuyordu. Bugün 5 trilyon dolara yaklaşmış durumda bu rezerv. Tabii o günler Çin’in güvenli para düşü önemli bir kırılganlık yarattı. Çin fark etti ki, dolar rezervini satması doların değerini düşürecek ve bundan ilk olarak kendisi etkilenecekti. Ardından, 2008 krizi ve devamında Çin sürekli olarak Yuan’ın değerini düşük tutma yoluna gitti. Kapitalist düzenlemeci toplantılarda “uyarıldı” çok defa. Ama Çin’in ayakta kalmasının tek yolu bu puslu havada ne pahasına olursa olsun (daha ağır ve sağlıksız iş ve yaşam koşulları) üretmek ve daha çok üretmekti. Elbette daha çok üretmesini olanaklı kılacak şey ürettiklerinin dünyanın geri kalan ülkelerinde alınır olmasıydı. İşte ürettiği malları alınır kılmak için mallarının ucuz yani kurun düşük tutulması gerekirdi. Bunun bedelini Çin halkı ödedi ve ödüyor hâlâ.
***
Biraz daha geri gidersek 1998 Asya Krizi’nde krizin temel sebebi, tamamen dolarizasyona geçen (tüm ticari işlemlerde doların kullanılması) Asya Kaplanlarının(!) dolar değerlendiğinde mallarını satamaz hale gelmeleri idi. Hatırlarsınız aynı yıllar bizde de neredeyse tüm ticari işlemler, kira ödemeleri ve ücretler dolar üzerinden yapılırdı.
***
Türkiye’de kur tartışmaları daha ziyade liranın Amerikan doları karşısındaki değeri üzerinden döner. Dolar karşısında göreli değerli lira varsa birden “aşırı değerlilik” tartışmaları baş gösterir. Döviz kuru, daha doğrusu efektif döviz kuru bir ülke parasının başka bir ülke parası cinsinden fiyatını verir. Örneğin ulusal paranızın değeri ABD doları karşısında ne kadar düşükse elinde ABD doları bulunan alıcılar için sizin ülkenizdeki mallar o kadar ucuz olur. Bu da ihracatı artırabilecek bir faktördür. Tabii paranız ne kadar değersizse ithalatınızın maliyeti de o kadar yükselir. Eğer ithalat bağımlısı bir ülkeyseniz (Türkiye gibi) düşük kur ithalatınızın maliyetini artırır ve daha fazla ithalat için daha fazla ulusal kaynak dışarıya gönderilir.
***
ABD dolarının hegemonyasını yıkmak için geçmişten bugüne çeşitli adımlar atılıyor. Örneğin, Avro böyle bir projeydi. Esasen Almanya ve Fransa’nın ABD dolarının “geçer akçe” özelliğini ortadan kaldırmak için giriştikleri adım bugün gelinen noktada neredeyse fiyaskoya dönüşmüştür. Avrupa ülkelerini ağırlaştıran ve dış ticaretini frenleyen bir takoza dönüşmüştür Avro projesi.
***
Konvertibile (değişim aracı olarak kabul görme) özelliği bugün hala en çok ABD doları için geçerlidir. Örneğin, 1989 yılındaki 32 Sayılı Karar ile TL’nin konvertibl olduğu muştulanmıştı ama bugün TL ile dünyanın hemen hemen hiçbir yerinde alışveriş yapamazsınız. Tanınır bir para birimi değil yani.
***
Küresel kapitalist sistem öyle bir karşılıklı bağımlılık hali yaratmaktadır ki, bu sistemin dışına doğru atılan her adım, adımı atan ülkeyi çok daha ağır biçimde sisteme eklemlemektedir. Çözüm ipi kesip atmakta. Aksi hali tam bir domuz bağı!

Evrensel / 19.02.13