1967 yılından itibaren Türkiye'ye gelmeye başlayan 6. Filo, her defasında anti-emperyalist kitle gösterileri ile karşılandı. '68'de Deniz Gezmiş'in de aralarında bulunduğu devrimciler tarafından yapılan eylemde 6. Filo askerleri, Dolmabahçe'de taşlanarak denize dökülmüş, bu olay anti-emperyalist mücadelede bir simge haline gelmiştir. 6. Filo ve onda karşılık bulan emperyalizme karşı eylemler bununla bitmemiş, aksine güçlenerek devam etmiştir. İşte bu eylemlerden 16 Şubat 1969'da yapılan 'anti-emperyalist yürüyüş' tarih sayfalarındaki özel yerini aldı. Ancak bu kez eyleme özellik katan şey kitleselliği ya da militanlığı değil, sermaye devletinin katliamcılığı oldu.
16 Şubat 1969 - "Emperyalizme ve Sömürüye Karşı İşçi yürüyüşü"
6. Filo karşıtı gösteriler gençlik ve emekçi kitleler içerisinde geniş bir etki yaratıyordu. Oluşan antiemperyalist direnişi kırmak isteyen sermaye devleti bir kez daha katliam silahına sarıldı. 17 Temmuz '68'de Vedat Demircioğlu İTÜ Öğrenci Yurdu'nun üst katından atılarak katledildi. Sermaye devletinin hesabı tutmadı ve Demircioğlu'nun katledilişi büyük bir öfke yarattı. İzleyen günlerde Demircioğlu anısına yapılan eylemlerde ve nihayetinde Dolmabahçe'ye yanaşmaya çalışan 6. Filo karşısında kendisini gösteren bu büyük öfke, katliamların anti-emperyalist mücadeleyi bastıramayacağını gösterdi.
10 Şubat '69'da yine Dolmabahçe açıklarına demirleyen 6. Filo bir kez daha anti-emperyalist eylemlerle karşılandı. 16 Şubat Pazar günü düzenlenen bir yürüyüşle 6. Filo bir kez daha protesto edildi. "Emperyalizme ve sömürüye karşı işçi yürüyüşü" adıyla düzenlenen eylemde yaklaşık 40 bin kişi Beyazıt'tan Taksim'e doğru "Emperyalizme hayır, sosyalizme evet!", "Köylüye toprak yok, Amerikan üslerine toprak çok!", "Vietnam 'da barınamayan Türkiye 'de tutunamaz!" sloganları ile yürüdü
Sermaye devletinden bir katliam daha!
Vedat Demircioğlu'nu katlederek anti-emperyalist mücadeleyi bitiremeyen sermaye devleti 16 Şubat'ta düzenlenen yürüyüşe yönelik düzenlediği kanlı saldın ile emperyalizme bağlılığını gösterdi.
Yürüyüşten günler önce katliamın hazırlıklarına başlandı. Katliam için kullanılan dinci gericilik de cihat çağrısı ile katliamın haberini veriyordu. Devletin görevli kalemşörleri Demircioğlu anısına yapılan eylemleri hedef gösterirken, 10 Şubat'ta Dolmabahçe Rıhtımı gönderine, 11 Şubat günü ise İstanbul Beyazıt Yangın Kulesi'ne Demircioğlu anısına çekilen bayrak, dinci gericilik tarafından "Kuleye kızıl bayrak çekildi" nidaları ile karşılandı. 14 Şubat günü yapılan Bayrağa saygı' mitingi dinci gericilik için bir gövde gösterisi oldu. Komünizmle Mücadele Dernekleri'nin Başkanı İlhan Darendelioğlu, Milli Türk Talebe Birliği'nin (MTTB) Cağaloğlu'ndaki merkezinde "... Pazar günü komünistler miting yapacak, biz bu mitingde savaşacağız. Silahı olan silahıyla, olmayan baltasıyla gelsin... " diyerek katliam çağrısı yapıyordu. Gericilerin şefi Mehmet Şevki Eygi, yazarlık yaptığı Bugün gazetesinden fetvalar veriyor, Cuma ya da sabah namazları için verdiği adreslerde kitleleri katliama çağırıyordu. Bu Amerikan uşağı 15 Şubat günü yayınlanan yazısında şunları söylüyordu: "Büyük fırtına patlamak üzeredir, Müslümanlar ile kızıl kafirler arasında topyekün savaş kaçınılmaz hale gelmiştir... Müslüman kardeşim, sen bu savaşta bitaraf kalamazsın. Ben namazımı kılar, tespihimi çekerim... Etliye, sütlüye karışmam deyip de kendine zulüm edenlerden olma, gözünü aç, bak!.. Onlarda taş, sopa, demir, molotofkokteyli mi var? Biz de aynı silahları kullanmaktan aciz değiliz... Cihat eden zelil olmaz. Sağ kalırsa gazi olur, canını verirse şehitlik şerefini kazanır "
İbadete kapalı olan Dolmabahçe Camii 16 Şubat günü özel olarak açılarak katliamcılar için toplanma yeri yapıldı. Taksim'de parkın yan tarafına çekilen üç kamyonetten içlerinde Adapazarı ve Bolu'dan getirilenlerin de olduğu saldırganlara sopa ve bıçaklar dağıtıldı. Saldırı için her şey hazırdı artık. Anti-emperyalistlerin Taksim'e girişiyle beraber saldın da başladı. Sayıları iki bini bulan katliamcı güruha polis de destek veriyordu. Saldırganları engellemek yerine anti-emperyalist eylemcilerin üzerine bombalar atan polis kitle üzerinde panik havası yaratmaya çalışıyordu.
Saldırıda TİP üyesi Ali Turgut Aytaç ve Duran Erdoğan adlı işçiler öldürülürken, yüzlerce kişi de yaralandı. Saldırıya dair film ve fotoğrafların olmasına, yani katliamın açık belgelerinin bulunmasına rağmen sermaye devleti kendini ve katillerini akladı. "Komünistlerin kokusunu alma " iddiasıyla ünlü dönemin içişleri Bakanı Faruk Sükan "Tamamen komünistlerin tertibi. Tam bir ihtilal provasıydı o. Eğer tedbir almamış olsaydık, büyük hadiseler olacaktı. " diyerek devletin pervasızlığını resmi ağızlardan ifade ediyordu. Dönemin valisi Vefa Poyraz ise katliamın üzerinden yirmi yıl geçtikten sonra söylediği "Kanlı Pazar olayı irticai bir hareket değil, sol bir hareketti. 171 sayılı kanuna göre sol yürüyor, bu yürüyüşe mani olmak isteniyor, idare de bunları önlemek istiyor. Ama Taksim'de ani bir halk hareketi, ani bir karşılaşma oluyor, iki kişi maalesef hayatını kaybediyor. Olay öncesi de Bugün gazetesi'nde çıkan Mehmet Şevket Eygi Bey 'in yazıları, toplu namazlar, filan... Namaz kılıyorlar, ama bunlar kendi içlerinde maksatlı olabilir, camiye gidip insanları yargılayamazsınız" sözleri ile katliamcılığın sermaye devleti için resmi bir çizgi olduğunu alenen itiraf ediyordu.
Emperyalist-kapitalist sistem katliamların hesabını verecek!
Tarihe 'Kanlı Pazar' olarak kaydedilen katliamın üzerinden yıllar geçmesine rağmen sermaye devleti kanlı provokasyonlarından ve katliamcılığından vazgeçmiş değil. Çorum, Maraş, Sivas katliamlarıyla, ceza evleri katliamlarıyla ve sokak ortası infazlarıyla/katliamlarıyla suç siciline yenilerini eklemeye devam ediyor. Aradan geçen yıllara rağmen devrimci/anti-emperyalist mücadele de sürüyor. Her geçen gün daha da bilenerek, öfke ve kin biriktirerek devam ediyor. Emperyalist-kapitalist sistemin tüm katliamlarının hesabını bizzat sistemin kendisini alaşağı ederek soracağını tekrar tekrar ilan ediyor.